Yılmaz Özdil, “Son Cüret” kitabını yazmak için 12 yıl çalıştığını, milyonlarca haber taradığını, binlerce resmi ve tarihi belge incelediğini, yüzlerce kitap okuduğunu, 23 bin sayfa not tuttuğunu açıkladı.

Nitekim, kitapta sadece iki cümle yer bulan bir bilgi için bile ne kadar çok emek verdiği dikkatli bakışla fark ediliyor. Bu meşakkatli araştırma döneminin ardından en zoru ise kurguda kaosa mahal vermeden, puzzle parçalarını bir kuyumcu titizliğiyle birleştirmek, özet olarak hazırlanan kitabı duru, anlaşılır ve akıcı hale getirmek. Bence Yılmaz Özdil’in büyük başarısının en çarpıcı sırrı, yüreklere dokunan söz ustalığı kadar, bu analitik ve matematiksel zekasına dayanıyor.

“Son Cüret” kitabında uzun yıllardır baskılanan dip dalga halindeki sarsıcı gerçekleri derinliklerden çıkarıp bir tsunamiye dönüştüren Özdil’le röportajımız devam ediyor.



Kitapta şaşırdığım birçok olguyla karşılaştım. Bilmediğimiz ne çok şey varmış meğer.

Ben de çalışırken hayretler içinde kaldığım pek çok bilgi edindim. Gördüm ki, bir sihirli el bunları öğrenmememiz için çaba harcamış. Bu kitapta yer alan bilgiler başta Türk Tarih Kurumu olmak üzere Türkiye’nin saygın kurumları ve insanları tarafından kayda geçirilmiş ama topluma aktarılmamış. Eğitim müfredatımıza dahil edilmemiş, popüler kültürün bir parçası olarak gençlere, yeni nesillere aktarılması neredeyse engellenmiş. Şöyle örneklendirebilirim: Mesela, Myanmar’a gönderilen esirlerimiz var. Türk toplumu evlatlarının bu ülkeye esir olarak gittiğini bilmiyor. Ama bu toplumun çok çok önemli bir bölümü Kwai Köprüsü filmini ezbere biliyor. Çünkü, İngiliz ya da Amerikan aydınları kendi toplumlarına bunu aktarabilmek için sinemayı kullanmış. Biz ise özellikle kullanmamışız. Rusya’nın elindeki esirlerimizi Vladivostok’tan İstanbul’a taşırken Ege’de alıkonulan Japon gemisinin kaptanı Çomora var. Yedi buçuk ay direnerek esirleri Yunanistan’a teslim etmiyor. Dustin Hoffman, Steve Mc Queen’in oynadığı Kelebek filmindeki birebir örneğin yaşandığı Polis Cemil var. Buradan alınıp Fransız guyanası olan Şeytan Adası’na mahkum olarak gönderilmiş. Başka ülkeler bu tür olguları çektikleri filmlerle Oscar’lık hale getiriyorlar, bizim ise Cemil’den haberimiz bile olmamış. Bunun gibi binlerce roman, yüzlerce film çekilmesi lazım. Bir sihirli el bunları öğrenmeyelim diye çaba harcamış. Trabzon’da Türkler’e Pontus zulmü yaptılar, Yunanlar Ege’de 400 bin Türk’ün canına mal olan soykırım yaptı. Yunan işgal askerlerinin Türk kadınlarına ettiği tecavüzün haddi hesabı yok. Antep, Urfa, Maraş’ta Fransızlar soykırım yaptı, Kars, Iğdır, Erzurum’da Ermeniler soykırım yaptı. Türkler’i o bölgelerden yok etmek için sistematik olarak yaptılar. Ama bunlarla ilgili neredeyse konuşmak bile suçken, Türk Milleti’ni suçlayan yüzlerce yalan soykırım filmi çekiliyor. Allah ömür verirse bu kitabı biz film haline de getireceğiz.



 

Kitabı okurken şunu da fark ettim: Ülkemizde 100 yıl önce yaşananlarla bugün yaşananlar ne kadar çok benziyor…

O dönemde yaşadığımız pek çok sıkıntı birebir bugün de var. Vatan hainleriyle, işbirlikçileriyle, emperyalizmin kuklalarıyla, dahili bedhahlarıyla Milli Mücadele devam ediyor aslında. Emperyalizmin bu topraklardaki emelleri aynen devam ediyor. Kendilerini şeyh ilan eden CIA maşası cemaatçilerle, tarikatçılarla devam ediyor. Kullandıkları tipler de aynı modelde. Televizyonlarda vatan, millet, din, imandan bahseden ama aslında emperyalizmin uşaklığını yapan tipler birebir aynı. Bu çerçevede baktığımızda Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’deki isabet oranının yüzde 100 olduğunu görüyoruz. Seslenişinde “Bunlar başınıza gelecek” dedikleri başımıza geldi. Buna karşın, hiçbir yerden emir almadan gönüllü olarak Kuvayı Milliye’ye katılma cesareti ve duyarlılığını gösteren vatandaşların bugün de elini taşın altına koyduğunu görüyoruz. Son Cüret’i okuyan herkes görecek ki, Kurtuluş Savaşı’nın silahlı bölümü bitmiştir, silahsız bölümü kesintisiz devam etmektedir.



