Sevgili okurlarım,

ABD, Fransa ve İngiltere, Şam yönetimini, Duma’daki muhalif grupları zehirli gazla katletmekle suçlayarak, 14 Nisan’da Suriye’ye karşı “cezalandırıcı” ve “caydırıcı” bir hava saldırısı düzenledi. ABD liderliğindeki bu operasyonla, “kimyasal silah üreten tesisler, komuta kontrol merkezleri ve Hizbullah ile İran kökenli milislere ait hedefler” vuruldu. Operasyondan sonra Savunma Bakanı Mattis, “Bu yıl kullandığımız silahlar geçen yılki saldırıdan iki misli güçlüydü, ama, harekâtımızı sadece kimyasal silah hedefleriyle sınırladık” diyerek, saldırının Esad rejimini yıkma amacını gütmediğini söyledi. Esad rejimine yöneltilen suçlamaları reddeden Rusya ile İran ise bu olayın Batı tarafından düzenlenen kirli bir tezgâh olduğunu ileri sürdü. Rusya, provokasyonun arkasında İngiliz istihbaratının bulunduğunu özellikle vurgulama ihtiyacını duydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Astana sürecindeki ortaklarına karşıt bir tutum sergileyerek saldırıyı alkışladı!

Akıllı füzelerle gerçekleştirilen saldırının hayli karanlık noktaları bulunduğu gibi, ciddi siyasi ve askeri yankılarının olacağı da anlaşılıyor.

Bugünkü söyleşimizde tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la bu sorunları ele alacağız.

* * *

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Esad rejimince, Duma’daki muhaliflere karşı zehirli gaz kullanıldığı iddiasına AKP iktidarının yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?

ESAD’IN KİMYASAL SİLAH KULLANDIĞI KANITLANMALI

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Dışişleri Bakanlığı bu konuda yaptığı resmi açıklamada, “Tüm insanlığın vicdanına tercüman olan bu operasyonu, memnuniyetle karşılıyoruz” ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da operasyonu desteklediğini söyledi ve “Bunun failinin bedelini ödemesi lazım” dedi... Ancak, fail olarak gösterilen Esad rejiminin suçu kanıtlanmış değil!.. ABD Savunma Bakanı Mattis dahi, saldırıdan önce gazetecilere operasyonun daha sağlam kanıtlar elde edildikten sonra yapılması gerektiğini söylemişti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, telefonla görüştüğü Putin’e “Elimizde bu konuda somut kanıtlar var” demişse de, Putin’e bu kanıtları göndermeyi reddetmiş! Böyle bir durumda, Ankara’nın, “Irak’ta kimyasal silah var” yalanıyla Irak’ı işgal ve mahveden sicilleri bozuk ABD ve İngiltere’nin, hiçbir hukuki meşruiyeti olmayan, hiçbir inandırıcı kanıta dayanmayan, sırf şüphelere istinaden, Suriye’nin bombalanmasını desteklemesi, ne insanlığın vicdanına sığar, ne ahlakidir, ne de akılcıdır!.. Böylesine vahim bir iddianın Birleşmiş Milletler bünyesinde araştırılıp karara bağlanması, yani hukuki bir dayanağının olması gerekir. Ankara’nın yaptığı gibi, meşruiyeti uluslararası hukuka dayanmayan müdahalelerin desteklenmesi, her isteyen ülkenin gözüne kestirdiği bir diğerine “kimyasal silah kullandın” diyerek saldırmasına yol açar.

(U.D.): Fransa Cumhurbaşkanı Macron Suriye’ye yapılan harekâtın “Türkiye’yi Rusya’dan ayırdığını” söylemiş. Bu sözleriyle Türkiye-ABD yakınlaşmasını mı kastediyor?

(Ş.E.): ABD’nin, PKK/PYD’ye yönelik tutumu değişmediği ve garnizon devlet projesinden vazgeçmediği sürece, Türkiye’nin ABD ile yakınlaşması beklenmemelidir.
ABD bu konulardaki pozisyonunu koruduğuna göre, Türkiye-ABD ilişkilerinde olumlu yönde kayda değer bir gelişme olacağını düşünmek hatalı olur!..


(U.D.): Peki o zaman Macron’un beklentisi ne?

