“Yoldaşlar, önderlik ve merkez komite, Botan’a müdahale için bana görev vermiştir. Bugüne kadarki mücadeleniz yetersiz ve pısırıkça oldu. Şimdi size hedeflerinizi vereceğim. Yapan yoldaşlar kalacak, yapamayanlar gidecek. Bu kadar basit. Bugüne dek yazdığınız tüm eylem raporları dahil, hepsi okundu, değerlendirildi. Bu yüzden sesinizi kesin. Bu anlatacağım kararlar, örgütümüzün kararlarıdır ve sorgulanmayacaktır.
Şimdi koruculuk çığ gibi büyüyor. İçimizden hain üremeye devam ediyor. Bunun önüne geçeceksiniz. Öyle iki iş makinesi yakmakla olmaz bu iş. Askere saldıramıyorsanız köylere vuracaksınız. Öyle vuracaksınız ki, kimse silah alıp korucu olmayı aklından bile geçiremeyecek. Şimdi korucu dedim, hedefiniz bunlardır ya, çocuğu da hedeftir, anası da, babası da. Yani köye vurduğunuz zaman sağ adam koymayacaksınız. Hayvanını bile öldüreceksiniz. Evini, bağını yakacaksınız. Bilecek ki bu namussuz millet, silah alırsam, devlete yanaşırsam soyum kuruyacak. Kararımız budur. Emirdir, derhal uygulanacaktır. Anlaşıldı mı?“

* * *

Okuduğunuz tüyler ürperten emri, 90’lı yıllarda terörle mücadelenin büyük başarıyla sürdürülmesi karşısında paniğe kapılan vahşi terör örgütü PKK’nın sözde Botan eyalet sorumlusu veriyor. Ben bu satırları, bir özel harekat polisinin Güneydoğu anılarını anlattığı 677 sayfalık “anı romanın” arka kapağından alıntıladım. (Kitabın adını, yazarını ve bana yolladığı mektubu yarın açıkladığımda çok şaşıracaksınız) Başarılı bir anlatım ve akıcı üslupla kaleme alınmış belgesel romanı okumaya başladığım gece uzun süre uyuyamadım. Daldığım anlarda da kâbuslar gördüm. Çünkü bu emrin bombalanarak, yakıp yıkılarak yerine getirildiği bir köyde gördüklerim, sabaha kadar dehşet verici bir filmin kareleri gibi gözlerimin önünden geçip durdu.

* * *

Hemen anlatayım;
Turgut Özallı yıllar...
Merhum Özal, aralarında benim de bulunduğum gazetecilere GAP bölgesini, oradaki dev yatırımları gezdiriyor.
Şanlıurfa’da, Atatürk Barajı’nda başlayan turumuz Diyarbakır’da sona eriyor.
Programa göre Özal, Diyarbakırlılara bir konuşma yapacak ve sonra yaşadığımız şehirlere döneceğiz.
Miting saati yaklaşırken İdil taraflarındaki bir köyün PKK baskınına uğradığı ve çok sayıda köylünün hayatını kaybettiği haberi geliyor.
Özal ve beraberindekiler hemen helikoptere atlayıp, olay yerine uçuyorlar.
Ben de son dakikada helikopterlerden birine binmeyi başarıyorum.
Köye geldiğimizde korkunç bir durumla karşılaşıyoruz.
Evler bombalanmış, yakılıp yıkılmış, deyim yerindeyse taş taş üstüne bırakılmamış. Bombalardan kurtulan kim varsa kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden kurşuna dizilmiş. Her tarafa cesetler saçılmış. Hayvanlar, hatta tavuklar bile öldürülmüş.

* * *

Ağıtlar ve feryatlar gökyüzüne yükselirken, iki özel harekat polisi yanıma geliyor. Ellerindeki gazeteye sarılı bir şeyi gösterip “Bakar mısın abi?” diyorlar.
Açıyorum, açıyorum... Sonunda ne göreyim?
Küçük parmağım büyüklüğünde, en fazla birkaç aylık bir bebeğin bombalarla kopmuş ayağı...
O ana kadar yay gibi gerilmesine karşın güçlükle tuttuğumuz sinirlerimiz boşalıyor, bizim hıçkırıklarımız da ağıtlara karışıyor.

* * *

Sevgili okurlarım,
Tüm bebeklerin ayakları çok güzeldir, mis gibi kokarlar.
Yıllar sonra çocuklarım doğduklarında ben ne zaman eğilip onların minicik ayaklarını öpmek istesem, gözümün önüne hep o talihsiz yavrunun kopuk ayağı geldi.
O nedenle çocuklarımın ayaklarını doya doya öpemedim.

* * *

İşte AKP bu bebek katilleriyle masaya oturdu.
Hem de ellerinde silah olduğu halde!..
Şimdi kalkmışlar, hayatları boyunca terörü lanetlemiş insanlara “terör örgütüne destek” yaftası yapıştırmaya kalkışıyorlar.
Ey gaflet ve dalalet içindekiler,
Yaftalayacak birilerini arıyorsanız aynaya bakın, aynaya...