Hakim karşısındaydım. Yazımda hakaret yoktu. Eleştiri yükü kuvvetli, okuyanı düşündürücü, toplum için dikkat çekici, eleştirileni uyaran keskin kelimeler vardı. Beni dava eden davacım özellikle yazının içinden bu uyarıcı kelimeleri cımbızlamış; savcıya bildirmiş, savcı kovuşturmayı davaya dönüştürmüştü. Yazının bütününe bakılmıyordu. Eleştiri dozu yüksek kelimeler öne çıkartılıyordu.
Müşteki: Tayyip Erdoğan.
Sanık: Necati Doğru.
Madde: TCK 299.
1 yıldan 4 yıla kadar hapis.
Beraat bekliyordum.
Mahkeme başladı.
Kimlik tespiti yapıldı. Malım, mülküm, aylık maaşım, arabam, banka hesabında param var mı, yok mu soruldu. Cevap verdim. Ben ayakta savunma yapıyordum. Hakim tam karşımda, yüksekte makamındaydı. Hemen bir basamak altında başı açık, gözlüklü genç bir hanım katip vardı. Mübaşir de katip hanımın yanında duruyordu. Duruşmanın dikkat çekici bir ayrıntısı; avukatım ile davacı Cumhurbaşkanı’nın avukatının da aynı yaşlarda hanım olmalarıydı.

* * *

Hakim, avukatları dinledi.
Sonra bana söz verdi.
“Sayın Hakim, bu yazıların hiçbirinde hakaret, itibar zedeleme, itibarsızlaştırma kötü niyeti yoktur” diye söze başladım. Yazıların hepsi daha önce yayınlanmış bilgiye, olaya, vakaya, belgeye dayanıyor. Bakanların oğullarının odalarındaki kasalardan döviz çıktı, ayakkabı kutuları dolarla doluydu. Külliye yapıyoruz adı altında harcama canavarlığı sergilendi. Saray’ın fotoğrafı kullanılarak “4 bakan Yüce Divan’da hesap vermekten” kaçırıldı…
Anlattım da…
Anlattım…
Avukatım (Ceren Yakışır) iç hukuktan, dış hukuktan, içtihatlardan örnekler sundu. Davacının avukatı ise “suç vardır” diyordu.
Hakim, 5 dakika ara verdi.
Tekrar duruşmaya aldı.
Ben hep ayakta duruyordum. Avukatlar da ayağa kalktı. Hakim kararını açıklamaya başladı; “Size 11 ay 20 gün hapis cezası verdim” diyordu, benim aklımdan anında hızlı tren hızında diğer 15 yazı geçmeye başladı. Davacı hep aynı isim; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dı.
Yazıların başlığını vereyim.
1- Muta nikahı! Muta vekili!
2- Rezili çıktı!
3- Nefret yüzde 50’yi geçti!
4- Alo Merkez sıkıntıdayım.
5- Türkeş’in oğlu indi.
6- Mısır Türkiye’nin dünüdür.
7- Kutsal Kitap! Kırmızı kitap!
8- Ankara!
9- İştahı kursağında düğümlenir.
10- Dolar saraya tükürdü!
11- Tuz koktu!
12- Aslan paylı A.Ş!
13- Pazarlık!
14- Kokmuş Köfteci!
15- Afili!

* * *

“1 yazıdan 11 ay yediysen 15 yazıdan toplam 15 yıl… 70 yaşındasın… 85 yaşında hapisten çıkarsın… Dayan Necati…” diyordum kendi kendime… Hakim’in “11 ay 20 günlük hapis cezasını para cezasına çevirdim” sözleriyle beynimin hızlı treninden(!) indim.
Yaşasın adalet diyemedim.
12 yıl öncesini düşündüm.
12 yıl önce 2003 yılında Sabah Gazetesi’nde yazıyordum. Tayyip Erdoğan başbakan olmuştu ama Sabah Gazetesi, henüz “havuz medyası” yapılamamıştı. Sabah’ta köşemde; “Kasımpaşalı İmam…” diye bir yazı yazmıştım. Tayyip Erdoğan, “Bana Kasımpaşalı İmam dedi, hakaret, itibarsızlaştırma var” diye dava açtı.
12 yıl sonra bugün bizzat kendisi TV ekranından “Ben doğma büyüme Kasımpaşalıyım…” diye övünüyordu.
12 yıl önce dava açılacak derecede “hakaret sayılan Kasımpaşalı” sıfatı
12 yıl sonra “itibar gören Kasımpaşalı” kimliğine yükseltiliyordu.
Ne diyeyim!
Ne yazsan hakaret.
Sadece sahte övgü isteniyor.
O da bizde yok.