Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) güvenlik soruşturmalarıyla ilgili düzenlemeyi anayasaya aykırı bulmasını, güvenlik soruşturmasının ya da arşiv araştırmasının bundan sonra hiç yapılmayacağı biçiminde yorumlayanlar oldu. AYM Başkanı’na bu yüzden sert eleştirilerde bulunuldu. Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan, “Yargı kararını eleştirmek için öncelikle onu okuyup anlamak gerekir” demekle yetindi.

O zaman bize de tartışma konusu olan iptalleri ve iptal gerekçelerini okuyup hukukçulara danışarak yorumlamak düştü. Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak genel koşullara sekizinci madde olarak “Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olması” zorunluluğu OHAL uygulaması döneminde getirildi. İptal gerekçesi kamuoyunda yeterince anlaşılmayınca bundan sonra bölücü, yıkıcı örgüt elemanlarının devlete sızacağı yorumları yapıldı. Bu durumda, soruşturmaların kaldırılmasına doğal olarak tepki gösterildi. Ama mahkemenin çözümü de gösterdiğinden hiç söz edilmedi.

SORUŞTURMAYA ENGEL Mİ?

Hemen belirteyim; AYM, kamu personeli hakkında güvenlik soruşturması yapılmasını anayasaya aykırı bulmadı. 1994 yılından beri güvenlik soruşturması yasal zeminde yapılıyor. Bu soruşturma yine yapılacaktır. Peki, AYM ne yaptı? Yaptığı, OHAL döneminde KHK olarak çıkarılan, sonra yasalaştırılan soruşturmanın yapılma biçimini anayasaya aykırılığından dolayı iptal etmek oldu.

Çünkü, kamu hizmetine girme koşullarının kanunla düzenlenmesi gerekiyor. Kamu görevine girişte güvenlik soruşturması veya arşiv araştırması yapılması koşulu öngörülmesine rağmen, soruşturma ve araştırmanın nasıl yapılacağına ilişkin kanunda herhangi bir düzenleme yok. Bireyin temel hak ve özgürlüklerini esaslı bir şekilde etkileyen, sınırlandıran bir konuda temel düzenlemeler yapılmayarak uygulamaya ilişkin hususların idareye bırakılması, yasama yetkisinin devri anlamına geliyor.

NE, NİÇİN İPTAL?

Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler, güvenlik soruşturması, arşiv araştırması kapsamında bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları arşivlerinden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden bilgi ve belge almaya, tutulan kayıtlara ulaşmaya, Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturma sonuçlarını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar ile kesinleşmiş mahkeme kararlarını almaya yetkili kılındı. AYM, bunu inceleyip iptal etti. Gerekçesini şuna dayandırdı:

“Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi anayasanın 13 ve 20. maddeleriyle bağdaşmamaktadır.”

Yani, bu işlemlerin nasıl yapılacağının, kanunda açık bir biçimde belirtilmesi gerektiği ifade ediliyor. Yasal düzenlemede bunların belirtilmesi isteniyor, o zaman güvenlik soruşturmalarına engel bir durumun da olmadığı kaydediliyor.

SORUŞTURMA YAPACAKSIN...

AYM’nin 19 Şubat 2020 tarihinde iptal ettiği maddelerden birisi de Devlet Memurları Kanunu’nun 48. Maddesi’nin birinci fıkrasına eklenen “Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak” hükmü. Mahkemenin, bunu niçin iptal ettiğini gerekçeden okuyalım:

“Kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural, kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir.

Kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi de anayasaya aykırıdır.”

KANUNDA BELİRTİLMELİ

Burada da “Siz güvenlik soruşturması yapamazsınız” denilmiyor. Kişisel verilerin kullanılması ve işlenmesine yönelik güvencelerin kanunda belirtilmesi gerektiği vurgulanıyor. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur.

O yüzden, şimdi kavga zamanı değil, AYM’nin iptal gerekçeleri de dikkate alınarak buna göre TBMM’de bekleyen teklifin bir önce yasalaşmasıdır. Bu düzenleme bekleniyor.


