20. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD) tarafından Antalya'da gerçekleştirildi. Türkiye'nin en yoğun katılımlı katılımlı kongrelerinden biri olduğunu belirten uzmanlar, yapılan basın toplantısında önemli konulara değindi.

SOBA ZEHİRLENMELERİNE DİKKAT!

Kongrenin basın toplantısında konuşan Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerim Güler, yaklaşan kış mevsiminde sıkça karşımıza çıkan karbonmonoksit zehirlenmelerine değindi ve basit önlemlerle bu zehirlenmelerin ve ölümlerin önüne geçilebileceğini vurguladı:

prof-dr-kerim-guler-bulten Prof. Dr. Kerim Güler


Önümüz kış. Karbonmonoksit zehirlenmesi vakalarını çok sık görüyoruz. Soba zehirlenmelerinde hakikaten çok üzücü olaylar oluyor. Tabi biz bunu her çeşit şekilde görüyoruz ama en çok soba zehirlenmesi olarak görüyoruz, çünkü sobaların bakımları yapılmıyor. Bacaların bakımı iyi olmadığı zaman da, mesela lodosta, bacada bulunan pervanenin dönmemesi, dumanın dışarıya çıkmayıp, içeriye geri tütmesine neden oluyor ve karbonmonoksit zehirlenmesiyle insanlar hayatını kaybediyor. Karbonmonoksit tatsız kokusuz bir gaz ve oksijenden 250 kere daha fazla kan hücrelerine bağlanıyor; kaslara oksijen yerine karboksihemoglobin gidiyor. Hatta kişinin o an hiçbir şikayeti olmasa da, o an kurtulsa bile aradan belirli zaman geçtikten sonra geç komplikasyonları da var zehirlenmelerin; görme, ileti, nörolojik komplikasyonları va. O yüzden son derece önemli bir konu. Halk bu konuda bilinçlendirilir, farkındalık arttırılırsa ölümlerin azalacağı inancındayım.

"GRİP AŞISINDA CİVA VAR MI?"

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Hacettepe Üni. Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hast. ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat Ünal ise grip ve nezle arasındaki farkın önemini anlattı. Gripten korunmanın yollarına da değinen Kiraz, vatandaşların grip aşısı ile ilgili endişelerine değindi:

prof-dr-sedat-kiraz Prof. Dr. Serhat Ünal


"Grip soğuk algınlığı değildir, şakaya gelmez" lafı bilimsel olarak doğrudur. Nezle, rhinovirüs başta olmak üzere bazı solunum yolu virüslerinin sebep olduğu soğuk algınlığı, halsizlik, bitkinlik, 37.5-38'lere varan vücut ısısı gibi belirtilerle kendiliğinden geçen bir hastalıktır. Ama grip hem üst solunum yolunu, hem alt solunum yolunu tutan ve influenza virüslerinin yaptığı, 39-40 derece ateş, halsizlik, bitkinlik, kas ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkar. Paçavra hastası dediğimiz bu hastalık ayakta geçirilemez, yatağa yatırır ve en az 7-10 gün sürer. Takip eden iki haftada halsizlik, bitkinlik devam eder. Grip doktora başvuruyu arttırır, hastaneye yatışı arttırır, ölümleri arttırır, aile yaşantısını bozar. Ayrıca işe başladıktan sonra dikkat dağınıklılığından dolayı iş gücü kaybını arttırır.

KİMLER GRİP AŞISI YAPTIRMALI?

Dünya Sağlık Örgütü'nün rakamlarına göre, yılda 1,5 milyar gribe yakalanıyor ve 250-500 bin de grip sebebiyle hayatını kaybediyor. Grip aşısını önerdiğimiz gruplar ise şunlar; 65 yaş üstü kişiler, immun sistemi zayıflamış, kronik akciğer hastalığı, kronik akciğer yetmezliği, kronik kalp yetmezliği, kanser tedavisi görenler, HİV hastaları ve buna son 2-3 yılda eklenen gebeler ve eksojen obezite hastaları. ABD’de üçüncü trimester gebelerde en sık ölüm nedeni grip. Grip gebelerde ya ölümcül seyredebilir ya da ölümcül seyretmese bile fetüs kaybına yol açar. Eksojen obezitesi olanlarda, vücut-kitle endeksi 40’ın üzerinde olanlarda, grip mortalitesi, obez olmayanlara göre 10 kat daha fazla seyrediyor.

Griple ölümü bir araya getiremeyebilirsiniz ama şöyle söyleyeyim, altta yatan hastalığı olmayanlarda grip 300 binde 1 kişide mortalite ile seyreder. Ama bu kişide diyabet varsa oran 8 kat arttırıyor, KOAH varsa 10 kat arttırıyor, ikisi de varsa 18 kat arttırıyor. Yani katlanarak artan bir mortalite oranı var ortada.

