Bembeyaz ekmeğini maden ocaklarının zifiri karanlık dehlizlerinden çıkaran bir babanın evladıydı. Okudu. Öğretmen oldu. İlk görev yeri, ücrada, patikadan başka yolu olmayan bir köydü, gitti. Sene 80, darbe oldu, “solcu” dediler, tutuklandı, hapse atıldı. Yattı. Çıktı. Ücrada bir başka köye sürüldü. Oraya da gitti. Oradan da sürüldü, defalarca... Soruşturma açıldı, aklandı, dava açıldı, kazandı, hepsinden haklı, hepsinden tertemiz çıktı. Tek suçu, çıplak gerçeklere karşı lafını esirgememekti, doğru bildiğini söylemekti. Aşık oldu. Evlendi. Hayat arkadaşı da öğretmendi. Oğlu doğdu. Ulaş. Okuttu. Bize emanet etti, İzmir’e, Ege Üniversitesi’ne gönderdi. Çalıştı, didindi, boğuştu, nihayet emekli oldu. Taksitle anca iki göz oda, ev aldı. Tapusunu eşinin üstüne yaptı. Ömrü boyunca parasızlık çekmiş, parayla hiç işi olmamıştı. Ödenmeyeceğini bile bile arkadaşlarına kefil olurdu, üstlenerek ödediği borçların haddi hesabı yoktu. Hiç otomobil sahibi olmadı mesela... Onun serveti öğrencileriydi. Bi de Tukaş.

*

Kurzhaar cinsiydi. Dişiydi. Sevimli mi sevimli, kahverengi burun, beyaz kırçıllı, yelpaze gibi koca kulaklar... Yavruyken getirmişlerdi. Tukaş salça kolisinin içinde gelmişti. Öğretmen, görünce çok gülmüştü. E adıyla beraber gelmiş, Tukaş olsun adı demişti. Can yoldaşıydı. Çünkü, avcıydı. Ama, avcılığı da bi tuhaftı. Vurmuyor, kurtarıyordu. Bi defasında yaralı geyik buldu, evine getirdi, tedavi etti, doğaya saldı. Yaban hayatı koruma derneklerinden sayısız ödülü vardı. Atmaca beslerdi. Büyütür, bakar, günü gelince özgürlüğe uçururdu. Hiçbir canlı tutsak olmamalı derdi. Çevreciydi. Artistlerinden değil, aktiflerinden. Derelere santral kurulmasına karşıydı. Kısaca hes adı verilen santralların, doğayı betonlaştırmakla kalmayacağını, dereleri adeta tıpa gibi tıkadıklarını, görülmemiş yıkımlara yolaçacağını anlatırdı. Yatağı değiştirilen derelerin, doğanın intikamı olarak geri döneceğini anlatırdı. Vatan topraklarının peşkeş çekilmesine itirazı vardı. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın yalakalığı, ona göre değildi. Tırsmaz, yüreğini ortaya koyardı. Baktılar, susmuyor... Tayyip Erdoğan’ın polisleri tarafından biber gazıyla öldürüldü. Dünyaya geldiği yerde, başladığı yerde bitirdi, Hopa’nın Dereiçi köyünde toprağa verildi.

*

Öğretmen gitti.
Tukaş hayata küstü.
Şalteri indirdi.

*

Kefen içindeki arkadaşı, evinin şuncacık mesafesinde defnedilirken, en öndeydi. Sabaha kadar nöbet tuttu kabir başında, kokladı, inledi... Bir daha asla oraya gitmedi. Yanından bile geçmedi. Yemeyi içmeyi kesti. Yedisinde mevlit okunana kadar, yuvasından çıkmadı, ağzına tek lokma sürmedi. Kahkaha dolu gözlerinde, artık sadece hüzün hakimdi. Halk festivali yaptılar bir süre sonra, öğretmen’i andılar, sanki telefonla davet edilmiş gibi, koştu, yürüyüşe katıldı iyi mi.

*

Oğul, okul için mecburen İzmir’e döndü. Anne, oğluna taşındı. İncir ağacı dikilen baba ocağında, amcanın yanında kaldı Tukaş... Zorla ağzına tıkıştırılıyor ama, yemiyordu. İğne ipliğe dönmüş, iyiden iyiye zayıflamıştı. Yalvarıp yakarıyor, hiç olmazsa birazcık değişiklik olsun, hayata bağlansın diye ava götürmek istiyorlar, çok sevdiği, uzmanı olduğu halde gitmiyordu. Mecali yoktu. Bırak ava gitmeyi, gezintiye çıkmayı bile istemiyordu.

*

Taa ki o sabah... Amca ve dostları bagajı yüklerken, aniden fırladı yerinden, eski günlerdeki gibi, arka koltuğa atlayıverdi. Şaştılar. Sevindiler aynı zamanda, öptüler onu... Ama, suratlarına bile bakmadı. Yol boyunca sessizdi. Pencereden dışarı baktı hep, dalgııın dalgın... Vardılar. Az biraz iz takibi yapıldı. Avucunun içi gibi bilirdi oraları, hemen buluverdi hedefi, arkasına dolandı, havlaya havlaya namluların ucuna sürdü. Drannn... Boynuz gibi azı dişlerine sahip, azılı tabir edilen, erkek yaban domuzu vurulmuştu. Düşmedi. Ölmez hemen... Bilen bilir, yaralıyken en tehlikeli halidir. En iyi de, Tukaş bilirdi. Senelerin tecrübesi... Normalde asla yaklaşmaz, etrafında dans eder gibi döner dolanır, çıldırtır, bitirici vuruş gelene kadar dikkatini dağıtırdı. Maalesef, öyle yapmadı. Direksiyonu tam gaz uçuruma sürer gibi, üstüne yürüdü, karşısına dikildi, dişlerini kılıç misali sallayan domuzun burnunun dibinde, heykel gibi çakıldı, bekledi. N’apıyorsun çığlıkları nafileydi, kılını kıpırdatmadı, kararını çoktan vermişti, bile bile kestirdi kendini... Hasretten ölemeyince, kahrına son vermişti, can yoldaşının yanına gitmişti.

*

Tukaş kadar insan olmayı başarabilsek, yeterdi.

*

Ve, izliyoruz günlerdir...
Neymiş efendim, doğal afetmiş.
Hes’lerle alakası yokmuş.
Çok yağmur yağmış filan.

*

Yalan.

*

Laftan anlamayanları, ders almayanları, eminim seyrediyordur yukardan... Tukaş’ın gözyaşlarıdır o yağan.