BUNU YAZMAK GEREK

Şu iktidarın ve yandaşlarının Fethullah Gülen cemaati ile ilgili gerçekleri sanki ilk kez duyuyormuş gibi yapmalarına ve şaşırmış numarasına yatmalarına bayılıyorum.
Son örneklerinden biri dün yandaş gazetelerin manşetlerine de yansıyan bir kitaptaki iddialar.
Gazeteci Kemal Gülmüş “İşgalin Yapı Taşları” isimli bir kitap yayınladı. Kitapta Gülen cemaatinin kumpas kurduğu bazı işadamlarının yaşadıklarından da örnekler var.
Önce herkesin çok yakından tanıdığı bazı işadamları ile ilgili iddialara bir göz atalım.
KOÇ AİLESİ: Cemaatin havalimanı ekibi rahmetli Mustafa Koç’un uçağına bir gizli dinleme cihazı koymuş. Daha sonra uçakta yapılan konuşmalar şantaj olarak kullanılmış ve Koç Grubu Türkçe Olimpiyatları’na sponsor olmuş.
SABANCI AİLESİ: Cemaatçiler kendilerine yakın olmayan ve hatta soğuk bakan Sabancı Ailesi’ne büyük bir iş ortaklığı teklif etmiş. Sabancılar bunu kabul etmemişler. Bunun üzerine cemaatin adamları Güler Sabancı’nın Şarköy’deki villasına gizli kamera ve dinleme cihazları yerleştirmişler. Villaya gelen gidenler tek tek saptanmış ve bunlara karşı da şantajlar yapılmış.
HÜSNÜ ÖZYEĞİN: Bankacı Hüsnü Özyeğin 2008 yılında yurtdışına çıkış yasağı olduğu halde özel uçağı ile yurtdışına gitmek istemiş. Çözümü cemaatin adamlarına 5 milyon dolar rüşvet vermekte bulmuş ve yurtdışına çıkmış.
Kemal Gülmüş’ün kitabına aldığı bu iddialar doğru mu?
Büyük ihtimalle doğrudur, bu ve benzeri pek çok hikâye dinlemiştik zamanında. Ki zaten Gülmüş de bu iddialarını mahkemelerde dinlenen tanık ifadelerine dayandırıyor.
Şimdi gelelim işin püf noktasına. Kitapta anlatılan bütün olaylar 17-25 Aralık büyük yolsuzluk operasyonundan önce yaşanmış. Yani o sırada cemaatin adı “FETÖ” değildi tam tersine cemaat adı ile iktidar özdeşleşmişti.
Bizler cemaat tehlikesine dikkat çekerken iktidar, yandaşları ve bu birliktelikten çok ciddi maddi çıkar sağlayanlar buna aldırmıyordu bile.
Özellikle işadamları gibi siyasetten ziyade kendi maddi çıkarlarını düşünenler için cemaat diye bir şey yoktu, kendilerinden bir şey isteyen iktidardı, cemaat bu işe aracılık ediyordu.
Türkiye’nin ün büyük grubu Koç herhalde bir cemaate esir olacak halde değildir. Ama o Koç Grubu’nun en tepesindekiler biliyorlardı ki cemaatin bütün talepleri aslında iktidarın talepleriydi.
Koç Grubu cemaatten korktuğu için değil, cemaate her türlü yetkiyi veren, her türlü kirli operasyonu yapmasına göz yuman iktidardan korktuğu için Türkçe Olimpiyatları’na destek oluyordu..
Aynı şekilde cemaate boyun eğmeyen Sabancılar, cemaatin arkasındaki asıl gücün iktidar olduğunun bilincindeydi ve buna göre hareket ediyordu.
Hüsnü Özyeğin yurtdışına çıkabilmek için 5 milyon dolar rüşveti herhalde cemaate verdiğini düşünmüyordu, onun için aslolan işinin görülmesiydi ve bu kadar akıllı bir işadamının her şeyi cemaatin kendi başına yaptığını düşünmesi mümkün değildir.
Darbeyi anladık da her şeyin cemaate yüklenmesinin asıl nedeni bütün bu suçların örtbas edilmesinden başka bir şey değil gibi geliyor bana.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Darbe gecesiyle Gezi direnişinin ne alakası var?


Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Erdoğan cemaatin dinci faşist kalkışma gecesinde tankların önüne yatanları överken, hiç gereği olmadığı halde Gezi direnişine atıfta bulunarak “O gençler Gezi gençleri gibi değildi. Vatanını milletini seven gençlerdi” dedi.
Allahaşkına, darbe gecesi ile Gezi direnişinin ne alakası var?
Böyle bir kıyaslama yapmak ve bunu yaparken bir tarafı vatanını sevenler diğer tarafı da vatan hainleri olarak damgalamak kime ne yarar sağlar?
Anladığım kadarıyla Erdoğan Gezi direnişinin etkisinden kendisini bir türlü kurtaramıyor. Milyonlarca insanın hiçbir çıkarı olmadan bir araya gelmesini, doğaya ve çevreye sahip çıkmasını, birbirini hiç tanımayan insanların tarihi bir dayanışma içine girmelerini bir türlü kabullenmiyor.
Gezi direnişi milyonlarca insanın yaşam biçimine yapılmak istenen müdahalelere ortak tepkisidir. Her demokratik ülkede yaşanabilecek demokratik bir tepkidir.
Darbeye karşı çıkmak da aynıdır.
Demokratik tepkilerden bir kısmını vatan sevgisi bir kısmını vatanı sevmemekle açıklamaya kalkmak en hafif deyimle demokrasiye saygısızlıktır.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

