Teröre lanet olsun. Teröriste lanet olsun. Terörü himaye edenlere de lanet olsun. Bu yakınmalar samimi olmaktan çıktı.
Şiddetle kınıyorum!
Boş lafa dönüştü.
Ankara’da bir saat içinde 100 kişiye yakın, çoğunluğu hayatının baharında genç, insan öldü.
Gelin sergileyelim.
Birlikte sorgulayalım.
Savaş barış postuna girdi.
İstanbul’da, daha bir ay bile olmadı (15 Eylül’de) 57 sivil toplum kuruluşunun düzenlediği ve Cumhurbaşkanı-Başbakan-Meclis Başkanı’nın kürsüde kol kola konuştukları “Teröre karşı bayrağını al gel” mitingi yapıldı. O da “Barış” mitingiydi. Konuşmacılar;  barışın gelmesi için “PKK’nın, KCK’nın, Kandil’in silahları betona gömmesi gerektiğini; ancak bu noktadan sonra barış sürecinin buzdolabından çıkarılacağını” söylediler.
Sonuçta barış isteniyordu.
***
Bir ay sonra Ankara’da yine çok sayıda sivil toplum kuruluşun düzenlediği mitingin adı da “Barış-Demokrasi-Kardeşlik” idi. Ankara’daki bu miting öncesi yapılan konuşmalarda, verilen demeçlerde “barışın gelmesi için karşılıklı silah bırakılsın yani PKK’nın istekleri kabul edilsin” şartı yükseltiliyordu. Bu söylemi “Ankara’daki katliamı devlet yaptı” diyen HDP ve Selahattin Demirtaş da  sahipleniyor.
Bir ay arayla iki miting.
İkisi de barış istiyor.
Barış adı altında pazarlık var. Ülke “barış adı altında savaşa” koşuyor. Ankara’da bir saat içinde ölenlerin sayısı iki ayda şehit edilenlerin sayısına neredeyse ulaştı. Barış istiyoruz adı altında; “PKK’nın isteklerini kabul etmezseniz daha çok insan ölür” demeye getirenler ve barış adı altında; “400 milletvekili vermezseniz sonuç böyle olur” algısı yaratanlar.
Uyanın!
İç savaş tırmanıyor.
Ankara Şam’a döndü.
Dilim söylemek istemiyor.
Kalemim yazmak istemiyor.
Daha feci günlere gidebiliriz.
***
Ankara’daki kanlı katliamı kim planlamış, kurgulamış ve gerçekleştirmiş olabilir? Dışarıdan mı, içeriden mi?
PKK yapmış olabilir.
IŞİD yapmış olabilir.
CIA yapmış olabilir.
KGB yapmış olabilir.
İsrail ajanları yapmış olabilir.
Suriye istihbaratı yapmış olabilir.
İktidar çeteleri yapmış olabilir.
Bir dış gücün, içerdeki uzantılarını kullanarak bu katliamı yaptığı en kuvvetli ihtimal olabilir. Türkiye, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da;  pazar yerinde, cuma namazında cami avlusunda, meydan toplantılarında kalabalıklar arasında çok sık görülen patlamaların benzerinin en büyüğünü Ankara’da yaşadı.
Uyanın!
Daha feci günlere gebeyiz.

Daimler rüşvet Dosyası!

İki gün üst üste yazdım. Okudunuz. Daimler Benz, otobüslerini alsınlar diye Türkiye’de 7’si devlet 1’i özel şirket 8 kurumun üst düzey yetikilisine rüşvet verdiğini kabul etti. Daimler Rüşvet Dosyası 2012 yılı Aralık ayında Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e geldi. Bakan,  “dosyayı Başbakan’a (o yıl başbakan Tayyip Erdoğan’dı) iletti mi, iletmediyse niçin iletmedi, neden dosyanın üstü örtüldü?” diye sormuştum. Eski Bakan Sadullah Ergin, dün bir açıklama gönderdi. Diyor ki;  “Söz konusu dosya, Adalet Bakanlığı’na 26.12.2012 tarihinde toplam 4 koli evrak İngilizce metin olarak teslim edilmiştir. Gelen evraklar incelendikten hemen sonra 28.01.2013 tarihinde GEREĞİ İÇİN İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir” Yani eski bakan; “görevimi yaptım, dosyayı örtemedim” demek istiyor. Ben araştırdım. Dosya Cumhuriyet Savcılığı’na gitmiş fakat süresi geçtiği için kapatılmış. Şimdi ben Bakan Sadullah Ergin’e tekrar soruyorum: “Dosya da 8 ayrı rüşvet yedirme var. Her kurumun bağlı olduğu Cumhuriyet Savcılığı farklı farklı şehirlerde. Niçin Ankara Belediyesi’nin yediği rüşvet iddiasını Ankara Savcı’sına, İzmir Belediyesi’nin yediği rüşveti İzmir Savcısı’na ve bunun gibi 8 rüşveti ayrı ayrı niçin ilgili savcılara göndermediniz? Niçin Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu harekete geçirip bu çürütücü rüşvet yemelerin topunu birden adaletin adil terazisine taşımadınız?”