Bu aralar Ankara’da en çok konuşulan konu kabine değişikliği.
AK Parti yönetiminin, TBMM grubunun ve partinin temsil ettiği tabanın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi ile uyumlu çalışamadığı bir çok partili tarafından dile getiriliyor.
Habertürk Yazarı Muharrem Sarıkaya, 3 Temmuz tarihli “Dış ittifak iç ittifakı zorluyor” başlıklı yazısında bir kadın milletvekilinin bir bakan yardımcısıyla görüşebilmesinin üç haftada zor gerçekleştiğini yazmıştı.
Salı günleri TBMM’ye yolunuz düşerse, iktidar kulisinde benzer şikayetleri başka milletvekillerinden de duyarsınız.
Bakanlar konusunda “ulaşılmaz olma” şikayeti kadar çok duyduğum bir başka şikayet de şu:
“Partili olmayan ‘profesyonel’ bakanlar, milletvekillerinin illeri ve hemşerileri için ilettiği talepleri yerine getirmiyor. Hizmet alamayan ya da talebi karşılanmayan seçmen/parti üyesi, bakandan değil milletvekilinden hesap soruyor.”
Bu çerçevede kabinede değişiklik yapılması halinde, milletvekili kökenli bakanların artabileceği konuşuluyor.
AK Partililerin başka bir şikayet konusu da kabinenin bölgesel dağılımı.
İtiraf edeyim, bir gazeteci olarak atlamıştım. TBMM kulisindeki bir sohbette duydum. Kontrol edince doğru olduğunu anladım:
Mevcut kabinede beş Karadenizli bakan yer alıyor. Üç bakan Manisalı. Sivas’ın doğusundan tek bakan yok.
Biliyorsunuz, geçmişte hükümetler oluşturulurken bölge dengesi gözetilirdi. Bazı illerden bakanlar olması, sadece o illerin değil, ilin bulunduğu bölgenin sempatisini toplardı.
Partililer, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kabine değişikliğine gitmesi halinde, bölge dengesini de gözetmesini bekliyorlar.
Şahsen, çok yakından izlediğim Kars siyasetinden örnek verebilirim.
Ulaştırma Bakanlığı’na Ahmet Arslan’ın getirilmesi, sadece Kars için değil bölgenin de kaderini etkilemişti. Başarılı olduğu halde Arslan’ın kabinede yer almaması ise bölgede büyük hayal kırıklığı yaratmıştı.
Kars sokaklarında dolaşırken beni TV yayınlarından tanıdığını söyleyen bir vatandaş, “Hadi Ahmet Arslan’ı yapmadın. Bari Tarım Bakanlığı’na Yunus Kılıç’ı getir. Adam tarım profesörü, ziraatçı. Daha iyisini mi bulacaksınız” demişti.
Yıllar sonra Kars Belediyesi’ni HDP’nin kazanması, o vatandaşın bu düşüncede yalnız olmadığını gösteriyor.
Yeni kabinenin bir başka önemli ayağı da ekonomi olacak. Sadece İş Bankası ile Ziraat Bankası’nın yöneticileri değil, Naci Ağbal, Mehmet Şimşek gibi eski bakanların ismi de ekonomi için geçiyor. Şimşek’in çağrılara sıcak bakmağı da gelen bilgiler arasında.
Kabine söylentileri çok ama hangisinin kulis, hangisinin kişisel temenni, hangisinin gerçek olduğunu ayırt etmek zor.
Çünkü partide yöneticilik görevi olan herkes, Erdoğan adım atıncaya dek ne olacağının kestirelemeyeceğini söylüyor.



The Washington Post Gazetesi’nin silahlı örgütler ve krizler konusunda otorite sayılan yazarı Max Boot, 16 Mart’ta “Sosyal medya ve terörizm niçin mükemmel bir uyum sağladı” başlıklı bir yazı kaleme almış, bir terörist örgütü büyüten en önemli unsurun sahip olunan silahlar olduğunu yazmıştı.
Yazının asıl konusu Yeni Zelanda’daki cami saldırganın yaptığı katliamı sosyal medyada canlı yayınlamasıydı.
Boot, terörist faaliyeti büyüten ikinci önemli unsurun da medya olanakları olduğuna dikkat çekmişti.
Çok ilginçtir, sosyal medyayı, IŞİD gibi terör örgütlerinin yöneticilerinin konuşmalarını yaymakla, küresel iletişim aracı olmakla suçlayan Boot’un gazetesi The Washington Post’ta o yazıdan 4 ay sonra PKK Terör Örgütü liderlerinden Cemil Bayık’ın mektubu yayınlandı.
Biliyorsunuzdur; ABD PKK’yı resmen “terör örgütü” olarak ilan edip, Bayık ile birlikte Duran Kalkan ve Murat Karayılan’ın başına 4 milyon dolar ödül koymuştu.
Boot’un Bayık’ın mektubunun gazetesinde yayınlanması konusunda ne düşündüğünü çok merak ediyorum.
Çalıştığı gazetenin bastığı mektubun bir terör örgütü yöneticine sunulmuş büyük bir propaganda imkanı olduğunu kabul eder mi acaba?
Türkiye çok haklı olarak The Washington Post gazetesine sert tepki gösterdi. Hem Dışişleri Bakanlığı, hem Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, gazetenin hem terör propagandası yaptığına, hem ABD yasalarını çiğnediğine dikkat çekti.
Ankara’dan yapılan açıklamaları okurken, kendilerine hak vermekle birlikte aklıma ister istemez 2004’te terör örgütünden ayrıldığını ilan eden Osman Öcalan’ın devlet televizyonu TRT’ye verdiği mülakat geldi.
Zira, The Washington Post’un yaptığı ile TRT’nin yaptığı arasında tek fark olarak birinin yazılı, diğerinin görüntülü/sesli olmasıydı.
Cemil Bayık, terör örgütünün beş kurucusundan biriydi.
Osman Öcalan da kurucu beş teröristten biri olmasa da örgütün kuruluşunda yer aldığı biliniyor. 1978’den 2004’e dek terör örgütünün Merkez Komitesinde ve Başkanlık Konseyinde yer aldı, bir çok saldırı emrine ortak oldu.
Kendisi, 1994’te “aşkı uğruna” örgütten kaçıp bir süre sonra “kıdemli komutan” olarak geri dönmüştü. İşlediği hiçbir suçun cezasını çekmediği için örgütten ayrılmış olsa da Türkiye’de hala bir terör zanlısı olarak kırmızı bültenle aranıyor.
The Washington Post’un yaptığı büyük yanlış, TRT’nin Öcalan röportajının neden yanlış olduğunu anlamaları için iyi bir fırsat yarattı.
Dilerim o röportajı planlayanlar, yapanlar, yayınlayanlar ve savunanlar artık anlamıştır herkesin neden bu kadar büyük tepki gösterdiğini.