Bu yıl Vehbi Koç Ödülü’ne Dünya Kültür Mirası’nın korunmasına 40 yıldır verdiği emek ve mücadele ile katkıda bulunan Mimar ve Restorasyon Uzmanı Profesör Zeynep Ahunbay layık görüldü. Jürinin kendisini seçme gerekçesi de çok etkileyici:
“Zeynep Ahunbay’ın Türkiye’deki eğitim ve kariyer yaşamını uluslararası boyuta taşımasında, hem Türkiye koşullarının, Cumhuriyet Aydınlanması ile ona sunduğu deneyimin payı vardır, hem de bütün meslektaşlarının teslim ettiği dur durak bilmeyen çalışkanlığı etkendir. Bu ödül, tüm mesleki alanlarda ülkenin çok ihtiyacı olan akılcı ve kararlı tavırları özendirecektir... “ Gördüğünüz gibi 3 cümlede yıllardır bir türlü geri getiremediğimiz, “eski Türkiye” diye aşağılanan bir ülkenin değer sistemi özetlenmiş. Cumhuriyet, aydınlanma, çalışkanlık, akılcı ve kararlı yaklaşımlar...

02ahunbay25cm-1 AYASOFYA’NIN BİLİM KURULU ÜYESİ...


Bir zamanlar bu ülkenin öncelikleri bunlardı. Zeynep Ahunbay ile ödül töreninden sonra konuştum. Sadece geçmişi değil, bugünü de sordum.

BÜTÇE ARTTI, KALİTE DÜŞTÜ

Mesleğinizi isteyerek seçtiniz ama Türkiye’deki çalışma koşullarının ne kadar farkındaydınız?
1970 mezunuyum. O zaman mimari koruma ve restorasyon alanlarında pek yatırım yoktu, bütçeler kısıtlıydı. Bu alanda insan yetiştirmek, kültür varlıklarımızın bilinçli çabayla korunması yönünde idealim vardı. Yıllar içinde bütçeler arttı ama kalite düştü.

Sizin işinizde “kalite düştü” ne anlama geliyor?..
Restorasyon dediğimiz zaman bilimsel bir faaliyetten bahsediyoruz ama birçok insan bunu “adi tamir” sanıyor. Bu adi tamir süreçlerinde de o eski eserin orijinal dokusu, patinası, yani hangi yüzyılda hangi ekleri ya da değişiklikleri kazandı, yüzey, yaşlılık gibi özellikleri kaybediliyor. Pırıl pırıl, gıcır gıcır “tarihi binalar” ortaya çıkıyor! İkinci bir sıkıntımız da tamamen yok olmuş binaların “ihya” denilerek yeniden yapılması.

BENİM ÖNCELİĞİM SURLAR

Ne demek o?
Yani bina aslında tamamen yıkılmış. Ama haritalardan, eski çizimler ya da fotoğraflardan bir proje çizilip “koruma bütçeleri” ile o yapılar tekrar inşa ediliyor. Belediyeler en çok eski camileri yapıyor böyle. Oysa ayakta duran, acil bakıma ihtiyacı olan yapılar duruyor, paralar sadece dini vasıfları nedeniyle yıkılmış hatta üstünden yol geçmiş yapılara harcanıyor. Belediyelerin sırf bu iş için “ihya programları” var. Osmanlı ya da Anadolu tarihi, camiden ibaret değil ki; harap durumda olan bir kütüphane veya sıbyan mektebi de öncelikli olmalı... Asıl ayakta duran yapıların durumlarının incelenip hangisi daha acil hangisi daha önemli böyle bir sıralama yapılması gerekir.

Bugün kurtarmak isteyeceğiniz neresi var mesela?
İstanbul dediğiniz zaman çok katmanlı bir kültür varlığı. Şu anda ayakta duran 7 km.lik kara surları, deniz surları, evrensel değer taşıyor, dünya mirası. Öncelik buradadır veya Süleymaniye çevresi ahşap evler dünya mirasıdır, Zeyrek öyledir. Yıllarca bunlara destek olunamadı, çok büyük alanlar, yıkılmış vaziyette, kalan evler kurtarılmalı. Üstelik biz Türkiye olarak buna söz vermişiz, 1980’lerde imza atmışız biz buralara bakacağız diye.

BU ANLAYIŞI KABUL EDEMEM

İnsanların yapıları bile etnik kökene göre ayırması size nasıl geliyor?
Bu kabul ettiğim bir bakış açısı değil ama bizde olduğu gibi başka ülkelerde de var. Halbuki Cumhuriyet’in başında “tüm Anadolu uygarlıkları bütününün bize ait olduğu” fikri vardı. Ben de tüm kültür varlıklarının evrensel olduğu düşüncesiyle yetiştim. Yapılarla ilgili hiçbir zaman “bu Müslümandır, bu Türktür, bu Ermenidir, bu Yunandır” gibi bir önyargım olmadı. Ama şu anda yönetimde olan bazı belediyelerin böyle baktığını biliyorum : “Camii Müslümandır bize aittir, surlar Bizans eseridir yıkılsın yok olsun.” Bakış açıları bu ne yazık ki... Mesela Zeyrek çok ihmal edilmiş bir alan.

