Selin KÖK / Sözcü GazetesiBenim bitirdiğim okulun adı hayatla mücadele üniversitesi
Hayatında ilk kez 10 yaşında et yedi... Çırak olarak çalıştığı kasabın önce ustası, sonra patronu oldu. Şimdi 36 şubelik lokanta zincirinin başında... İşte Asan’ın başarı öyküsü
Nasıl bir hikayeyle karşılaşacağımı bilmiyordum... İçeri girdiğimde daha “Cüneyt Bey” dememe fırsat kalmadan “Usta burada” diye eliyle yönlendirdi beni genç garson...
Hızlı konuşan, yerinde duramayan bir adam Cüneyt Asan...
Enerjisi “Hay maşallah” dedirten cinsten...
Masaya oturur oturmaz “Ne yersin?” diye sordu... “Bir şey yemem, sizi görmeye geldim” dedim... İtiraz etti... “Buraya gelip de et yemezsen beni anlayamazsın...”
Sonra da donattı sofrayı... Masaya her tabak gelişinde, çok sevdiği ve yıllardır görmediği birini karşılar gibi ellerini açıp “Şunlara bak Selin, işte bunlar benim hayatım” diyordu... Ne yalan söyleyeyim şaşkındım... Hikayesini dinlediğimde bu şaşkınlığımın bin kat daha artacağını tabii henüz bilmiyordum...
Kapıcı Rıza Efendi’nin oğluyum
Erzincanlı bir ailenin oğlu, Cüneyt Asan... Ailesi, o henüz 3 yaşındayken taşı toprağı altın İstanbul’a göçenlerden... İstanbul’un meşhur Bağdat Caddesi’nde zenginlerin oturduğu bir apartmanda iş buluyor babası...
Ne işi?
Kapıcılık...
Dimdik doğruluyor, göğsünü gere gere tekrar ediyor...
Benim babam kapıcıydı... Ben, kapıcı Rıza Efendi’nin oğluyum... Sabahları erkenden kalkar, apartmanın servisini yapar sonra bizi okula gönderirdi. Bizim rahatımız için namusuyla çalıştı hep... Benim babam kahramadı...
Zor muydu o yıllar?
Hem de nasıl... Ben çocukluğumu hiç yaşamadım ki... 10 yaşında büyümüştüm ben...
Muhtaçtık, o yüzden çalıştım
Nasıl yani?
Hayat beni tercih yapmaya zorladı. Ya okuyacaktım ya da çalışacaktım... Muhtaçtık... Ben çalışmayı seçtim...
Yaşadıklarını içine sindirmiş bir adam vardı karşımda...
Okulda yardımlarla okuyordum... Aile birliğinin verdiği üst baş, kitap defterle yani... Bir günde aklım başıma geldi, “Çalışman gerek Cüneyt” dedim...
Peki sonra...
Bostancı’da dolmuş duraklarının karşısı kasaplar çarşısıydı. 9 yaşındaydım gittim oraya başladım iş aramaya... O dükkan senin, bu dükkan benim hepsine girdim. En sonunda birinde iş verdiler bana. Kasap çırağı oldum...
Adı neydi kasabın?
Bahar Kasap... Kasabın çırağı Cüneyt’tim ben de...
Okul ne oldu peki?
Sabahları okula gidiyordum... Öğlen eve uğramadan doğru kasaba... Çarşının üst tarafı sinemaydı o zamanlar, film aralarında da yukarı çıkıp gazoz, gofret satıyordum... Günde
5 kuruş da oradan kazancım oluyordu...
Akşam da eve dönüyordunuz...
Hemen değil... Önümüz vapur iskelesiydi ya... Karşıdan, adalardan gelenler filan oluyordu akşam vapuruyla... İşten çıkınca hamallık yapıyordum bir de iskelede... 5 kuruş da oradan... Az para mı günde 10 kuruş ekstradan cepte...
Parayı ne yapıyordunuz, harçlık mı?
Ne harçlığı... Her akşam babamın eline sayıyordum... Büyük bir gururla, evin küçük erkeğiydim... Babama yardım ediyordum, havamı bir görseydin...
Babama bir kez karşı geldim
Baban da memnun olmuştur, oğlum bana destek oluyor diye?
Yok olmadı... Babam çok kızdı, “Olmaz. Sen okuyacaksın, ben çalışacağım” dedi. O doğrusunu düşünüyordu, ama ben gerçekleri görüyordum... İhtiyacımız vardı...
Kimin dediği oldu?
Babama belki ilk kez ve son kez karşı geldim. İlkokulu bitirdim, okulu da bıraktım...
Tek diploma mı var?