GRİPTEN KORUNMAK İÇİN...

Tedavide kullandığımız bir antiviral ajan var ama önce sağlıklı yaşam kurallarına uyacağız. Yediklerinizi yarıya, hareketinizi iki katına çıkartın, sigaradan, alkolden, hareketsiz yaşamdan uzak durun, sık sık ellerinizi yıkayın, hapşıran birini görünce uzak durun, o kişinin maske takmasını sağlayın. Ama tabi bunlar da yetmiyor, yetmediği içinde daha etkin koruyucu önlemler lazım ki o da grip aşısı.

Benim bu ülkede anlamadığım şeyler oluyor; grip mevsimi geliyor, tam aşılanma başlayacak, bazı televizyon kanallarında ‘grip aşısı sağlığa zararlıdır’ diyen bir takım insanlar programlara çıkıyor. Kim, neden, nasıl yapıyor? anlamış değilim. Ve bazı isimleri belli, bazıları ünvanlı, bazıları ünvansız doktor arkadaşlarımız çıkıp, "aşıya ne gerek var, onun yerine 30 dirhem çörek otu karıştırıp içersin, bütün immun sistemin ayağa kalkar, bütün hastalıklardan kurtulursun" deyip, bilimsel gerçeklikten uzak şeyler söylüyor. Tabi bilimden uzaklaşılan bir ortamda tartışmak kolay değil. Tıbbın yolu bellidir, dünyada tıp artık aşıların koruyuculuk oranını tartışmıyor. Dünyanın konuştuğu şey daha çok, "aşıyı daha nasıl yaygınlaştıralım, daha iyi aşı yapılabilir mi?" gibi konular. Biz ise "grip aşısını yapalım mı, yapmayalım mı?" diye konuşuyoruz hala.

Rakamlar verecek olursak, Dünya Sağlık Örgütü'nün 65 yaş üzeri kişilerde grip aşılama hedefi yüzde 75'tir. ABD, İngiltere, Hollanda gibi bazı ülkeler bu oranlara yaklaşmıştır, Türkiye’de 65 yaş üzeri değil, tüm toplumda bu oran yüzde 5'i anca buluyor. Türkiye’de 34-35 milyon kişi her yıl grip aşısı olmak zorunda. Ama Türkiye’de ithal edilen grip aşısı rakamlarına baktığımız zaman, en yüksek olduğu yıllarda 2.5 milyon, 2.5 milyonu böldüğümüzde de çıkan rakam ortada, ki onlarda gerçekten indikasyonu olanlara gitti mi?

GRİP AŞISI NE ZAMAN YAPILMALI?

Kasım sonu, aralık ortasına doğru bizde grip aktivitesi başlıyor, o yüzden erkenden olmaya gerek yok. Ekimin ikinci yarısından itibaren aşı olup, mart sonuna kadar korumayı sağlamak lazım.

GRİP AŞISINDA CİVA VE ADJUVAN VAR MI?

“Aşının içinde civa var, o yüzden yan etkisi olur.” deniyor, grip aşısının içinde civa yoktur, tek doz kullanımlık olduğu için koymaya gerek yok. İkincisi “Aşılarda adjuvan var” deniyor, yapılan araştırmalara göre adjuvanlar gayet emniyetlidir ama aşıların içinde adjuvan da yoktur. Çünkü içinde yeterince antijen vardır ve yeterince antjien olduğu için de adjuvan koyulmuyor. Üçüncü ise, “Grip aşısı oldum, grip oldum.” şeklinde konuşanlar var ki böyle bir şey bilimsel olarak imkansız. Çünkü aşının içinde virüsün kendisi yok, bir parçası var. Ama zaten bu kişide grip semptomları başlamışsa, farkında olmadan aşı olduysa, grip olmasını aşıya bağlıyor. Ya da gribi nezleyle karıştırılıyor ve nezle olup, grip oldum sanıyorlar.

Akılcı antibiyotik kullanımı konusunda Türkiye’de övünülecek işler yapıldı son yıllarda. Sağlık Bakanlığı bu işe tüm ciddiyetiyle başladı. Biliyorsunuz, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu bünyesinde Akılcı İlaç Daire Başkanlığı oluşturuldu. Burada önceliklerini belirlediler ve ilk olarak antibiyotik konusuna odaklanıldı. 2012 yılında aile hekimlerinden gelen her 100 vakanın 35’inde antibiyotik vardı, bazı illerde bu 55’lere çıkıyordu. Yapılan eğitim toplantıları, konuşmalar ve bir miktar kısıtlamalar sonucu en son yüzde 29’a kadar inmişti. 2017 yılında ise 24’e kadar indi bu rakam. Yani hemen hemen bütün illerde %30 azalma meydana geldi.

