Yılın son günü sizler ne yaptınız bilmiyorum, ben değerli ağabeyim Müjdat Gezen’in “imza günü”ne katıldım... Karakolda.



100’den fazla sinema filminde, 100’den fazla tiyatro oyununda, binden fazla radyo ve televizyon dizisinde, parodisinde yeraldı.
Sanat hayatı boyunca hiç “suçlu” rolü oynamadı.
Şimdi gerçek hayatında ikinci defa “suçluymuş gibi rolü” oynatıyorlar.



İlk suçluymuş gibi rolünü 12 Eylül döneminde oynatmışlardı, ayağına pranga vurup hapse atmışlardı.
Bu defa neyse ki tutuklamadılar ama, adli kontrol tedbiriyle serbest bıraktılar, haftada bir gün karakola gidecek, yurtdışına kaçmadığını kanıtlamak için buradayım diye imza atacak.



İşte o imza gününe katılmak üzere, tetikçi gazete tarafından hedef gösterilen ve tarikatçı bir yobaz tarafından kundaklanan Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde buluştuk.



Müjdat ağabey, dünyanın ilk ve tek ücretsiz konservatuar eğitimi verilen bu okulu teee 28 yıl önce açtı.
Ömrü boyunca sahip olduğu tüm malını mülkünü sattı, bu okula harcadı, beş binden fazla sanatçı yetiştirdi.
İşin trajikomik tarafı, bu okulu açtığı için de 2.5 sene hapisle yargılandı!
Sayın devletimizin yöneticileri “ücretsiz özel okul açamazsın” dediler, “yahu benimle uğraşacağınıza gidin fahiş fiyat talep edenlerle uğraşın” dedi, “hayır illa para alacaksın” dediler, “almayacağım” dedi, vay sen misin almayan, sayın devletimiz tarafından mahkemeye verildi, 2.5 sene hapisle yargılandı, iki sene kadar mahkemelerde süründürüldü, neticede beraat etti, sayın devletimize rağmen ücret almamayı başardı.



Neyse, buluştuk okulda...
Hepinizin görmesini isterdim.
Yüzlerce minik öğrenci ve aileleri uğurlamaya gelmişti.
Çıkış kapısında alkışlarla karşıladılar.
8-10 yaşındaki sanatçı adayları, anneler, babalar, “yanındayız” diye bağırıyorlardı.



Müjdat ağabey sahne dışındaki tezahürattan çok utanır, mahçup olur, aynı utangaçlıkla kendisini otomobiline attı.
Kadıköy emniyet müdürlüğüne gitmek üzere yola çıktık.



Arka koltukta oturuyoruz.
Ayağım çanta’ya çarptı.
“Bagaja atalım şunu” dedi.
“Yok kalsın” dedim.
Çelik bir kalkan aslında bu...
Çanta görünümünde.
Silahlı bir saldırı olursa, bu çantayı açmayı başarabilirsen, zırhlı kalkan görevi görüyor, mermi geçirmiyor.



Utanması gerekenler utanmaz ama, siz bilin ve başkaları adına yüzünüz kızarsın diye yazıyorum...
60 senedir bu ülkeye güzellik katan duayen sanatçımızın arka koltuğunda işte bu çelik kalkan bulunuyor.
Varlığından onur duyduğumuz insanlık hazinesi, işte bu kindar tehditlerin gölgesinde yaşıyor.



Müjdat ağabey çok kızıyor bu zırhlı çantaya... Her gördüğünde “ayıp” diyor, “korkuyor derler” diyor, “kaldırın şunu” diyor... Ama sevenleri ısrar ediyor ve ısrarla arka koltuğa yerleştiriyorlar.
Bir de biber gazı koyuyorlar.
Önündeki koltuğun arka cebine, küçük bir tüp, biber gazı koyuyorlar.
Silah taşımayı kabul etmediği için, silaha zaten külliyen karşı olduğu için, bari biber gazı bulunsun diyorlar.
Müjdat ağabey bana gösterirken kahkaha atıyor, “saldırgana sıkayım derken muhtemelen kendi gözüme sıkarım yanlışlıkla” diyor.



Ve, daima önündeki koltuğun arka cebinde duran tespihini göstererek, “beni bu korur” diyor. Sabır çekiyor.



Hayat dediğin tespih değil midir zaten... Bazen sıkıntısını “çekmek” gerekiyor, bazen de pek ciddiye almayıp “sallamak” gerekiyor.



Böyle muhabbet ede ede yolun nasıl geçtiğini anlamadık, Kadıköy emniyet müdürlüğüne vardık. Girdik.
Polis memurları bizi görünce şaşırdı, hayrola dediler?
Normalde Kadıköy emniyet müdürlüğüne Müjdat Gezen’le ilgili evrak gelmiş olması lazım, bu evrak işleme konulduktan sonra, karakola yönlendirme yapılması lazım... Ama ortada evrak mevrak yok.
Sayın devletimiz güya Müjdat Gezen’in yurtdışına kaçmasını önlemek için önlem alıyor ama, Emniyet’in bile haberi yok.
E napacağız?
“Biz sizi bekletmeyelim, evinize en yakın karakola yönlendirelim, oraya imza atın, evrak gelince karakola göndeririz” dediler.



