“Halife ve halife makamının dinen, siyaseten varlığının hiçbir mana ve hikmeti yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını, istiklalini tehlikeye koyamaz.” (Atatürk, 22 Ocak 1924)

Geçtiğimiz hafta halifeliğin kaldırılmasının 95. yıldönümüydü. Laik Cumhuriyetin temelindeki devrimlerden biridir halifeliğin kaldırılması...

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen cumhuriyet rejiminin karakteri laiktir. Çünkü cumhuriyet, dinsel “sultan-halife egemenliği” yerine dünyevi “milli egemenliği” esas alan bir rejimdir. “Kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanların ve halifelerin laik cumhuriyette hiçbir yeri yoktur. Bu nedenle Atatürk, cumhuriyeti ilan etmeden önce saltanatı, cumhuriyeti ilan ettikten sonra da halifeliği kaldırmıştır.

HALİFELİK NEDİR?

Öncelikle halifelik “dinsel” değil “siyasal” bir kurumdur. İslam’ın temel kaynağı Kuran’da peygamberin “halefi” veya “vekili” anlamında bir halifelik yoktur. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk,Peygamberlik bitmiştir. Biten, mühürlenen kurumda vekilden söz edilemez” diyor. (1)

Kuran’da “Allah’ın halifesi” anlamında bir halifelik de yoktur. Muammer Esen, “İnsanın Halifeliği Meselesi” adlı makalesinde “Allah’ın halifesi kavramının hiçbir şekilde Kuran’da geçmediğini” belirtiyor. (2)

Buna rağmen özellikle Emevi Halifesi Muaviye’den itibaren halifeler kendilerini “peygamberin halefi” olmanın ötesinde “Allah’ın halefi” olarak görmeye başlamışlar, bu görüş, halifelik kaldırılıncaya kadar devam etmiştir.

Örneğin, Osmanlı halife-padişahları kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak adlandırmaktan çekinmemiştir. 1876 Anayasası’nda Osmanlı halife-padişahına verilen sıfatların birçoğu Kuran’da Allah’a verilen sıfatların aynısıdır: “Mukaddes padişah, kutsallar kutsalıdır, sorgulanamaz, sorumlu tutulamaz!” (3)

[caption id="attachment_3857517" align="alignnone" width="880"] Son Halife Abdülmecit Efendi.[/caption]

TARİHTE HALİFELİK

Halifelik ilk 4 halife döneminden itibaren siyasal çekişmelere ve kavgalara neden oldu. Öyle ki bir tür seçimle göreve gelen ilk 4 halifeden 3’ü öldürüldü. Emevi halifesi Muaviye, seçime son verip halifeliği “saltanata” dönüştürdü. Halifelik savaşları yaşandı. Hz. Hüseyin halifelik uğruna katledildi. Emevi halifeleri içinde bozuk ahlaklı, kan dökücü, her türlü kötülüğü yapan halifeler vardı. Abbasiler döneminde hareminde binlerce cariyesi olan halifelerden söz eden kaynaklar var.

Emevilerden itibaren İslam dünyasında gücü ele geçiren liderler kendilerini halife ilan ettiler. Örneğin, Mısır’da bir devlet kuran Fatimi Sultanı el-Mehdi kendini halife ilan etmişti. Böylece Mısır’da Şii Fatimi Halifeliği kurulmuştu. İspanya’da kurulan Endülüs Emevi Devleti’nin lideri III. Abdurrahman da -Abbasi halifesinin güçsüzlüğünü gerekçe göstererek- orada halifeliğini ilan etmişti. Böylece İslam dünyasında aynı anda 3 ayrı halife ortaya çıkmıştı.

