Kadınlarımızın dramıdır.
Adam bir sene askerlik yapar.
Elli sene anlatır.

*

Tam teçhizatlı 25 kilometre koşardık, arkadaşımı sırtımda taşıdım, kaplumbağa yedim, çıngıraklı engereği sote yaptım, çarşı iznine tankla çıktım, Aksaz’dan atladım Foça’ya kadar yüzdüm, denizaltıya mayın yapıştırdım, 37 gün uyumadığımız zamanlar oldu, dağda 45 gün aç kaldık, komando bıçağıyla ayı avladım, komutanın kızı bana hastaydı, pilot yolda bayıldı, F16’yı ben indirdim, devre arkadaşımın paraşütü açılmadı, diklemesine süzülüp havada yakaladım filan.

*

Hiç kimse askerde patates soyduğunu anlatmaz. Kenef nöbeti tutarken hatırası olanı duyamazsın. Ağaca tekmil verdiğini söylemez. Yılan yedim, kaplumbağa ısırdım, sallar... Halbuki, bakın geçenlerde Manisa’da alt tarafı besin zehirlenmesi oldular, beş gündür ağlaya ağlaya bi hal oldular, sanırsın kışlaya atom bombası düştü.

*

Hatırlarsınız, Kurtlar Vadisi’ndeki tiyatrocu çıktı, “Kıbrıs’ta vatan için 10 kişiyi öldürdüm, acımasız bir savaştı, genç bir Rum esiri havan topuna zincirlenmişti, sorguya çektim, suratıma tükürdü, alnından vurdum, sonra çatışmada dokuz Yunan askerini öldürdüm, et yiyemiyorum hâlâ, aklıma kokmuş cesetler geliyor, Yunan kurşunu miğferimi deldi geçti, saçımı kopardı, bir milim aşağıdan gitseydi, şu anda yoktum” dedi. “Beşparmak Dağları’nı tek başıma aldım, Makarios’un rahibelerini yatağa attım” da diyebilirdi. Çünkü... Kıbrıs’ta sadece 20 gün kaldığı, kantinde çalıştığı, nöbet bile tutmadığı, eline silah bile almadığı, torpil yaptırıp Türkiye’ye kaçtığı ortaya çıktı!

*

Kimisi badanacı olduğu halde, kozmik oda’da askerlik yaptığını, savaş planlarının kendi elinden geçtiğini anlatır, kimisi çaycı olduğu halde, paşanın kendisini oğlu gibi sevdiğini, devlet sırlarını emanet ettiğini söyler, kimisi de tabur komutanın şoförü olduğu halde, kendisine gizemli havalar vererek “yemin imzası attım, anlatamam, bildiklerim benimle birlikte mezara gidecek” falan der.

*

(Böyleyiz biz... Subaylarımızı, astsubaylarımızı, uzmanlarımızı, onların emri altında vuruşan kahramanlarımızı tenzih ediyorum. Onlar zaten anlatmaz. Gerisi, milyonlarcası palavradır.)

*

Asker ocağında mıntıka temizliğinden başka işe yaramayan osuruktan tipler, hafta sonu çarşı iznine çıkar, fotoğraf stüdyosuna girer. Kafaya bandana bağlayıp tırtıllı komando bıçağı ısıran mı ararsın, maket roketatarla dekordan mevziye yatan mı... Tahtadan el bombasını ayak bileğine bağlayarak, zodyakla poz vereni bile gördüm. Ben alt tarafı sekiz ay kısa dönem piyade oldum, devre arkadaşlarımın yarısı koluna paraşütçü dövmesi yaptırdı. Bize şarjörü dolu G3 bile vermediler, tankla fotoğrafı olanlar var. Savaş uçağına yaslanıp hatıra fotoğrafı çektirene kimse sormuyor nasıl olsa, “birader sen pilot muydun?”

*

(Tırışkadan askerdim ama, suç dosyam acayip kabarıktır. İlk hapis cezamı, nöbette olmam gereken saatte bando bölüğünde tromboncuyla pinpon oynarken yakalandığım için almıştım. Sahte imzayla başkasının yerine çarşı iznine çıktığımda da delirmişti üsteğmen, bir hafta disko’ya tıkmıştı beni... Neyse ki, en iyi “aç aç” biletini ben sattığım için üç günde affetmişlerdi. Eski bi Playboy kapağı ayarlamıştım, avcı taburuna girip, aç aç’a bu gelecek diye gösteriyordum, biletler 20 saniyede tükeniyordu!)

*

Üç sene öncesine kadar, nüfusa oranla en fazla fotoğraf stüdyosu bulunan şehrimiz, Burdur’du. Niye biliyor musunuz... Burdur’un nüfusu 70 bin kişiydi ama, bedelliler 270 bin kişilik fotoğraf çektiriyordu! Zahmet edip yorulmasınlar diye, tugay’ın içine bile fotoğraf stüdyosu kurulmuştu. Her sene ihaleyle kiralanıyordu. Parasıyla askerlik yaptıran genelkurmayımız, fotoğraflardan komisyon alıyordu.

*

(Sayın hükümetimiz sayesinde, şimdi artık bedellilerin kışlaya gitmesine bile gerek kalmadı, bankadan dekont almaları yeterli oluyor, bu nedenle Burdur’daki fotoğraf sektörü komaya girdi.)

*

Tatil köyü gibiydi bedelli tugayı... Butiği vardı, hediyelik eşya dükkanı vardı, kantinlerde meze bile bulunuyordu, canın çekerse, dışardan pizza sipariş edebiliyordun, otobüsle Antalya’ya gezmeye götürüyorlardı. Ama istisnasız hepsinin “Rambo” fotoğrafı var. Stüdyoda dağ posterinin önünde maketlerle poz verip, facebook sayfalarına koyuyor, altına da “şehitler ölmez vatan bölünmez” filan diye döşeniyorlardı. “Cudi eteklerindeyken” diye yazan bile vardı!

*

Ve şimdi...

*

15 Temmuz darbe girişimi sırasında, Kızılay’da tek başına tankları durduran, o sırada yaralanan, gazi unvanı alan, gazi tazminatı alan, gazi maaşı bağlanan, yandaş medyada “beş tankı durduran kahraman” diye manşet yapılan arkadaş “çakma gazi” çıktı!
Yandaş medyaya verdiği röportajlarında “ben yetim büyüdüm, vatanım yetim kalmasın diye tanklara siper oldum, Anadolu halkı yetim kalmasın diye çarpıştım, dört tankı durdurdum, beşincide ezildim, çenem dağıldı, kemiklerim kırıldı, hiç önemli değil, vatan olmadan can olmuyor” diyordu.
Meğer... Cep telefonunun o gece Kızılay’dan sinyal bile vermediği ortaya çıktı, bizzat kendi akrabası karakola giderek ihbar etti, “kahraman falan değil, kavga ettik, çenesini ben kırdım, devleti dolandırıyor” dedi.

Tankları durduran kahraman gazi (!) hakim karşısına çıktı, paraları iade etti, gazilik haklarımdan vazgeçiyorum diye dilekçe verdi.

*

İnsan “gerçek kahramanlarımız” adına hakikaten üzülüyor ama, “vatan kurtaran aslan” hikayelerimiz genelde böyle sonuçlanıyor.

*

Fatih Sultan Mehmet ayaklarıyla 19 Mayıs’ın karşısına 15 Temmuz’u koymaya kalkınca, Ulubatlı Hasan’ın da anca bu kadar oluyor!