 

Milli Mücadele’nin devam ettiği tespitiniz çok önemli. Peki Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlık girdaptan çıkış yolu nedir?

Ben gazeteci olarak kendi payıma bütün iftira ve linç kampanyalarını, yalanları, hakaretleri suç duyurularını göze alarak Milli Mücadele’yi yüceltmek için elimden geleni yapıyorum. Herkes Kuvayı Milliye ruhuyla üzerine düşeni yapsın. Bugün hala Atatürk’ün çıkıp gelmesini, ülkeyi kurtarmasını bekleyenler var. Halbuki Atatürk görevini yaptı ve aslında ne yapmamız gerektiğini Nutuk ve Gençliğe Hitabe başta olmak üzere bize anlattı. Çıkış yolu ancak Atatürk’ün çizdiği çağdaş medeniyet yoludur, Cumhuriyet’in kurucu ayarlarına dönmek, Türk aydınlanmasının temel felsefesine sarılmaktır. Bireyi, beyni özgürleştiren, akıldan, bilimden, sanattan, kültürden, çağdaşlıktan yana olmaktır çıkış yolu.

Tarihsel sorumluluk altında olan muhalefet partileri hakkındaki düşünceniz nedir?

Tabii muhalefet partilerine de ciddi görevler düşüyor. Görevlerinin çok zor olduğunu görüyoruz. Çünkü hiçbir ahlaki kuralı tanımayan, vatan-millet çıkarını asla düşünmeyen, kendi çıkarı için her şeyi yapmaktan çekinmeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Mustafa Kemal ve arkadaşları, o zaman çok az sayıda eğitimli insanı örgütleyerek başarmıştı. Bugün görüyoruz ki cehaleti örgütlemiş vaziyetteler. Örgütlü cehaletle mücadele edebilmenin tek yolu akıldan, bilimden, kültürden, sanattan geçer. Bizi çekmeye çalıştıkları avam, vasat, küfürden iftiradan oluşan gayya kuyusuna değil, asıl bulunmamız gereken akıl, bilim, sanat, kültür tarafında olmamız gerekiyor. Adam kırmızı ışıkta geçiyor diye kırmızı ışıkta geçmemeliyiz, adam yalan söyleyip başarılı oluyor diye yalan söylememeliyiz, dini, etnik kökenleri, mezhepleri kullanarak başarılı oluyor diye bunları kullanmamalıyız. Atatürk Devrimleri’nden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden asla ayrılmamalıyız. Tek kurtuluş yolu bizatihi Mustafa Kemal’in hayat hikayesidir, Milli Mücadele’dir.



Umutlu musunuz?

Ben, her şerde hayır var misali, bu yaşanan olumsuzlukların olumlu sonuçlar doğurduğunu görüyorum. Gençlerimizin, “siyasetle ilgilenmiyor” diye suçladığımız Y ve Z kuşağının, yaşadıkları dünyayla, Türkiye gerçekleriyle, tarihle son derece yakından ilgilendiklerini görüyorum. Bizim kuşağımıza oranla gençlerimizin çok daha fazla kitap okuduklarını ve bu oranların giderek arttığını görüyorum. Ulusal bayramlarda, Anıtkabir’de gençlerin ezici çoğunlukta olduğunu görüyorum. Atatürk’e saldırılar arttıkça bu topraklardaki Atatürkçüler’in sayısının arttığını görüyorum. Atatürk’ün 19. Yüzyıl’dan 21. Yüzyıl’a geçmeyi başaran dünyadaki tek lider olmasının sebebi, bu topluma herhangi bir ideolojiyi dayatmamasından ve beyni özgürleştirmesinden, bireyi özgürleştirmesinden, kadın-erkek eşitliğinden ve çağdaşlıktan kaynaklanıyor. Çağdaşlık geri döndürülemiyor. Son 10-15 senedir Türk Milleti’nin uğradığı saldırıya dünyada bir başka milletin dayanabilmesi mümkün değil. Emperyalizm, işbirlikçileriyle beraber bu toplumun üzerine inanılmaz bir güçle saldırıyor ama yapabildikleri sadece bu. Türk Milleti bu inanılmaz kumpas, iftira ve linç saldırılarına rağmen güçlenerek yoluna devam ediyor. Aslında Bandırma Vapuru’nun rotası doğru yönde ilerliyor. Bu çektiğimiz çilelerin Türkiye’deki aydınlanmanın artmasına vesile olduğunu düşünüyorum.

Badirelerle dolu bu süreç bizi çağdaş demokrasiye mi götürür mü?