Bu arada İspanya’da Kurtuba’da 1031’de halifeliğin kaldırılıp halifeliği elinde tutan sülalenin oradan sürülmesine karar verilmişti. (4)

1058’de Bağdat’a giren Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, halifenin siyasi yetkilerini elinden almış, halifeyi sadece dinsel işlerden sorumlu hale getirmişti. Tuğrul Bey böylece çok erken bir tarihte din ile siyaseti birbirinden ayırmıştı.

1258’de Irak’ı ele geçiren Moğal Sultanı Hülagü, Abbasileri yerle bir etmiş, son halifeyi de vahşice katletmişti. Kadere bakın ki Abbasilerin ilk halifesi Seffah da zamanında Emevileri kılıçtan geçirmişti.

1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sonunda halifeliğin Memlüklerden Osmanlılara geçtiği söylenir. Ancak bu söylenti sonradan uydurulmuştur. (5)

Osmanlı’da halifelik ilk kez resmi olarak Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan (1774) sonra Aynalıkavak Tenkihnamesi’nde (1779) yer aldı.

II. Abdülhamit’in, halifeliği “çok etkin bir silah” olarak kullanıp İslam dünyasını birleştirdiği iddiası ise yeterli dayanaktan yoksundur. Abdülhamit döneminde Osmanlı halifeliğini tanımayan veya Osmanlı’ya başkaldıran Müslüman toplumlar vardı.

Aslında Müslüman Araplar, başından beri, Osmanoğullarının halifeliğini reddediyordu. Öyle ki I. Dünya Savaşı öncesinde halifeliğin Osmanlı’dan alınarak bir Arap halifeliği yaratılması amacıyla Suriye’de bir dernek kurulmuştu. (6)

20. yüzyılın başında, ulus devletler çağında, aslında halifeliğin hiçbir anlamı kalmamıştı. I. Dünya Savaşı’nın başlarında Osmanlı Halifesi V. Mehmet Reşat’ın cihat fetvasının Arap-İslam dünyası üzerinde bir etkisi olmadı.

Halifelik neden kaldırıldı?


1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra “Halife Vahdettin” İngilizlere sığınıp kaçmış, bunun üzerine TBMM, Osmanlı soyundan Abdülmecit Efendi’yi 148 oyla halife seçmişti.

Saltanatın kaldırılmasından ve cumhuriyetin ilanından sonra eski düzenden yana olanlar halifenin etrafında toplanmaya başlamıştı.

İstanbul basını; Tanin, Tevhid-i Efkâr ve Vatan gazeteleri; bunların başyazarları Hüseyin Cahit Yalçın, Velid Ebüzziya ve Ahmet Emin Yalman halifeliğe sahip çıkıyordu. Örneğin Tanin Gazetesi’nde Lütfi Fikri Düşünsel, “Halifeye Açık Mektup” yazmıştı. Lütfi Fikri, mektubunda halifenin görevinden ayrılmaması gerektiğini belirtmişti. (7)

Bu arada Hint Müslümanlarının önderlerinden Ağa Han ve Emir Ali, halifeliğin kaldırılmaması için Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazmışlar, ama bu mektup, İnönü’nün eline geçmeden Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr’da yayımlanmıştı. (5-6 Aralık 1923) Fakat her iki Hintli de şaibeliydi. Öyle ki Şevket Süreyya Aydemir, Ağa Han’ı “kumarbaz, ayyaş bir İngiliz uşağı” diye adlandırıyor. (8)

[caption id="attachment_3857524" align="alignnone" width="880"] ‘Halifeye Açık Mektup’ yazıp halifeliği savunan dönemin İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey.[/caption]

Bu gelişmelerden sonra cumhuriyete karşı hilafet propagandası yapan bazı gazeteciler, İstanbul’a gönderilen bir İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmışlar ve beraat etmişlerdi. 5 yıl kürek cezasına çarptırılan İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey de affedilmişti. Daha sonra Atatürk, İstanbul gazetelerinin başyazarlarıyla İzmir’de görüşüp onları kazanmak istemişti.