İş dünyası pazarlama konusunda Erdoğan’ın talimatlarını bekliyormuş


Hürriyet’ten Fatih Çekirge’nin yazısından öğrendiğime göre TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın talimatı üzerine “otomobil fabrikası yapmak üzere” kolları sıvamış.
Biliyorsunuz Erdoğan TOBB Genel Kurulu’nda “Artık Türkiye’nin bir otomobil fabrikası kurmasının zamanı geldi, bunu da TOBB üyelerinden bekliyorum” demişti.
TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu otomobil yapabilecek durumda olduğumuzu belirterek “Sanayi üretimindeki üyelerimiz tamamı yerli otomobili yapacak güçte, ancak iş sadece araba yapmakla bitmiyor, bunun pazarlaması da çok önemli” demiş.
Çok doğru. Bugün Maslak Sanayi’de öyle ustalar var ki motorun bütün parçaları dahil tamamen yerli otomobil yapabilecek kalitedeler. Ama ya pazarlama?
Çekirge’nin yazısından bunun da nasıl olacağını öğrendim. Rıfat Hisarcıklıoğlu AKP Genel Başkanı’ndan randevu almış. Bu durumu kendisine arz edecekmiş. Daha sonra (pazarlama konusunda) vereceği talimatları dinleyecek ondan sonra da otomobil yapımına başlanacakmış.
Çok merak ediyorum, bunca yıllık sanayicilerin bulamadığı “pazarlama yöntemi” konusunda Erdoğan nasıl talimatlar verecek?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Kavurmacı ile gazeteciler aynı kefeye konamaz


Hürriyet’in yazarlarından Ahmet Hakan “iyi niyetle” olduğunu sandığım bir yazı yazmıştı dünkü köşesinde. Diyor ki “Kavurmacı niye serbest demeyelim, diğerleri neden tutuklu diyelim.”
Hakan daha sonra gazetecilerden örnekler vermiş. Örneğin Kadri Gürsel’i, Ahmet Şık’ı, Musa Kart’ı saymış. Arkasına birkaç tane de FETÖ’den tutuklanan gazeteci adı koymuş.
Dediğim gibi “iyi niyetli” bir yazı ve ilk okunduğunda hoşa da gidiyor.
Oysa Kavurmacı gibi darbeye finansal destek sağlamakla suçlanan bir kişi ile sırf gazetecilik yaptıkları için tutuklanan kişileri aynı kefeye koymak olmaz, en hafif deyimle ayıptır.
O gazetecilerin bırakın tutuklanmalarını, yargılanmaları bile hakka hukuka aykırıdır.
Eğer Kavurmacı ile birileri kıyaslanacaksa aynı suçtan içerde olan binlerce kişi ile kıyaslanmalı.
Sorulacak soruyu daha önce sordum; “Neden hep zengin FETÖ’cüler tahliye ediliyor?”
Ahmet Hakan kıyası burada yapmalı bence. Adliyede bir FETÖ Borsası kurulduğu dedikoduları ayyuka çıkmış durumda. Belki elde somut bir kanıt yok ama nedense paralı bütün FETÖ’cüler türlü gerekçelerle tahliye olmayı becerdiler. İçerde kalanlar ise büyük paralar ödeyecek güçte olmayanlar.
Keşke Ahmet Hakan Hürriyet gibi çok satan bir gazetede bunu dile getirse.

ŞAŞIRDIM

Para alarak dini bilgiler vermek olmazmış


Ramazana girdik ya kanallarda “Ramazan saati” furyası da başladı. Elbette ramazan ayında bu duyarlılığı taşıyan programlar yapılacaktır ama biliyorsunuz bizde bu programlardan çok o programları sunanların aldıkları ücretler konuşuluyor.
Tabii nasıl konuşulmasın, astronomik paralar alıyor ahaliye “dini bilgiler veren” konuşmacılar.
Verilen paralar kanalları ilgilendirir. Demek ki o saatlerde aldıkları reklam ve sponsor gelirleri bu giderleri karşılıyor. Yoksa kimse babasının yüzü suyu hürmetine o paraları ödemez.
Tamam da peki, dini bilgiler veren konuşmacıların bunun karşılığında para almaları dinen caiz mi?
İşte Habertürk Gazetesi bu soruyu Diyanet İşleri Başkanlığı’na sormuş. Cevap çok ilginç. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı verdiği cevapta “Her Müslümanın dini bilgileri hiçbir karşılık beklemeden vermekle yükümlü olduğunu” belirtmiş. Diyanet’e göre “Eğer kişi başka bir işten para kazanıyorsa dini bilgiler vermesi karşılığında para alamazmış.”
İşin tuhafı o programlarda dini anlatan konuşmacılar fakirliği kutsuyorlar, fakirlerin şikâyet etmemesi gerektiğini söyleyerek “Allah sizi mutlaka ödüllendirecektir” falan diyorlar. Ya birileri kalkıp da “Hocam peki siz niye çok zenginsiniz?” diye sorarsa ne diyecekler acaba?