Değerlerini, renklerini giderek kaybetse de, yine de insanlarını kendisinden bir türlü koparmayan bir şehir İstanbul. Ne kadar küsersen küs, hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığına ne kadar acı duyarsan duy, geçmişe takılı kalıp yaşanamayacağı gerçeğini ne kadar bilsen de, kendini bir ‘kazazede’ gibi hissetsen de bu şehrin seni bir türlü bırakmayan bir büyüsü var. İstanbul’da yaşamak adeta bir cesaret meselesi.

Film yönetmeni Deniz (Nejat İşler) bir roman yazmıştır ve yaşadığı elim bir olay sonrası İngiltere’ye kaçmış bir yazar arkadaşını çalışmalarına yardım etmesi için ailesiyle yaşadığı boğaz kıyısındaki kırmızı yalıya davet eder. Orhan adlı bu yazar film boyunca İstanbul aşığı şair Orhan Veli gibi (ya da Orhan Pamuk?), hem romanın gerçek kahramanlarını hem de İstanbul’u dinler. Bıraktığı bütün ‘kötü alışkanlıklar’ ise bu süreçte onu yeniden bulur. Alkole de sigaraya da yeniden başlar. Hatta romanın kahramanlarından, Neval’e de yasak bir aşk duymasına engel olamaz. Geçmişiyle de yeniden yüzleşir, eski acılar yeniden su yüzüne çıkar. Deniz’in esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolması, Orhan’ı giderek onun bıraktığı boşluğun içine çeker, bir dönüşüm yaşamaya başlar.

istanbul_kirmizi_2

Yönetmen Ferzan Özpetek, eski filmlerindeki duygu akışını son filmlerinde yakalamakta zorlanıyor. “İstanbul Kırmızısı”nda da böyle bir sorun var. Yönetmenin İtalya’da yaşıyor oluşu, ne kadar içine girse de İstanbul’a dışarıdan bakmasına yolaçıp, derinlere nüfuz etmesine engel oluyor. İstanbul’un giderek değişen çehresini filmde hiç kesilmeyen inşaat sesi, geceleri yükselen siren sesleriyle tarifleyip karakterlerinin hikayelerine daha çok eğilmesi gerekirdi belki de. Ama Özpetek daha ilk sahnesinden itibaren o kadar bombardıman halinde İstanbul’un (ve de tabi ülkenin de) bugünkü haline vurgu yapıyor ki; sokaklarda tezahürat yaparak dolaşan gençler, otogarda asker uğurlayanlar, trafik kazasına kurban giden kağıtçı, terör olaylarına dikkat çeken gazete başlıkları, sağda solda çerçevenin kenarlarına sıkıştırılmış türbanlı kadınlar, insanın üzerine üzerine gelen polisler, sürekli eskiyi hatırlayan karakterler, devamlı istediği desteği göremediğinden şikayet eden Deniz’in ressam olmaya çalışan kardeşi (bakanlık fonu bekleyen sinemacılar mı kastediliyor acaba?), evin kürt hizmetlisinin filmin ana omurgasından ayrı, yama gibi duran hikayesi ardı ardına sıralanıyorlar. Yani temasının üzerinde adeta tepinen bir hikayeye dönüşüyor film ilerledikçe. İstanbul’un giderek soluklaşsa da hâlâ işlevini gören tutkusunu, yani kırmızısını anlatan bu hikayenin Deniz’ini, Yusuf’unu ve giderek Orhan’ını da kaybeden bir şehir profiline dönüşmesi hedefleniyor.

istanbul_kirmizi_5

Özpetek’in niyetini samimi bulsak da karakterlerin bir türlü derinleşememesinin, zaman zaman ağızlarından çıkan yapay diyalogların ve fazla steril kimi sahnelerin önüne geçilememiş. Orhan’ı canlandıran Halit Ergenç bu toplamın dışına çıkabiliyor yine de performansıyla. Oyuncu konuşmadığı zamanlarda dahi karakterinin dönüşümünü, zaaf ve çelişkilerini ustaca yansıtabiliyor. Ama Neval’i canlandıran Tuba Büyüküstün ve Yusuf karakterinde izlediğimiz Mehmet Günsür maalesef ellerindeki karakterleri daha iyi doldurabilmek konusunda desteksiz kalıyorlar.
“İstanbul Kırmızısı” profesyonel prodüksiyonu, iyi müzikleri, şıkır şıkır parlayan görüntülerine rağmen bu ‘dışardan bakış’ı sürekli hissettirdiği ve her şeyi birden anlatabilme paniği yüzünden hedefini tam onikiden vuramıyor maalesef.

2,5 yıldız
İstanbul Kırmızısı
Yönetmen: Ferzan Özpetek
Oyuncular: Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün, Mehmet Günsür
110 dakika, 13+

