Prof. Dr. Celâl Şengör gibi bilim adamlarımızın sayısı çok olsaydı, sanırım Türkiye yıllardır içinde bulunduğu türbülansı kolayca atlatırdı.

Ne çare ki üniversitelerimizin çoğu, adı profesör olan, fakat bilim adamlığı ile uzaktan yakından ilgileri olmayan kişilerin elinde... Bunların yetiştirdikleri ve yetiştireceği öğrenciler en fazla onlar kadar olabilir. Bu da ülkede eğitimin çöküşü demektir.

Prof. Dr. Celâl Şengör’ün en büyük özelliklerinden biri açık sözlü bir bilim adamı olmasıdır. Tüm şimşekleri üzerine çekse de, doğru bildiğini söylemekten çekinmez.

Bir süre önce “Teknolojide neden geri kaldık?” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. Ülkemizdeki eğitimin içler acısı durumunu anlatıyordum.

Bu yazım üzerine Prof. Dr. Celâl Şengör’den bir e-posta aldım.

Türkiye’nin bilgi ve bilimde çok gerilerde olduğunu belirten Celal Hoca’nın ilginç mektubu şöyle:

ÜNİVERSİTE ADINA LÂYIK TEK KURUM YOK

“Muhterem Rahmi Beyciğim, ‘Niçin teknolojide geri kaldık?’ başlıklı fıkranızı zevkle okudum.

İmam hatipler bu ülkenin başındaki en büyük sorunlardan biridir. Bunu tebarüz ettirdiğiniz için sağ olun.

Ancak...

Geriliğimizin tek sebebi onlar değil... Hatta denilebilir ki, onlar hastalığımızın arazları... Esas sorun üniversite denilen kurumlarımızda...

Sık sık söylüyorum: Türkiye’de üniversite adına lâyık tek kurum yoktur.

Bunu Yüksek Öğretim Kurumu YÖK’e ve hatta 12 Eylül askeri yönetimine bağlayanlar çok yanılıyorlar.

Siz, daha önceki durumu da hatırlarsınız. Üniversitelerin bu halde olmasının başlıca sebebi, üniversite içinde liyakate önem verilmemesidir.

Bu, 1933 Üniversite Reformu’ndan beri böyle olmuştur. Bu konuda 1946’da Fuat Köprülü’nün yazdığı makalelere bakmanızı öneririm.

LİSE HOCASI BİLE OLAMAZLAR

Üniversite hocalarımızın ezici bir çoğunluğu lise hocası bile olamayacak düzeydedir.

YÖK’ün uyguladığı kontenjan politikası her türlü aklıselimin haricindedir.

Düşününüz ki, 25 tane optik mineraloji (mineral bilimi) mikroskopu olan bir jeoloji bölümüne 70 kontenjan verilmiştir. Bu açıkça ‘Eğitim yapmayın’ demektir.

Türkiye’
deki intihal (aşırma) sayıları insanı korkutacak düzeyde olup üniversite içinde pek ciddi bir ahlâk erozyonuna işaret etmektedir.

Yere göğe koymadığımız rahmetli Türkân Saylan, YÖK üyesiyken YÖK’ü yuvarlak lâflarla eleştirmekten başka dişe değer tek bir fikir üretemediydi.
Cumhuriyet’te yayımladığı saçma sapan bir yazıya ben sert bir cevap yayımlamıştım. Dönüp baktığınızda kendisinin bilim üretiminin de neredeyse yok düzeyinde olduğunu görüyorsunuz.

Bu durum, sağ-sol demeden tüm sözde bilim insanlarımızın acınılacak durumuna pek çarpıcı bir örnektir.

“İNTİHAL” YAPANLAR ÜNİVERSİTEDEN ATILMALI

Bu olumsuzlukların önüne geçmenin yolu nedir? Gayet basit:

1) Bütün medeni âlemde yapıldığı gibi doktora, doçentlik ve profesörlük jürilerine yurt dışındaki, ciddi üniversitelerden jüri üyesi atarsınız.

2) Akademik terfilerde ‘Science Citation Index’ (Bilim Alıntı Endeksi) için muhakkak bir alt sınır koyarsınız.

3) Verilen dersleri uluslararası kontrole açarsınız. Bu elbette sadece İngilizce ders veren üniversitelerimizde uygulanabilecek bir yöntemdir ama hiç yoktan iyidir.

4) İntihal yaptığı tespit edilen öğretim üyesi veya öğrencinin üniversite ile ilişkisini derhal kesersiniz, varsa emeklilik haklarını yakarsınız.

5) Rektör atamaları asla seçimle olmamalıdır. Seçim, üniversite içine politika sokup üniversitenin verimli çalışmasına engel olmaktadır.

6) Üniversitede bulunan memur kadroları Memurin Kanunu dışına alınarak performans temelli periyodik (süreli) bir değerlendirme sistemine dayalı bir kanun oluşturmalıdır.

7) YÖK muhafaza edilmeli, ancak, yetkileri kısılarak sadece koordinasyon görevi bırakılmalıdır.

8) YÖK üyelerinde rektörlerde aranacak minumum kıstaslar aranmalı, YÖK Genel Kurulu’nda fen ve mühendislik bilimlerine, sosyal bilimlere, sanat dallarına göre dengeli bir dağıtım bulundurulmalıdır.

9) Meslek Yüksek Okulları kurularak bunların diplomaları, üniversite diplomalarından ayırılmalıdır.

İNTERNET “ÇÖP BİLGİ” DOLU

10) Meslek liselerinden üniversiteye devam etmek isteyenlere muhakkak bir katsayı veya imtihan uygulanmalı. Bu katsayı veya imtihan meslek branşına göre ayarlanmalıdır.

11) Yeni üniversite kurmak isteyen muhakkak labaratuvar ve kütüphanesiyle bir altyapı oluşturduğunu belgelemelidir. ‘İnternet çağında kütüphaneye ne gerek var?’ lâfı Amerika’da da yaygınlaşmakta olmasına rağmen gerçeği yansıtmamaktadır. İnternet ancak ne aradığını bilene ve bulduğunu değerlendirebilecek bilgiye sahip olana fayda sağlar. Zira internetteki ‘çöp bilgi’nin miktarı, kaliteli bilgiden fazladır.

12) Üniversitelerde ve Meslek Yüksek Okulları’nda kaliteli kütüphaneci ve teknisyen kadroları yeterli olmalıdır. Bugün Türkiye üniversitelerinde ben daha bir tane ‘uzman kütüphaneci’ görmedim. Türkiye üniversitelerinde kütüphanecilik okuyanların feci durumlarını kendi tecrübemden biliyorum.

Bu kara günlerde sevgi ve hürmetle. (Prof. Dr. Celâl Şengör)

GÜNÜN SÖZÜ


Baskıcı bir iktidarı kendi yalakaları kadar kimse kandıramaz!