MR'DA, AVRUPA ÜLKELERİ ARASINDA AÇIK ARA ÖNDEYİZ

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Saymanı ve Hacettepe Üni. Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD Romatoloji BD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Kiraz, bel ağrıları konusuna değinirken MR tetkikinin hangi hastalarda gerekli olduğu konusuna vurgu yaptı:

Prof. Dr. Sedat Kiraz Prof. Dr. Sedat Kiraz


İç hastalıkları ile bel ağrısı arasında bir alaka kuramayabilirsiniz ama ülkemizin bir gerçeği, pek çok beli ağrıyan hasta, önce ortopedi, fizik tedavi, beyin cerrahı ve ondan sonra bizlere ulaşabiliyor. Tabi birinci basamak ve ikinci basamakta eğitim çok önemli, ben burasını ikinci basamak ve eğitim yeri olarak görüyorum, o yüzden iç hastalıkları uzmanlarına bel ağrısı anlatalım diye konuştuk. Çünkü bel ağrısı gerçekten çok sık karşılaşılan hastalıklar arasında. 2016 yılındaki bir çalışmada en sık görülen ağrı yüzde 75 ile baş ağrısı, yüzde 53 ile de bel ağrısı onu ikinci sırada takip ediyor. Yine Türkiye’de sağlık sistemine başvurular arasında yapılmış bir değerlendirmede bel ağrısı %16,4 ile en sık başvurulanlar arasında yer alıyor.

Bel ağrısı çok sık ama bunların bir kısmı gerçekten ciddi problemler nedeniyle karşımıza çıkabiliyor. Aort anevrizması, böbrek taşı, hidronefroz (böbrek büyümesi) gibi, dahiliye tarafı için ama daha sık gördüğümüz, mekanik nedenlere bağlı dediğimiz bel ağrısı, en sık karşımıza çıkanı. Bu konuda çok sık yapılan yanlışlar var, bunlardan biri de bel ağrısı ortaya çıkar çıkmaz MR çekmek. Türkiye MR kullanımı konusunda Avrupa’da açık ara farkla önde, bunların bir çoğunu da bel ağrısı oluşturuyor. Hangi hastalara bel MR’ı çekelim dediğimizde, bizim için bazı önemli işaretler var. Eğer hasta bu koşulları taşıyorsa bu hastalar ciddi hastalardır. Nedir bunlar? Altı sekiz haftadır devam eden, hiç geçmeyen ağrılar ciddi bel ağrısıdır. Dinlenmeyle artan, hareketle azalan bel ağrıları, çok şiddetli, gece uykudan uyandıran bel ağrısı, altmış yaşın üstünde ortaya çıkmış, sistemik semptomlar dediğimiz, ateş, halsizlik, kilo kaybı gibi bulguları barındıran bel ağrısı, bir de ciddi travma öyküsü olan hastalardaki bel ağrıları önemlidir. Bunlara ileri tetkitler yapmak gerekiyor. Ayrıca bunların içinde bir kısmı, iltihaplı bel romatizmasına bağlı olan ağrılar var ki bunlar ciddi sakatlık sebebidir. Eğer bunları zamanında tedavi edemezsek, erken dönemde yakalayamazsak, kalıcı şekil- fonksiyon bozukluklarına neden oluyor. Buradaki bel ağrısının da kendine has özellikleri var; 3 ayı aşkın zamandır devam eden, dinlenme sonrası artan, gecenin bir saatinde ortaya çıkan, sabah bir saati aşkın tutuklukla birlikte ortaya çıkan, egzersizle rahatlayan bel ağrıları. Bununla ilgili hem hekimleri bilgilendirmek, hem de hastaları bilinçlendirmek için kampanyalar yapıyoruz derneklerle birlikte.

Bel ağrısı ile ilgili ikinci bölüm, gebelik. Gerçekten 2000’lerden sonra romatizmal hastalıkların tedavisinde çığır açıldı, artık hastaları daha iyi tedavi ediyoruz. Biyolojik ilaçlar kullanıma girdi ve bunlarla da önemli başarılar elde ettik. Tabi insanlar sağlıkları yerinde olunca, hayata normal devam etmek istiyorlar, evlenmek istiyorlar, doğum yapmak istiyorlar. Ancak romatizmal hastalıkların bir kısmında gebelik problem yaratabiliyor; hastalık gebelikle beraber alevlenebiliyor, daha özel takip gerekebiliyor. Ama kolojen doku hastalıklarında, başta lupus olmak üzere, vaskülitlerde olduğu gibi bir kısmı da gebelikte yatışabiliyor.