SÜRÜDEN AYRILAN BİR SÜPERKAHRAMAN FİLMİ

“X-Men” serisinin çizgi roman dünyasında çok özel bir yeri vardır. Zaten çizgi romanlarda karakterler ve içinde bulundukları durumlar dünya üzerindeki türlü tanıdık meselelere çağrışım yaptırılarak anlatılır. “X-Men” maceraları da en çok ayrımcılıkla ilgilidir elbet. Doğuştan ‘normal’ olmayan özel yetenekli ‘mutant’ insanlar iyilik yaratsalar da normal insanların korku ve nefretleriyle karşılaşırlar.
Wolverine yani Logan, önceki filmleri izleyenlerin en sevdiği mutantlardan biri. Bireysellikten kollektif bir hayata geçiş yapmıştı önceki filmlerde. Oradan oraya savrulan bir serseriyken Profesör Charles Xavier sayesinde sorumluluk sahibi, yardıma muhtaç olanlara elini uzatan bir kahramana dönüşmüştü. X-Men filmlerinin dışına taşan popülerliği onun kendine ait bir seriyle devam etmesini de sağladı. Ancak ilk iki filmin çizgi roman uyarlamaları ekseninde başarılı filmler olduğu pek söylenemez. Bu üçüncü film ise nihayet bu ayrıksı kahramana hakettiği itibarı sağlıyor.
“Logan”ın diğer tüm “X-Men” filmlerinden farklı olmasının en büyük sebebi, belli ki istediği filmi çekmesi konusunda Marvel’dan tam destek alan yönetmen James Mangold. Şimdiye dek çektiği filmlerde kahraman mitosuna çok inandığını, western filmlere meraklı olduğunu açıkça belli eden yönetmen, “Logan”da da bu ilgisini hiç saklamıyor. Zira filmde bunun altını çizmek amacıyla klasik western türünün en ünlü filmlerinden biri olan George Stevens imzalı “Shane”e sık sık gönderme yapmakta.

logan_1

Logan’ı ikinci filmde bıraktığımız halden çok farklı buluyoruz. Yaşlı, aksak, alkolik ve süperkahramanlıktan çok uzakta. Gabriela adındaki Meksikalı bir kadın yanındaki sessiz kız çocuğuyla birlikte ona ulaşmaya çalışıyordur. Logan kısa bir süre sonra kendisinin özelliklerini çok hatırlatan Laura’yı, artık çok yaşlı ve hasta olan Profesör Xavier ile birlikte güvende olacağı bir yere, Eden’a götürmeye çalışır. Çünkü Laura, çocuk mutantlardan asker üretmeye çalışan bir grup ajandan kaçıyordur.

‘O eski halimden eser yok şimdi’

Eski formundan çok uzakta olan Wolverine’in daha açılıştaki kavga sahnesinde her zamankinden vahşi bir macerayla karşımıza getirildiği açıkça belli ediliyor. Film boyunca ellerinden çıkan demir pençeleri, önceki filmlerde hiç olmadığı kadar kan sıçratıyor yüzümüze. Laura’nın da dahil olduğu kavgalar ise daha önce perdede çok sık şahit olmadığımız vahşilikte çocuk dövüşü sahneleri içeriyor. Çocukların bu kanlı aksiyona dahil edilmesinin filmin temasıyla yakın ilgisi var. Kimlikleri net olarak ortaya konmayan ajanlar onları daha doğumlarından itibaren birer proje olarak üretiyorlar. Ama Laura’nın da dahil olduğu bu mutant çocuklara öfkeyi bir türlü aşılayamıyorlar. Sonunda çocuklar bu zalimliğe daha fazla dayanamayıp doğaya sığınıyorlar (Kanada’ya kaçmak için). Logan da en başta gönülsüz ve fazlasıyla vazgeçmiş olsa da doğru olanı yapmaya karar veriyor.

“Logan”, özellikle de “Kara Şovalye” ve “Deadpool” filmlerinin süperkahraman filmlerine yaptığı etkiyi göstermesi bakımından doğru bir örnek. Grafik şiddet anlamında tavizsiz bir sertlik barındırıyor ama diğer yandan acı çeken, pişmanlık duyan, güven sorunu yaşayan ve yaşatan karakterleriyle gerçek dünyaya yaklaşıyor. Hikayenin kimi boşlukları olmasına rağmen (Gabriela nasıl o kadar ayrıntılı videolar çekebilmiş? Laura’nın dışında kalan çocuklar nasıl kaçabilmişler, niye Laura gibi tek tek peşlerine düşülmemiş mesela?) karakterlerin incinmişliği, içlerinde taşıdıkları çelişkiler ve yaptıkları fedakarlıklar filme kalben bağlanmanızı sağlıyor. Hisli bir insan olduğunu da her fırsatta belli eden Hugh Jackman’ın bu konuda katkısı büyük.

logan_2

Yönetmen Mangold, özellikle Laura’nın marifetlerini ilk kez gösterdiği baskın sahnesinde ve ormandaki tüm final sahnesinde heyecanlı, gerilimli sahneler yaratabilmiş. Eski aksiyon filmlerinin bıraktığı tattaki bu sahneler “Logan”ın seyir keyfini de arttırmakta.
Bütün “X-Men” filmlerini düşündüğünüzde hepsi birbirinin içinden geçen dev bir hikayeye dönüşmüş gibi duruyor şimdi. O yüzden taşların yerine tam oturabilmesi için “Logan”dan önceki diğer filmleri de zihinde taze tutmak gerekiyor ki bu da aslında, bu filmleri tüketmenin giderek albüm albüm yayımlanan çizgi romanları okumayla eşdeğer hale geldiğini gösteriyor.
Film ülkemizde 15+ yaş sınıflandırmasıyla vizyona çıkıyor. Bu yaşın altındaki çocuklar Marvel logosunun cazibesine kapılmasalar iyi olur, çünkü filmin içinde sürüyle cinayet işleyen çocuk var! Doğru algılanılan bir yaşta olunması gerekiyor...

4 yıldız
Logan
Yönetmen: James Mangold
Oyuncular: Hugh Jackman, Patrick Stewart, Dafne Keen
137 dakika, 15+