TÜRKİYE İLE RUSYA’NIN ARASINI AÇMAK İSTİYORLAR

(Ş.E.): Macron, Türkiye ile Rusya’nın arasının açılacağını ve bunun sonucu olarak Cenevre sürecine rakip olarak gördüğü Astana/Soçi sürecinin çökeceğini umut ediyor ve bu olasılıktan duyduğu memnuniyeti gizleyemiyor. Ancak hem Moskova’nın, hem de Ankara’nın, “Bazı konularda aramızda görüş farklılıkları olduğu sır değil, ama bu durum, ilişkilerimizi ve işbirliğimizi etkilemez” yolundaki açıklamaları Macron’un umutlarının kursağında kalmasına yol açtı. Ancak bu olayın iki ülke ilişkilerinde bir kırılganlık yaratmadığı da söylenemez. Putin kısa bir süre önce, Suriye saldırıya uğrarsa ABD’nin atacağı füzelerin havada imha edileceğini ve atan vasıtaların da vurulacağı mealinde bir ifadede bulunmuştu. Fakat saldırı gerçekleşince, pasif ve tırmanmaya yol açmayacak bir karşılık vermekten dahi kaçındı. Bu da kuşkusuz karizmasının çizilmesine yol açtı. Böyle bir eziklik içinde, Türkiye’nin Amerikalılardan yana saf tutmasına karşı duyduğu tepkiyi uygun gördüğü bir ortamda örtülü veya aleni bir şekilde ortaya koyabilir. Türkiye’nin, büyük bir zafer olarak haklı övünç duyduğu Zeytin Dalı Harekâtı, Rusya’nın mutabakatı olmadan gerçekleştirilemezdi. Bu bakımdan Türk-Rus ilişkilerinde bir rahatsızlık duyulduğunda Dışişleri Bakanı Lavrov’un, “Afrin’i Suriye’ye devredin” önerisiyle tekrar Türkiye’nin karşısına çıkması sürpriz olmayacaktır. Moskova, ilişkileri temelden zedeleyeceğini düşünerek Afrin konusu üzerine gitmeyebilir, ancak İdlib’de Türkiye’nin işi zorlaşacaktır.

RUSYA SURİYE’YE YÖNELİK SALDIRILARDA PASİF KALDI

(U.D.): İdlib konusunu ele almadan önce, Rusya Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamaya değinmek istiyorum. Buna göre Suriye, elindeki S-125 ve  S-200 hava savunma sistemleriyle ABD ve müttefikleri tarafından atılan 103 füzeden 71’ini havada yakalayıp imha etmiş. Başkan Trump ve Pentagon ise tüm hedeflerin eksiksiz vurulduğunu söylüyor. Bu iddiaların hangisi doğru?

(Ş.E.): Rus Genelkurmayı’nın açıklamasını okuyunca insan gayri ihtiyari “Rusya’nın eski nesil/demode hava savunma sistemleri bu denli etkiliyse, yeni nesil S-400’lerin olağanüstü bir performansa sahip olması gerekir” diye düşünüyor ve “teknoloji savaşında Rusların Amerika’dan ilerde olduğu” gibi bir sonuca varıyor. Fakat Rusya, ne geçen yılki saldırıda ne de bu yıl,  S-400’leri devreye sokmadı. Oysa Trump’ın “Hazırlan Rusya, çünkü bu füzeler gelecek. Hepsi yeni ve akıllı füzeler” içerikli dünyayı çalkalayan mesajından sonra Putin’in bu meydan okumaya karşı koyması ve “ünlü” S-400’lerini devreye sokup, ABD’nin akıllı füzelerini durdurması gerekirdi. Bu hareket pasif savunma olduğu için, savaşı tırmandırıcı bir davranış da olmazdı. Ama Putin bundan bile çekindi...

(U.D.): Putin’in aşırı ihtiyatını neye bağlıyorsunuz?

(Ş.E.): Zannederim ABD tarafının teknolojik üstünlüğü... Pentagon yetkilisi Korgeneral McKenzie açıklamasında şu hususları vurguladı: “Attığımız her füze hedefi vurmuş ve imha etmiştir. Esasında Suriye hava savunma sistemleri daha ateşlenmeden ABD ve müttefiklerinin füzeleri hedeflerini vurmuşlardır. Suriye hava savunma sistemleri attığımız füzelere hiçbir isabet kaydedememiştir.” Görüleceği üzere, operasyonda kullanılan silahlar konusunda taraflar arasında bir dezenformasyon savaşı var. ABD tarafından verilen bilgilerin bana daha gerçekçi geldiğini söylemeliyim...

