Kekiği sever misiniz? Ben bayılırım!
Etin üstüne en yakışan çeşnidir bence. Özellikle de kuzu pirzolasını kekiksiz düşünemem.
Kuzunun o körpe yağıyla o kadar iyi uyuşur ki, insanın damağı çatır çatır çatlar.
Bu iştah açan, sağlık saçan bitki Akdenizlidir. Çeşit çeşittir. Türkiye’de 40 çeşidinin olduğu söylenir.
Yabani kekik, dağ kekiği, limon kekiği, kara kekik, beyaz kekik, tarla kekiği, Girit kekiği, İstanbul
kekiği, adi kekik...
Yunan mitolojisinde ondan cesaretin, asaletin, gücün simgesi olarak söz edilir.
Çiçekleri, arıların sevgilisidir. Ondan topladıkları özsu ile yaptıkları balın lezzeti dillere destandır.
Antik dönemde daha çok yaraları iyileştirmekte kullanılmıştır.
Söylenceye göre bu bitki, Truvalı Helen’in göz yaşlarından doğmuştur.
Prof.Dr. Ahmet Uhri’nin, “Boğaz Derdi” adlı kitabında bu antik öykü şöyle anlatılır:
Truvalı Helen, Zeus’un kızıdır. Bir gün kocası Kral Menalaus’u terk edip, Truva kralının oğluna
kaçar. Bu kaçış Truva savaşlarına neden olur. Kan, ölüm ve gözyaşı dolu bu savaşın sonunda
Helen tekrar kocasının yanına döner.
Bundan sonraki yaşamını sessiz ve gözyaşları içinde sürdürür.
Olimpos tanrıları onun bu gözyaşlarını, kekik bitkisi olarak yeryüzüne sunarlar.
Onun için bu bitki, pek çok kültürde canlılık, asalet ve cesaret simgesi olarak kullanılır.
Kekiğin barındırdığı acımsı, buruk tat, Helen’in keder ve hüznünden gelmektedir.
Antik çağda yaralara şifa olan kekik, sonları mutfağa girmeyi, başköşeye oturmayı becermiştir.
Romalı Apicius, ballı ve bol kekikli karides tarifi ile sarayın gözdesi olmuştur.
Osmanlı saray mutfağı da kekiğe yabancı değildir. Balık ve kebap yemeklerinde bol bol kekik
kullanılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet’in en sevdiği yemeklerin başında, kekikli yılan balığı gelir.
Bol kekikli, soğanlı tart da insanın damağını bayram yerine çevirir. Bal sirkeli, kekikli börülce de
Bizans mutfağının en sevilen yemekleri arasında yer alır.
Kekik adının bize Farsça kakul/kakuti’den geldiği söylenir. Diğer dillerdeki Thymus sözcüğü ise
Yunanca Thumon yani koku sözcüğünden türemiştir.
Aslında Thymus’un bizdeki anlamı “uykuluk”tur.
MS II. Yüzyılda yaşayan eczacıların babası Galenos, thymus bezinin yapısını, dalına tutunmuş bir
sap kekiğe benzetir. Ona göre bu organ, duygularla ve ruhla ilgilidir.
Uykuluk, duyguları besler.
Kekikle ile uykuluk arasındaki lezzet uyumunun bu kadar ahenkli olduğunu şimdi daha iyi
anlıyorum.
Benim Marmaris ormanlarında, yerini çok az kişinin bildiği kekik öbeklerim vardır. Çam ağaçlarının
gölgesine sığınmış bu kekiklerle lezzetli yemekler yaparım.
Onlarla tatlandırdığım sızma zeytinyağına ekmek banmak, en keyif aldığım andır. Kekik, domatesi
de çok sever. Domates diliminin üstünde tuz, karabiber, sarımsak ve zeytinyağı ile buluşunca
ortaya nefis bir lezzet çıkar. Mantar yemeklerinde taze kekiği maydanoz yerine kullanınca mantar
et kılığınına bürünüp, damakları şenlendirir.
Kekik sadece insanlara lezzet sunmuyor, onu yiyen hayvanların etlerine de lezzet katıyor. Son
yapılan bir çalımaya göre, kekik yağı ile karıştırılan yemler, tavukları daha sağlıklı kılıyormuş.
Antibiyotiğe gerek kalmıyormuş. Bu tavukların etleri daha lezzetli oluyormuş. Bu yemlerle beslenen
tavukların yumurtaları da daha büyük oluyormuş.
Her neyse... Söylenecek çok söz var ama artık duralım!
Bir tutam kuru kekiği parmaklarınızın arasında ufalayarak, etinizin üstüne serperken aklınıza tüm
bu öyküler ve anlattıklarım üşüşsün.
Helen’i, Truva savaşlarını, körpe kuzuları ve oğlakları, uykuluğun lezzetini, göz yaşını, kederi,
hepsinin bir arada uçuşup gittiğini aklınızdan çıkarmayın.