Hangi karakol?
Kadıköy vapur iskelesinin önündeki İskele Karakolu.



Müjdat ağabeyle göz göze geldik.
Acı acı gülümsüyordu.
Galiba 2007’ydi... Gene tuhaf bir soruşturma yüzünden Müjdat ağabeyi bu karakola çağırmışlardı. Gittiğinde, bütün polisleri paltolarıyla, eldivenleriyle oturur vaziyette bulmuştu. Meğer, klima sistemi bozulmuştu, cam çerçeve dökülüyordu, parmak kalınlığındaki aralıklardan ayaz üfürüyordu.
Müjdat ağabey hemen o gün yeni klimalar satın alıp karakola monte ettirmişti, badana boya yaptırmış, sandalye koltuk göndermişti.



Müjdat ağabeyin pek bilinmeyen ve bilinmesini istemediği bir özelliğidir bu... “Devlet dairesi” denilen kavramın eski püskü olmasına tahammül edemez, “yurttaş olarak gücüme gider” der.
Bağış yoluyla tamir ettirdiği karakolun, okulun, sessiz sedasız hediye ettiği eşyanın haddi hesabı yoktur.



Ve şimdi gene bu Kadıköy İskele Karakolu’na gidiyordu.
“Hadiseye iyi tarafından bak” dedim, “en azından üşümeyeceğiz!”



Geldik vapur iskelesinin oraya, girdik karakola.
Gene aynı vaziyet...
Polis memurları bizi görünce şaşırdılar, hayrola dediler?
Normalde Kadıköy emniyet müdürlüğünden evrak gelmiş olması lazım ama, ortada evrak mevrak yok.
Telefonla aradılar Kadıköy emniyet müdürlüğünü...
Kadıköy izah etti, kendilerine evrak mevrak gelmediği için, kendilerine evrak mevrak gönderemediklerini anlattılar.



Allah sizi inandırsın, yurtdışına kaçmadığını kanıtlamak, yurtdışına kaçmaktan daha zor yani.



Polis arkadaşlar işin içinden çıkabilmek için çare ararken “biraz bekleyin” dediler. Oturduk.



Sanırsın misafir odasında top oynarken annemizin kristal vazosunu kırdık... Omuzlarımızda muzip bir afacanlığın yükü, uslu uslu oturduk.



Üç dakika geçti.
Beş dakika geçti.
On dakika.
UNICEF iyiniyet elçisi olan, Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Türk ve dünya çocuklarına katkı sağlayan büyük ustayı seyrediyorum gözucumla...
Pencereden dışarı bakıyor.
Dalgın.
O an’ın heykelini yapabilmek isterdim.
Veya resmini yapabilmek isterdim.
Maalesef sanata kabiliyetim yok.
Anca zihnimde fotoğrafını çekebildim.



Böyle bir insana sahip olduğu için bu ülkeyle gurur duyarken, bu ülke adına bu kadar utandığımı hiç hatırlamıyorum.



15 dakika kadar bekledik.
Nafile.
Kadıköy emniyet müdürlüğüne evrak filan gelmediği için, karakola da evrak yönlendirilemedi.
Müjdat Gezen’in yurtdışına kaçmadığını “resmi” olarak kanıtlayamıyoruz bir türlü.
Çıkıp gitsek, olmaz.
Mahkeme kararı gereği bugün imza atılmak zorunda.
Kaçanlar gayet rahat kaçıyor.
Biz kaçmadığımız için endişeliyiz iyi mi!
Napacağız?
Tecrübeli bir polis nihayet akıl verdi, “tutanak hazırlayalım, bugün şu saatte geldiğinizi belirtelim, imzalayın, evrağınız geldiğinde o dosyaya ekleriz” dedi.
Çok şükür.
Tutanak hazırlandı.
Müjdat Gezen bastı imzayı.
“Hepinize mutlu yıllar” dedi.
Haftaya aynı gün aynı saatte gelmek üzere, çıktık.



Ha bu arada unutmadan...
Müjdat ağabeyin bu imza gününe, avukatı Celal Ülgen, Kırmızı Kedi’nin sahibi Haluk Hepkon ve ben katıldık.
Bundan sonraki imza gününe sizler de katılabileceksiniz.
Çünkü...
Bugüne kadar 53 kitap yazmıştı, şu anda 54’üncüyü kaleme alıyor.
Belinden rahatsız olduğu için uzun süre oturması sakıncalı, bu nedenle kitaplarına imza günü düzenlemez ama, bu kitaba ayrıcalık tanıyacak ve mutlaka “imza günleri” yapacak.
Ocak ayı bitmeden, en geç şubat ayında raflara çıkacak.



Adı mı?
“Haddini bil” olacak!