Türkiye’de din sorunu yoktur.
Türkiye’de itikat sorunu yoktur.
Türkiye’de Selefi/Vehhabi sorunu vardır.
Ne yazık ki...
“Bizim Mahalle” akademisyenleri, gazetecileri -kaba bir materyalizmle- teoloji konusuna hep uzak durdu. Oysa, insan bilinci toplumsal bir üründür. Bu sebeple din’in ideolojik ve sembolik “dilini” kavramak şarttır...
“Karşı Mahalle” ise, düşünsel duygusallığı bir türlü aşamıyor; hurafeyi gerçek sanıyor.
Öyle ki:
Sünnilik ile Selefilik farkının ayırdında değiller. (İçinde Matüridilik olan Sünniliğin, Selefilik ile yan yana durması imkansızdır. Ama. Konumuz gereği meselenin dini değil politik yönünü ele alacağız...)
18’inci yüzyıl son çeyreğinden itibaren Sünnilik içinde -siyasi ve itikadi- derin ayrışma yaşandı. Muaviye’nin Emevi devletini diriltmeyi rehber edinen Suudiler, Sünniliği tasfiye ederek -kafasına göre uydurdukları- Selefiliği “kimlik” edindi.
Osmanlı, Sünnilik dışında gördüğü bu Emevi takipçilerine “Vehhabi” adını verdi.
Osmanlı’nın çöküşüyle Vehhabi hareketi salt Suud Krallığı’nın “ideolojik çimentosu” olmadı.  Bu başarı siyasal-mezhepsel yeni bir “görüşün” doğmasına neden oldu.
Öyle ya... Sünni Osmanlı ölmüştü.
Suudiler eliyle Selefi/ Vehhabilik “İslami kurtuluş” algısıyla Müslümanların fikri hayatına sokuldu. Afgani’den Abduh’a bu düşünceyi entelektüel alana sokanların İngiliz emperyalizminin gölgesinde yaşamaları bu büyük stratejinin ardında kimlerin olduğunu açıklıyor! (Türkiye’de çok konuştuğumuz eğitim-öğrenim yoluyla köklü dönüştürme Muhammet Abduh’tan Gülen ve Erdoğan’a uzanan bir anlayıştır! Neyse...)
Sünnilerin zihin dünyası 20’nci yüzyıl itibarıyla hızla Selefi/Vehhabilik ile dolduruldu.
Selefi/Vehhabi çizgisi, İslam’ı ideolojik araç haline getirip siyasal düşünceden günlük hayata dair tek belirleyici oldu!
Sünnilik sadece ibadet alanıyla sınırlandırıldı...
Hele...

Nakşibendi savruluş


Yıl, 1979.
İran Devrimi, İslam dünyasında köklü siyasal dönüşüme sebep oldu. Anti-emperyalist Şii politik tavrın karşına, “Sünnilik” yalanı altında ABD-İsrail destekli Selefi/Vehhabilik hareketi çıkarıldı.
İslam coğrafyasında “devrim” sempatisinin önünü kesmek için, Afganistan’da Kızıl Ordu’ya karşı savaşan “özgürlük savaşçısı” Taliban rüzgarı estirilmeye başlandı.
Türkiye gibi ülkelerde İran Devrimi’ne sempati duyanlar yok edildi; diğer yandan Selefi/Vehhabi düşüncesini benimseyenlerin önü açıldı. Erdoğan bu isimlerden biriydi. Düşüncel dünyasını Suudi Arabistan’da, Mısır’da eğitim görmüş -M.Emin Saraç gibi- isimler oluşturdu. (Ayrıntıları “Kayıp Sicil” kitabımda yazdım...)
Seyyit Kutup ve Mevdudi gibi Selefi/Vehhabi çizgisinde olanların kitapları MİT eliyle çevrilip dağıtıldı. Örnekler çok; bu bir empeyalist stratejiydi:
Bu amaçla Ankara İlahiyat Fakültesi’nin müfredatının nasıl değiştirildiği sır değil. YÖK’ün felsefe, kelam derslerini neden gözden düşürüldüğü sır değil. Keza.
İmam hatiplere en büyük desteği 12 Eylül 1980 darbesinin destek verdiği bilinir de bu okulların derslerindeki değişim hiç gündeme getirilmez!
Sünniliğin kalesi Nakşibendilik bile, -Halidiyye ekolüyle- hızla Selefi/Vehhabiliğe savruldu. Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi’den sonra Nakşibendi Gümüşhane Dergahı’nın bu çizgiye nasıl çekildiği de ayrı çalışma konusudur. Neyse... Sonuçta...
İngiliz stratejisinin ürünü Selefi/Vehhabili ekolü bugün IŞİD ile, Ortadoğu haritasını değiştirmenin gerekçesi olarak emperyalistler tarafından kullanılmaya devam ediyor.
Tüm bu bilgileri vermemin sebebi şudur...

Hiç kolay değil


Barzani, Nakşibendi Kürt Halidiyye ekolünden. Yani, Selefi/Vehhabi çizgisinde. Anayasasına “dört eş almayı” yazdıran anlayışa sahip.
Suudilerin arkasında duran İsrail’in, bugün Barzani’yi desteklemesi tesadüf değildir.
Evet, Erdoğan Barzani’nin oyununa geldi.
Barzani, Erdoğan’dan, “Bağdat’taki Şiiler bizi boğmak istiyor” diyerek “mezhepsel” destek aldı.
Ne yazık ki... Düşünsel iklimi Selefi/Vehhabi havasında “yeşeren” Erdoğan, Irak ve Suriye’de taraf oldu.
Ancak.
Aynı Erdoğan, -umarım bu yine günlük pragmatik politik manevra değildir- oyunu bozdu. Barzani’ye beklemediği kadar sert tepki gösterdi.
Bununla kalmadı:
Gerek İran ve gerekse Bağdat yönetimiyle ortak hareket etmeye başladı. Bu emperyalizmin “böl ve yönet” stratejisine vurulmuş sert bir tokattır. Çünkü...
Mesele sadece politikayla sınırlı değildir.
Emperyalizmin gölgesindeki Selefi/Vehhabi hareketine körü körüne biat edilmediğinin/bağlanmadığının sembolik işaretidir. Yıllarca... En büyük düşmanı gördükleri Şiiler ile Ortadoğu politikaları konusunda el sıkışan Erdoğan var karşımızda.
Bu basit ve kolay duruş değildir. Müslüman dünyasında farklılığa ve çeşitliliğe karşı düşmanca tavır alan Selefi/Vehhabi hareketine karşı tarihsel çıkıştır.
Umarım:
12 Eylül’le başlayan Özal’la devam edip Erdoğan’la büyüyen emperyalizm gölgesindeki Selefi/Vehhabi hareketinin gerçek yüzü ülkemizde bütünüyle ortaya çıkarılır.
Umarım:
Bu sadece politikayla sınırlı kalmaz. Erozyona uğratılan Sünnilik silkinip gerçek itikat çizgisine döner.
Hep yazdım:
“Türkiye İran Olmayacak” sloganı bir CIA-MOSSAD üretimidir.
Ne Türkiye, İran olsun...
Ne İran, Türkiye olsun...
Ortadoğu’nun kadim uygarlıkları emperyalizme karşı el ele versin!