Şüphesiz öyle. Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Kuvayı Milliye’yi karamsarlığa düştüğümüz her saniye hatırlamak bize güç verecektir, umut olacaktır. İmkansızı başaran bir millete aidiz, o nedenle ne korkacak, ne karamsarlığa düşecek bir durum var. Endişelenmeliyiz ama diri durmalıyız. Hepsi bu. Daima demokrasi, daima cumhuriyet kazanacak. Bu konuda hiçbir şüphem yok.

***

Uzun zamandır trol ordularına size yönelik sistematik psikolojik harekat yaptırıldığını görüyoruz. Bu saldırıların sebebi nedir?

Basit bir sebebe dayanıyor: Bugün Türkiye’de en çok okunan gazete 300 bin civarında satıyor. Benim günlük okunma oranım 5 milyonun üzerinde. Yazdıklarımızın toplumda karşılık bulması bizi doğal hedef haline getiriyor. Bunlar zannediyorlar ki ben yazmazsam toplumun haberi olmayacak. Bu aslında günümüzün sosyal medya gerçeğinden, dijital bir çağda yaşadığımızdan haberlerinin olmadığını gösteriyor. Aslında trol ordusu kurup, birtakım insanlara saldırarak toplumun susacağını, sineceğini, bilgi sahibi olamayacağını düşünenler bu çağda yaşamayan, gerçekten çok geride kalmış, dünya gerçeklerinin farkında olmayan insanlar. Mesela bugün Sözcü Gazetesi’ne yönelik saldırılar, faaliyetler… Zannediliyor ki SÖZCÜ olmasa her şey yoluna girecek. Halbuki SÖZCÜ olmasa bayrağı daha yükseğe taşıyabilecek bir gazete illaki çıkacaktır. Trol orduları saldırdıklarına kişisel olarak belki zarar verebilir ama o fikirlere zarar veremez. Bunu şuna benzetiyorum: Hepimiz biliriz ki, yobaz eline çekiç alır, gider, parkta ilk gördüğü Atatürk büstünün kafasını kırar. O büstü kırdığında Atatürk’ün fikirlerini kırabileceğini düşünür. Bugünkü trol saldırıları da o elindeki çekiçle dolaşan, kafaları çalışmayan, ilkel varlıklardır. Bunları parayla tutup toplumun üstüne salan zihniyet de aslında aynı ilkelliğe sahip.

“M. Kemal” ve “Son Cüret” kitaplarınızın ardından saldırılar daha da arttı.

Biz bu kitapları satılsın diye yazmıyoruz, okunsun diye yazıyoruz. Bu kadar linç ve karalama kampanyasına rağmen kitapların milyon tirajlara erişmesinin sebebi de yazarla okur arasındaki samimi ilişkiden kaynaklanıyor. Biz bu kitapları kaynak yaratıp özellikle ekonomik olarak satın alması mümkün olmayan gençlerimize, öğrencilerimize, Anadolu köylerimizdeki öğretmenlerimize ücretiz ulaştırabilmek için yapıyoruz. Elbette verdiğimiz emeğin karşılığında bir gelir elde edeceğiz, neticede ben gazeteciyim, gazeteden aldığım maaşımla ve kitap gelirlerimle yaşıyorum. Şüphesiz bu böyle. Ama bunların yazılmasının temel sebebi satılsın diye değil, okunsun diyedir. Zaten bu kadar saldırıya uğramasının esas sebebi de bu. Engellemeye çalışıyorlar. Mustafa Kemal hakkında yazılmış binin üzerinde değerli kitap var ama saldırıya uğrayan tek kitap bizim kitap. Çünkü topluma ulaşma noktasında en yüksek başarıya ulaştı. Bunu bir tehdit olarak görüyorlar. Ben bir Kuvayı Milliyeci olarak milli eğitim müfredatından çıkarılan olguları ve kavramları okulların kütüphanesine ve evlere soktuğum için hedef haline getiriliyorum. Bundan da çok memnunum.

YILMAZ ÖZDİL'İN YENİ KİTABI SON CÜRET'İ SÖZCÜ KİTABEVİ ARACILIĞIYLA EDİNMEK İÇİN TIKLAYINIZ



[old_news_related_template title="'Mustafa Kemal Atatürk’ü Allah'a, geri kalan her şeyi de ona borçluyuz'" desc="Yılmaz Özdil, yeni kitabı “Son Cüret”i anlattı: Özdil, Milli Mücadele’yi, o mücadelenin ölümsüz kahramanlarını anlatırken başlıktaki tespiti yaptı ve ekledi: “Mucize” dediğimiz Kurtuluş Savaşı Zaferi, pırıl pırıl bir zekanın ürünüdür." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2020/10/16/iecrop/10yilmazzodil25cm_16_9_1602886506.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/mustafa-kemal-ataturku-allaha-geri-kalan-her-seyi-de-ona-borcluyuz-6084945/"]