Bu sırada Atatürk’ün silah arkadaşlarından Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve Refet Bele de halifeye saygıda kusur etmemek için adeta birbiriyle yarışıyordu! İstanbul’da halifeyi ziyaret etmişler, hatta halifeye hediyeler vermişlerdi. Halifeyi ziyaret edip İstanbul basınına bazı demeçler veren Rauf Orbay, CHP Grubu’nda sorguya çekilmişti.

İşte o ortamda Halife Abdülmecit Efendi’nin ikinci bir devlet başkanı gibi davranmaya başlaması Atatürk’e beklediği fırsatı verecekti.

Halife Abdülmecit Efendi, 1924 bütçesinde kendisine ayrılan paranın yetersiz olduğunu belirterek zam istemişti. Bu arada İstanbul’daki yabancı ülke temsilcilikleriyle ilişki kurmaya çalışıyordu. “Halife-i Müslimin” sanıyla yetinmeyip buna bir de “Zıllullah” yani “Allah’ın gölgesi” sanını da eklemişti. Görkemli Cuma Selamlıkları düzenliyordu.

Halifenin bu davranışları Atatürk’ü harekete geçirdi. Atatürk, 1924 başında Harp Oyunları nedeniyle İzmir’deydi. Orada Başbakan İsmet İnönü, Meclis Başkanı Kazım Özalp ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile yaptığı toplantıda halifeliğin kaldırılmasına karar verildi.

Atatürk, 1 Mart 1924’te yaptığı meclisi açış konuşmasında bir an önce din ile siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini söyledi.

Bunun üzerine Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşları, “Halifeliğin Kaldırılması ile Osmanoğulları’nın Soyundan Olanların Türkiye Dışına Çıkarılması” hakkında bir yasa önerisi hazırladılar. Bu yasa önerisi 53 milletvekili tarafından imzalandı. Yasanın gerekçesi, Türkiye’yi “iki başlılıktan” ve “hilafet elbisesi” altında “hanedan tehdidinden” kurtarmak olarak açıklandı.

Halifeliğin kaldırılması önerisi, 3 Mart 1924’te TBMM’de görüşülüp kabul edildi. Böylece halifelik kaldırıldı. Osmanoğulları sülalesinin bireyleri Türk vatandaşlığından çıkarılıp ülke dışına sürgün edildi.

Halifeliğin kaldırılmasıyla Cumhuriyet karşıtlarının en büyük dayanaklarından biri yıkıldı.

Halifelik nasıl kaldırıldı?


Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul basını ve bazı din adamları halifeye ve halifeliğe sahip çıkmaya başlamıştı.

O günlerde İskilipli Atıf Hoca “İslam Yolu”, Afyon Milletvekili Hoca Şükrü Efendi de “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adlı kitaplar yazmışlardı. İskilipli Atıf, “İslam Yolu”nda halifenin “peygamberin vekili ve halkın padişahı” olduğunu yazmıştı. Hoca Şükrü Efendi ise kitabında “Halife meclisin, meclis halifenindir” tezini işlemişti. Kısacası her iki hoca da “halifeyi” hâlâ devlet başkanı olarak görüyordu.

Atatürk, 14 Ocak 1923’te halkın nabzını tutmak için bir yurt gezisine çıktı. Eskişehir, İzmit, Bursa, İzmir ve Balıkesir’de halka konuştu. Halifelikle ilgili sorulara da çok açık ve net cevaplar verdi: “Milletçe kurulan yeni devletin kaderine ve bağımsızlığına –sanı ne olursa olsun- hiç kimsenin karışmasına izin verilmeyeceğini” söyledi. İzmit’te şöyle dedi: “Hilafet milletimize baş belasıdır. (...) Hilafet hiçbir şey kazandırmamıştır. Birçok musibetler getirmiştir.” (9)

Fakat 1920’lerin Türkiye’sinde halifeliğin “dinsel bir kurum” olduğu düşüncesi çok yaygındı. Halifeliğin kaldırılmasının “hükümetin dinsizliği” olarak yorumlanacağı belliydi.