ZEYREK CAMİİ ÖRNEĞİ...

Üstelik o da Dünya Kültür Mirası listesinde...
Öyle ama rutubet kokuyordu Zeyrek Camii içi, çatısına çimentolu sıvalarla kurşun taklidi yapılmış, çatlamış o da. Bir Amerikalı hoca geldi, “birlikte çalışalım” dedi. Vakıflar’dan izin aldık, yurtdışından kaynak bulduk. Ama maalesef bizim evrensel değer olarak baktığımız projeye sadece bir Osmanlı camisi olarak bakılıp ona göre bir restorasyon yapıldı. Mesela kazı yaparken bir mozaik çıktı, “Vay efendim siz burayı kilise mi yapacaksınız, müze mi yapacaksınız?” gibi gerilimler oldu. Ondan sonra o iş bizden alındı, müteahhide verildi.

Nasıl yani? Restorasyon çalışması müteahhide mi verildi?
Evet, bizim ortaya çıkardığımız, mermerden bir apsis penceresi vardı. Gerçeği oydu. Onu söküp ahşap bir çerçeve konulmuş, camii hissi vermek için. Yani yapılan şeyi de bozma politikası var, çünkü o başka bir imaj veriyor. Onların istediği “her yapı Osmanlı damgası taşıyacak.” Basbayağı gerçeği tahrif ediyorsun aslında, ahlaki de bir sorun var yani...

‘Yenileme Alanı’ denilerek  dünya mirası yok ediliyor!


Bugüne kadar sizi en çok heyecanlandıran işiniz hangisi?
Hepsi farklı zamanlarda farklı bağlılıklarla yapılmış şeyler. Ama elbette Ayasofya, çok görkemli, büyüleyici bir anıt. Oradaki bilim kurulu üyeliğim hâlâ devam ediyor.

02ahunbay25cm-2 “ATATÜRK’ÜN DEHASI” Zeynep Ahunbay, Özlem Gürses’in sorularını yanıtladı. Ayasofya’nın müze olması için “Atatürk’ün dehası” dedi.


Niye Ayasofya tartışması da bir türlü bitmiyor?
Görüyorsunuz işte, Atatürk ne büyük bir deha. Ayasofya’nın tüm dünya tarafından paylaşılması için müze yapmış. Çünkü camii deyince başka biri rahatsız oluyor, kilise deyince başka. Müze deyince tüm insanlığa açık, bu Atatürk’ün dehasıdır, bu değerdeki bir eserin korunması, üzeri kapanmış mozaiklerin gün ışığına kavuşması onun vizyonu.

KORUNMASI GEREKİR

Bugün Türkiye’de koruma yasaları ne durumda?
Yasalarla sürekli oynanıyor. Mesela eskiden SİT Alanları vardı, şimdi yenileme Alanı diye bir şey çıkardılar. İstanbul Tarihi Yarımada’da 6 tane yenileme bölgesi var. Düşünebiliyor musunuz? Yani belediyenin çok daha kolay müdahale edebileceği ve kamulaştırma yapabileceği yerler buralar. Bunun anlamı bu. Dünya mirası olan alanların ‘Yenileme Alanı’ olması çok ters, çünkü dünya mirası “biricik, koruma altında” demek zaten. İstanbul’un en az yarısını kaybederiz böyle.

İstanbul için hazırlanan projeleri göremiyoruz


İstanbul’da çok gösterişli projeler var, Haliç, Galataport, en son Martı.
O Martı Projesi’nin kurulundaydım ben. Aynı odada toplanan Beyoğlu Kurulu’nun masasının üzerinde bu ‘Martı’ maketini gördüm “Bu nedir?” diye sordum. “Bu Kabataş’a yapılacak” denildi. İtiraz için kurula yazdık, “henüz kesin projesi geçmedi” dediler. Kazıklar çakılıyor şu anda, hâlâ kesin bir proje alamadık görmek için. Sadece cephe fotoğrafı var, ayrıntı yok. Çünkü üzerinde değişiklikler de oluyor. Önce düz ayakken, şimdi altına katlı garaj yapılması söz konusu. Haliç Port Projesi de şeffaf değil.

28szt02_ist ÇALIŞMASI ÖDÜLLENDİRİLDİ Prof. Zeynep Ahunbay, bu yıl 16. Vehbi Koç Ödülü’ne layık görüldü. Ödülünü de Ömer Koç’tan aldı...


Ödül töreninde işinizi yaparken yorgun hissettiğinizi söylediniz...
Bizim alanımızda dinle- yen kulak yok. Bir şey söylersiniz, karşıdaki dinler, kendi gerekçesini söyler. Bu bile yok. Bu da çok yorucu. Yine de vazgeçmem, mücadeleye devam.

Ödülün anlamı ne sizin için?
Bu ödül bizim çalışmalarımızı ve emeğimizi görünür kıldı. Ödül sayesinde kültür varlıklarının yitirildikleri zaman geri gelmeyecek değerler olduğunu anlatma şansımız oldu.