Sevgili okurlarım,

Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, ebediyete intikalinin 81’nci yıl dönümünde sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anarken, dikkatlerinizi, ona düşman olanların yaydıkları yalanlara çekmeye çalışacağım.

Bu nedenle Atatürk’e düşman bir çevrede büyümesine karşın, katıksız Atatürk sevgisinden ve Cumhuriyet’e bağlılıktan asla vazgeçmeyen değerli bir okurumun yaşadıklarını paylaşmakta yarar görüyorum:

★★★

“Maalesef babam (Allah rahmet etsin) ve çevresi, Atatürk düşmanıydı. Ben Atatürk’e ilişkin akıl almaz sığ ve adi hikayeler dinleyerek büyüdüm. On iki yaşımdan itibaren de ona karşı yapılan bu haksızlıkla mücadele ettim. Burası çok ilginç değil mi? Böylesine yoğun Atatürk düşmanlığına rağmen nasıl oldu da karşı duruşuma izin verdiler?

Ayrıntıya babamın nasıl biri olduğunu anlatarak gireyim. Hani belgesellerde duyduğumuz ‘nesli tükenme’ ifadesi var ya, işte babam tam da öyle, nadir bulunacak dürüst bir insandı. Asla yalan söylemezdi.

★★★

Atatürk düşmanlığının en önemli nedeni, onun devrimlerinin içerisinde, dindeki Kuran dışılıkların düzelmesi için yaptığı uygulamalardır. Tabii bu devrimler, yüzlerce yıllık geçmişi olan ve dinden nemalanan şeyhleri, hocaları harekete geçirmiş, Atatürk’ü milletin gözünden düşürmek, ona düşman etmek için akıl almaz iftiralar uydurup gizlice yaymışlar, milletin inanç hassasiyetini kullanarak kışkırtmışlar. Bunun için Kuran’ı da yalanlarına alet etmekten çekinmemişler!..

★★★

Yirmili yaşlardaydım. O zamanlar babam ve arkadaşları sık sık bizde toplanırlardı. Yine böyle bir toplantıda konu Atatürk’e geldiğinde her zamanki gibi ona Deccal (Kıyamette ortaya çıkacak, yalancı ve kötü yaratılışlı kimse) diye hitap ettiler. Ben bunu duyunca zorunlu olarak itiraz ettim:

‘Bakın!’ diye söze başladım ‘Savaşta bile insanca düşünen, esir aldığı askerlere “Üzülmeyin savaşta olur böyle şeyler” diyen, ölen düşman askerlerinin ailelerini “Çocuklarınız bize emanet” diye teselli eden, “Yunan bayrağını bir milletin simgesidir” diye çiğnemeyen asil, erdemli ve yüksek bir karakterle savaş kazanmış, bağımsızlığımızı sağlamış bir komutana Deccal diyemezsiniz. Bunu diyen ya bu geçeği bilmeyen cahildir ya da iyi karakterli değildir’ dedim.

★★★

Babamın arkadaşlarından birisi sözümü keserek ‘Bir dakika! Savaşı o kazanmadı ki! Allah ordularını gönderdi onlar vasıtasıyla zafere ulaştık’ dedi! Arkasından da ‘Esir alınan birçok Yunan subayı, bizi Mustafa Kemal’in askerleri yenmedi, biz gökten inen yeşil bereli askerlere yenildik demişler’ diye devam etti! Bu anlatılana delil olarak da bana, Allah’ın savaşta inananları desteklemek için ordular gönderdiğine ilişkin ayetler okudu...

Ben de gökten inen askerler olayının gerçek olup olmadığına hiç girmeden ‘Kuran’da yazıyorsa doğrudur hacı abi’ dedim ‘Ancak, bu ayetlere ve senin anlattıklarına göre, Allah’ın Atatürk’ü desteklemek için ordularını gönderdiğini siz kendi ağzınızla itiraf ediyorsunuz’ deyince, birbirlerine baktılar! Zira hiç beklemedikleri bir cevaptı. Sonra o kişi ayağa kalkıp ‘Hayır, asla öyle değil’ diyerek devam etti “Ordumuz, imamlarla, hocalarla doluydu ve abdestinde namazında  askerlerden oluşmuştu, Allah onlara yardım için ordularını gönderdi, Atatürk için değil’ dedi!..

★★★

Gülümseyerek dinledikten sonra ‘Size bunları Allah söyletiyor hocam, çünkü bilmeden Atatürk’ü övüyorsunuz’ dedim. Şaşkınlığı artmıştı. ‘Hayatta o kafiri övmem’ diye cevap verdi. ‘Beni sabırla dinleyin açıklayayım’ dedim.

‘Bildiğiniz gibi Atatürk, bahsettiğiniz o imanlı orduyu dışarıdan getirmedi. Onlar Osmanlı askerleriydi. Öyle değil mi?..’ Başlarıyla tasdik ettiler.