İşte bu nedenle Atatürk, halifeliği kaldırırken her fırsatta halifeliğin “dinsel” değil “siyasal” bir kurum olduğunu vurgulamıştı. “Halife ‘hükümet’ demektir. Şimdi TBMM’de milletin kurduğu bir hükümet olduğuna göre ayrıca bir halifeye ihtiyaç yoktur” tezini işlemişti. Nitekim halifeliğin kaldırılması için meclise verilen önerinin gerekçelerinden biri aynen böyleydi.

3 Mart 1924’te halifeliği kaldırmak için yapılan meclis görüşmelerinde Adalet Bakanı Seyit Bey, halifeliğin dinsel olmaktan çok dünyevi olduğunu belirterek, “Halifelik hükümet demektir” demişti.

3 Mart 1924’te yapılan meclis görüşmelerinde Şeyh Saffet Efendi, Dadaylı Halit Bey ve Tunalı Hilmi Bey, halkın 1300 yıllık bu kuruluşa bağlı olduğu, halifesiz Cuma namazı kılınamayacağını düşündüğü gerekçesiyle “Halifelik kaldırılmıştır” yerine “Halifelik, TBMM’nin manevi şahsında mündemiçtir (saklıdır)” demenin daha doğru olacağını tartışmışlardı.

Görüşmeler sonunda 3 Mart 1924 tarihli 13 maddelik, 431 numaralı kanunla halifelik kaldırıldı:

Madde 1: Halife hal’edilmiştir. (görevden alınmıştır). Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan (var olduğundan/saklı olduğundan) hilafet makamı mülgadır (kaldırılmıştır).” (10)

Görüldüğü gibi “halifelik” gerçekten son derece ustaca kaldırılmıştır. Halifeliği kaldıranlar, şu formülü kullanmışlardır:

Halifelik “hükümet” demektir. Artık Türkiye’de yeni bir “hükümet” ve “cumhuriyet” vardır. Kanundaki ifadesiyle “Halifelik, hükümet ve cumhuriyet anlam ve kavramının içinde var olduğundan” ayrıca bir halifeliğe ihtiyaç yoktur mantığıyla halifelik kaldırılmıştır.

Bu kanun maddesine dayanarak “Halifeliğin aslında kaldırılmadığını!” iddia etmek doğru değildir. Halifelik, 431 numaralı devrim kanunuyla kaldırılmıştır. Kanun maddesinin sonunda açıkça “Hilafet makamı mülgadır (kaldırılmıştır)” denilmektedir.

Halifeliği kaldıran bu kanun maddesini çarpıtıp yeniden halifelik hayalleri görenlere duyurulur!

[caption id="attachment_3857531" align="alignnone" width="650"] 6 Mart 1924’te Resmi Gazete’de yayımlanan 431 numaralı kanun, “Madde 1: Halife hal’edilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır.”[/caption]

KAYNAKLAR:

1- Yaşar Nuri Öztürk, Kuran Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış, 4. bas, İstanbul, 2012, s. 267, 279.

2- Muammer Esen, “İnsanın Halifeliği Meselesi”, AÜİFD XL V (2004), S.1, s. 15-38.

3- Öztürk, age, s. 148.

4- Mehmet Özdemir, “Endülüs’ün Yıkılışı Sürecinde Öne Çıkan Bazı Mülahazalar”, Endülüs Müslümanları Sempozyumu, Ankara, 1992.

5- Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, Birinci Bölüm, Ankara, 2005, s. 47,48.

6- Turan, age, s. 48, 49.

7- Turan, age, s. 29, 36.

8- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.3, 22. bas. s.160.

9- Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir İzmit Konuşmaları,  Ankara, 1982, s. 71.

10- TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, C.7, s. 34-67.