(U.D.): Şimdi İdlib konusuna gelelim. İdlib tam bir insani felaket bölgesi. Türkiye bu cehenneme neden girdi?

(Ş.E.): Türkiye’nin Astana Anlaşması gereğince, “muharip” taraflar arasında ateşkesin uygulanmasını sağlamak, güvenli bölgeler oluşturmak, bölgedeki krizlere siyasi çözüm bulunması için uygun koşullar yaratmak ve insani sorunlara çözüm sağlamak amacıyla İdlib’de garantör sıfatıyla sorumluluk alması, şu üç amaçla oldu. Birincisi; Afrin harekâtı için Rusya’nın yeşil ışık yakmasını sağlamak, ikincisi; Türkiye’ye bir göç dalgasını önlemek, üçüncüsü de; savaşı kendi sınırlarından mümkün olduğunca uzak tutmak... Türkiye Afrin projesini gerçekleştirdi. Şimdi İdlib’deki mevcudiyeti, belirtmiş olduğum diğer iki önemli amaçtan kaynaklanıyor. Türkiye ateşkesin uygulanması için kuzeyden güneye doğru saptanan gerginliği azaltma şeridi boyunca 12 gözlem noktası kurmakla mükellef. En son kurulan 9 gözlem noktası Türkiye sınırlarından 88 kilometre güneyde Morin mevkiinde bulunuyor. Bu 9 gözlem noktası veya karakol, cihatçılar ile Suriye birliklerini birbirinden ayırıyor.

19szt04a_ist_izm_ant_ank_trb

Suriye sınırımız cihatçı yığınağı haline dönüşüyor


(U.D.): Yedi yıldır Esad rejimiyle savaşan cihatçılar şimdi birden Türkiye sınırına yığılmaya başladı. Bu durum, Türkiye’nin İdlib’deki görevini nasıl etkileyecek?

(Ş.E.): Türkiye halen son derece tehlikeli iki durumla karşı karşıya bulunuyor. Bunlardan birincisi, Şam yönetiminin, topraklarını cihatçı muhaliflerden kurtardıkça, bu guruplardan teslim bayrağı çekenlerin aileleriyle birlikte İdlib’e, Afrin’e ve Fırat Kalkanı bölgesine yerleştirilmesinden kaynaklanıyor. Yani, Türkiye’nin sınır boyu cihatçı yığınağına dönüşmüş bulunuyor. İkincisi; Suriye ordusu Yamuk’tan sonra Hama ve Humus’taki cihatçı cepleri de arındırdıktan sonra İdlib’e taarruz edecektir. Halen nüfusu 2,5 milyona erişmiş olan İdlib’de, her yerden sürülerek toplanmış olan silahlı cihatçı örgütlerdeki militanların sayısının 50 bini geçtiği söyleniyor. Bunlardan 20 bini, halen İdlib’i kontrol eden Heyet Tahrir El Şam’ın (eski adı El Nusra) komutasında bulunuyor.

(U.D.): Peki, bu cihatçıların kaderleri ne olacak?

KİTLESEL CİHATÇI GÖÇÜ OLABİLİR

(Ş.E.): Bu kişilerin Suriye toplumuna entegre edilmesi gerekiyor. Ancak, bu konu Astana süreci çerçevesinde ele alınmış değil. Bunun dışında başka büyük bir tehdit ufukta beliriyor. Belirtiğim gibi, Suriye ordusu Hama ve Humus bölgesinde bulunan muhalefet ceplerini cihatçı gruplardan arındırdıktan sonra İdlib’e saldıracaktır. Eğer rejim ile cihatçılar arasındaki bu savaş, hava gücünden de yararlanan Suriye rejimi tarafından bir toptan imha hareketine dönüştürülürse İdlib büyük bir katliama sahne olacaktır. Bu durumun sınırlarımızı zorlayacak kitlesel bir göç dalgası yaratması kaçınılmazdır. Eli kulağında bu tehdide karşı koymaya yönelik önlemleri almak için derhal hazırlıklara başlanması zorunludur.

sozcu-banner-1