– ‘Osmanlı, aynı imanlı askerlerle girdiği savaşların çoğunu kaybetti. Osmanlı askerleri de abdest alıyor, namaz kılıyor ve tekbir getirerek savaşıyorlardı ama yenildiler. Sonunda Osmanlı yıkılma noktasına geldi. Yoksa o askerler imansız mıydı?’ diye sordum. ‘Olur mu hiç, elbette imanlıydılar’ diye cevap verdiler.

– ‘Madem öyle Allah o savaşlara neden ordularını göndermedi de savaşları kaybettiler?..’

★★★

Hiçbiri cevap veremeyince devam ettim:

– ‘Çünkü Allah, yalnızca imanlı olanlara değil aynı zamanda haklı olana, hak edene ve daha da önemlisi, galip gelmesini istediklerine yardım eder. Onun için eğer Allah Osmanlı’nın bekasını isteseydi, Osmanlı yıkılmazdı. Kısacası okuduğunuz ayetler ve anlattıklarınızdan çıkan sonuç şu: Abdestinde, namazında ve de tekbir getirerek savaşan bir ordu, Osmanlı’nın bekası için mücadele edince Allah yardım etmedi yenildiler ve sonları geldi. Fakat aynı imanlı askerler bu kez Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için savaşınca, Allah yardım etti ve mucize ötesi bir sonuçla galip geldiler. Demek ki Allah Osmanlı’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını istedi’ dedim.

Kısa bir sessizlikten sonra babam söze girdi. ‘Aslında söylediklerin doğru olabilir. Zaten Atatürk savaşırken iyi idi. Ama sonradan şımardı ve dine düşman olup kafir oldu’ dedi!..

★★★

‘Yapma baba’ diye başladım. ‘Atatürk İslam dinini bilime emanet etmek için 1924’te imam hatip okullarını kurdu, Diyanet İşlerini kurdu. Daha sonra millet okuduğunu anlayarak inancını sürdürebilsin diyerek Kuran’ın Türkçe mealini hazırlattı. Kuran’ı anlayarak okumak Allah’ın emridir. Düşünsenize, hiç din düşmanı, kafir olan biri öncelikle bunları yapar mı? Hem de çok güçlü olduğu bir zamanda... Bu konuda bir türlü göremediğiniz şey şu; Atatürk, dine değil, Kuran’ın da lanetlediği, dini menfaatleri için kullananlara, yobazlığa ve hurafelere savaş açtı. Dinimizden beslenenlerle mücadele etti’ dedim. Daha sonra işim gereği aralarından ayrılırken ‘Son bir şey daha söyleyeyim; Sizin söylediğinize göre bir kimse okul, hastane cami gibi hayırlı eserler bırakırsa öldükten sonra da o kişinin amel defteri kapanmaz, o eserler durdukça onun defterine sevap yazılır öyle değil mi?’ diye sordum ‘Evet’ dedi babam. ‘Peygamberimizin hadisidir...’

★★★

‘O zaman bu hadise göre; Afyon’a kadar gelmiş düşmanı yenip, bu topraklarda bize özgür bir vatan olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden başta Atatürk olmak üzere onun silah arkadaşlarının da amel defterleri açıktır. Bu durumda yapılan her okulda, hastanede, camide, her okunan ezanda, özgürce yapılan ibadetlerde, Atatürk ve arkadaşlarının defterlerine sevap yazılıyor. Ayrıca farkında değilsiniz ama siz de özgürce  kıldığınız her namazda yaptığınız her ibadette nefret ettiğiniz, Deccal dediğiniz Atatürk’ün defterine sevap gönderiyorsunuz, bilesiniz. Ben Atatürk’ü Allah’ın gönderdiğine ve desteklediğine inanıyorum. Çünkü büyük imkansızlıklar içinde savaşmışlar. Kazmayla, kürekle dünyanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı kazanmak mümkün değildir. Zaten  böyle bir zaferin tarihte başka bir örneği yoktur. O zaman siz Allah’ın desteklediği birine düşmanlık ediyorsunuz demektir.  Bunu bir düşünseniz iyi olur.’ dedim ‘Ayrıca şunu da unutmayın, Allah nankörleri sevmez!..’

★★★

Sevgili okurlarım, daha önce de köşemde paylaştığım bu düşüncelerin sahibi, değerli deniz ressamı Mustafa Günen.

Sözlerini “Atatürk karşıtlarının çoğu bu kanıya özgür düşünceleriyle ulaşmış değiller. Dolayısıyla onlara gerçekleri anlatmak pek işe yaramaz! Çünkü sorun neye inandıklarında değil, neden inandıklarındadır” diye bitiriyor.

Neden inandıklarını düşünmek ise her şeyimizi borçlu olduğumuz Ata”mızın ölüm yıldönümünde hepimize ev ödevi olsun!..