Okuldan alınma tek diplomam var... İlkokul mezunuyum... Ama hayattan alınmış diplomalarım çok, Allah’a şükür... Benim bitirdiğim üniversiteyi kolay kolay kimse bitiremez... Hayat mücedelesini bitirdim ben...

Çalıştım, sabrettim ve beni dövenlerin patronu oldum
Okulu bırakınca artık sabahları doğru işe herhalde?
Aynen öyle... Herkesten önce kalkıyordum dükkana gidiyordum... Camları siliyordum, temizliği yapıyordum... Sonra ustalar geliyordu...
Okula giden arkadaşlarınızı görünce üzülüyor muydunuz?
O zamanlar hayır. Çünkü parasızlık tak etmişti canımıza... Hem evimize et giriyordu...
Bu her şeye değerdi...
Nasıl yani?
Şimdi bizim sektörde bir şey vardır... Kasapta çalışıyorsan haftada bir kez bir kilo et bedava alma hakkın olur... İşte bemin de öyle bir hakkım vardı... Evdekiler de ben de o sayede eti tanıdık... Para vermeseler bile o et için orada çalışmaya değerdi...
Bir lokma atıyor ağzına, şükredip konuşmasına devam ediyor...
Bildiğin gibi değil... Çalışmak dokunmuyordu... Her gün yediğim dayak dokunuyordu...
Çok çektim ben...
Kimden, ne dayağı?
Ustalarımdan... Hor görüyorlardı, itip kakıyorlardı... Geceli gündüzlü dua ediyordum... Sabrettim... Ben o günlerden biliyordum bugünlere geleceğimi... Sonra beni dövenlerin de patronu oldum...
Eşim benim her şeyim
Nasıl, ne zaman?
Askere kadar Bahar Kasap’ta çalıştım... Askerden döndükten sonra da İsmet ve Nimet
Yalçın kardeşlerimle Bahar Kasap’ı devraldık...
Kardeşim mi diyorsunuz ortaklarınıza?
Kardeşim onlar benim... Kader birliği yaptık biz... Bu dükkanda evlendik, bu dükkanla büyüdük... Ben eşimi bile bu dükkanda tanıdım Selin...
Müşteriniz miydi eşiniz?
(Başlıyor gülmeye...) Annesiyle gelirdi... İlk görüşte aşık oldum... Vermediler önce... Alışkınım ya mücadeleye, karımı da işimi de mücadele ettim ve aldım... (Resmini gösteriyor hemen... “Bak” diyor...) O benim her şeyim... Çok şeye katlandı...
Yokluk da gördü değil mi?
Görmez mi? Gördü tabii... 28 yıldır evliyim... Hep destek oldu bana, hâlâ da oluyor...
Benim en büyük dileğim neydi biliyor musun?
Neydi?
Karım, annemin çektiğini; çocuklarım da benim çektiklerimi çekmesin derdim hep...
Dileğiniz gerçekleşti mi peki?
Gerçekleşti tabii... Yediğimiz önümüzde yemediğimiz ardımızda... Eşim en güzel arabaya biniyor... Evimiz çok güzel... 3 çocuğum da en iyi okullarda okudu... Sağlığımız yerinde... Et yiyebiliyoruz... Daha ne isterim... Bak ne anlatacağım sana...
Ayakkabım bile yoktu
Anlatın hadi...
Selin, benim ayağıma giyecek ayakkabım yoktu... Hiç unutmam Almanya’dan bir akrabamız bana bir ayakkabı getirmişti 2 numara küçüktü... Ama giydim o ayakkabıyı... Ayakla-rım kanaya kanaya giydim...
O ara gözlerim ayakkabılarına takılıyor Cüneyt Asan’ın... Hani şu son zamanlarda moda olanlardan kalın tabanlı siyah İtalyan modellerinden... Anlıyor hemen...
İtalya’dan aldım... Hem de 3-4 rengini... Ama fiyatını söylemem...
Saatiniz de çok şık...
Kızarıyor yüzü... Eliyle kapatıyor saatini... “Yılların acısını çıkarıyorum öyle deme...”
Geçmişte yaşadıklarınız hep bir ders olmuş sanki...
Beni o yaşadığım acılar, sıkıntılar kamçıladı... Şu an ne yapıyorsam o günlerde verdiğim kararlar hepsi... Dedim ya sana kasaplarda çalışanların haftalık et hakları vardır diye, mesela bizde de var...
Her hafta herkese bir kilo et mi veriyorsunuz?
Hayır, iki kilo... Ustalar zaten alıyor... Ama çırakların iki kilo hakkı var... Bir kilo et yetmiyor çünkü biliyorum tam tadını alınca bitiyor...