Türkiye’deki mevcut-hâkim din algısıyla, tarikat ve cemaat örgütlenmeleri arasındaki ilişkiyi sağlıklı bir zeminde tartışabilir miyiz? Daha doğrusu, siyasetten bigâne, ekonomik yapıdan azade, özgürlükçü bir anlayış içinde din temelli örgütleri ele alabilir miyiz?
Bakın ilahiyatçı Prof. Yusuf Şevki Yavuz ne diyor: “Sosyal medyaya bakınca, ilk göze çarpan duyurular ilahiyat fakültelerinde üretilen bilgileri reddetmek ve topluma yayılmasını engellemek için kurulan ve ne yazık ki AKP tarafından desteklenen paralel ilahiyatlardır. Yani cemaatlerin düzenledikleri kurslardır; skolastik zihniyetli medreselerdir. Milletimizin bu gerçeği görmeden ilahiyatçıları suçlaması yanlıştır.”
İyi de kaç ilahiyatçı profesörümüz çıkıp bunu korkusuzca haykırabiliyor. Problem bu... Muktedirlerin de (mademki kandırıldıklarını söylüyorlar) bu noktada fikir üreten, sorunlara çözüm getirebilen bu insanlara sahip çıkması ve önlerini açması gerekmez mi? Tam tersine, bu fakültelerde de cemaatlerin etkisinin gün geçtikçe arttığı biliniyor.
“İlahiyat fakültelerinin bilim üreten yer olması gerektiğine hocaların tamamı inanıyor mu acaba” dedi bir başka ilahiyatçı! Çok doğru, nakilcilikten öteye geçememiş, rüyalarla, gizemli hikâyelerle, mehdi-mesih inancıyla, batini ve hurûfî söylemlerle, bilime inat bir cehaletle televizyonlarda boy gösteren bazı din şovmenlerinin isimlerinin önünde de profesör yazıyor! 70’li yıllarda bilimsel zihniyet ve üretim, günümüzle karşılaştırıldığında çok daha ilerde...
Osmanlı’daki skolastik zihniyeti canlandırma adına “diriliş” toplantılarının profili ise hayli ilginç! Bazı cemaatlerin ve tarikatların ileri gelenleri tüm Türkiye’de dolaştırılırken, cemaatçi olmayan profesörlerin esamesi okunmuyor!
Buradan ilahiyatçılara bir çağrım var: Dini örgütlerin bu denli güçlenmesinde kendilerinin payı var mı? Bu cemaat yapılanmalarından ilahiyat fakülteleri ne kadar sorumlu? On beş-yirmi yıl öncesinde bu denli etkin değillerdi, ne oldu da bu noktaya gelindi; bu hususta çalışmalar yapılıyor mu? (Bugün konuşmayacaklar da ne zaman konuşacaklar; cevap verenler olursa bu köşede kamuoyuna duyuracağım)

GELELİM SİYASET BOYUTUNA

Siyaset ve siyasetçi yapısı gereği faydacıdır. Pek çok kurum gibi din temelli örgütleri kullanmaktan kaçınmaz. Muktedirlerin, dün sonuna kadar savundukları yapıdan bugün bahsederken “kandırıldık, kullanıldık, bana ahmak diyebilirsiniz, herkesin günahı var, belki bizim yüzde doksan” vb. ifadeler bunun ispatıdır. (Tam da bu noktada onların yanlış yapmasını önleyecek kurumlar olmalıydı ilahiyat fakülteleri ve Diyanet... Korkusuzca uyarmaları gerekirdi.)
Siyasetle iç içe geçmiş bu örgütlerin hemen hemen hepsi çok büyük paralar topluyor, himmet parası, hizmet parası adı altında... Belediyeler tarafından destekleniyor. Osmanlı’da bile kontrol altında olan bu yapılar bugün denetimsiz. Güçlenen her cemaatin yarın bir FETÖ olmayacağının garantisi ise yok.
Prof. Şevki Yavuz Hoca; “Türkiye, Pakistan olmaya doğru gidiyor; 1970’li yıllarda gayet iyi bir durumda iken, cemaat ve tarikatlar ülkeyi tam tersi bir duruma yönlendirdi, Türkiye’nin gidişi de bu yönde” diyor.
Bugün Pakistan’da yüzlerce cemaat var, her biri bir diğerini tekfir ediyor, camisini bombalıyor. Görüyor musunuz tehlikeyi! Henüz bu noktada olmasak da, birbirlerinin camilerinde namaz kılmadıkları biliniyor.

1

DİYANET BOYUTU

Fotoğraftaki kişiler Diyanet’in başında uzun yıllar hizmet vermiş insanlar.
Saygın kişiler olduğundan kuşkum yok. Başkanlıktan emekli olsalar da Diyanet’le çalışmaları devam ediyor. Yani yaklaşık kırk yıldır Diyanet, fotoğraftaki yüzlere emanet... Dolayısıyla buradan kendilerine şu soruları yöneltmek isterim:
- Türkiye’deki oluşmuş din algısından memnunlar mı; değillerse kendilerini sorumlu hissediyorlar mı?
- Başkanlık dönemlerinde söylemek ve yapmak istediklerini yerine getirebildiler mi?
- Cemaat ve tarikat örgütlenmelerini sağlıklı buluyorlar mı? Bulmuyorlarsa nasıl bir çalışma yapıyorlar?
- Bir ekip görüntüsü veren Başkanlar tarikat ve cemaatleri de içine alan ve fakat onları aşan, İslam dünyasını krizden kurtaracak üniversal ölçekte bir dil peşindeler mi?

ÇIKIŞ YOLU

Türkiye’yi 1950’den bu yana dini merkeze alan hükümetler yönetiyor. Siyasette de bürokraside de bazı yüzleri hâlâ görüyoruz. Demem o ki, gelinen noktadan hepsi sorumlu... Eğer bir çıkış yolu arıyorsak gelin Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan’ın sözlerine kulak verelim:
“Sizden doğru konuşmanızı değil, duruma uygun konuşmanızı talep eden bir toplum ve iktidar, demokrasinin hiçbir ilke ve uygulamasını içselleştirmemiştir... Demokrasi, öncelikle ahlaki bir zemine dayanmalı ve bu zemini devlet ve onu temsil eden kurumlar hem oluşturmalı hem de güçlendirmelidir. Devletin istikrarı, demokrasinin de istikrarıdır. Bu istikrar, yöneticilerin yanılma, aldatılma paylarına feda edilemez.”
O halde başta Diyanet ve ilahiyat fakülteleri olmak üzere bütün kurumlarımız, hakikat ile ilişkisini doğru kavramı üzerine kurmak ve toplumu ayrıştırıcı her türlü
oluşumu dışlayarak konuşmak zorundadır.