Cübbeli Ahmet Hoca’nın uyarısı boşuna değil


28 Şubat 1997 tarihinde toplanan ve kamuoyuna “28 Şubat Kararları” olarak geçen Milli Güvenlik Kurulu’nun toplantısında aldığı kararların 14. maddesi şöyleydi: “Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.”

Aradan 23 yıl geçmesine rağmen pompalı silah edinimleriyle ilgili kısıtlamalar getirilmedi. Dün neydiyse, bugün de öyle. İnternet üzerinden pompalı silahların alındığı biliniyor. CHP’nin daha önce TBMM’ye verdiği araştırma önergesinde, yaklaşık 25 milyon ruhsatsız silah bulunduğu belirtiliyordu. Kaçak olduğu için kuşkusuz bunun net bir sayısı olmaz. Tıpkı pompalı silahlarda olduğu gibi ancak uzman tahminleri böyle.

O PROGRAMDA UYARDI 

Değerli meslektaşımız Didem Arslan Yılmaz’ın, Habertürk televizyonundaki tartışma programları hayli ilgi görüyordu. “Cübbeli Ahmet Hoca” olarak tanınan İsmailağa Cemaati’nin sözcüsü, ekran yüzü konumundaki Ahmet Mahmut Ünlü de, kadınların yaptığı programlara katılmamasına rağmen, Yılmaz ikna etmişti. Cübbeli Ahmet Hoca’ya, Habertürk TV programcılarından Veyis Ateş, Mehmet Akif  Ersoy ile ben sorular yöneltiyorduk.

Ahmet Mahmut Ünlü, o programda 2 bin civarında Selefi derneklerinde silahlanma olduğuna, bunların yoğunlaştığı illere dikkat çekmişti. Bağlı olduğu cemaatin yurt genelinde taraftarı, sevenleri olduğu için kendilerine bazı bilgilerin gelmesi de normal karşılanmalı. Tabii şaşırdık, bu silahlanmaya karşı, başkaları da silahlanmıştır. Allah korusun aralarında bir çatışma çıkarsa bunun sonuçlarının da büyük olabileceğini düşündük. Olay öylece kaldı. Önceki hafta CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programının konuğu yine Cübbeli Ahmet Hoca’ydı. Kaygılarını bu programda da yineledi.

“EVET HAZIRIM” DEDİ

Ahmet Hoca’yı telefonla aradım, iddiaları konusunda ilgili makamların bugüne kadar bilgisine başvurup vurmadığını sordum. Olmadığını söyledi. Davet edilmesi halinde, 2 bin dernekten en az 150’sinin isimlerini verebileceğini, Selefi grupların mescitler açtığını, “Dinden çıktı” diye öldürülenler olduğunu basından örneklerle vurguladı. Sonuçta, ilgili makamları tehlikeye karşı uyarmanın da vatandaşlık görevi olduğunu belirtti.

Ahmet Mahmut Ünlü’nün bize yaptığı açıklamaların basında sıkça yer alması üzerine Cübbeli Hoca, bilgisine başvurulmak üzere Emniyet’e davet edildi. Güvenlik nedeniyle bilgi vermeye gidişi gizli tutuldu. Çünkü, can güvenliğinin tehlikede olduğuna ilişkin Emniyet kendisini uyarmış, hatta dronlu saldırı istihbaratı alınmıştı.

Belki şu merak edilir? Ahmet Hoca gündeme getirinceye kadar Devlet bu konuyla ilgilenmedi mi? İlgilenmez olur mu? İçişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Ersoy, Selefi grupların faaliyetleri, bunların eleman kazanma taktikleri, kendilerini gizleme, takip ve tarassuttan kurtulma yöntemleri, gelir kaynakları da dahil kapsamlı bir çalışma yaptırmıştı. Derneklerin bir kısmı denetlenmiş, bazıları da kapatılmıştı. Tabii ki, yeni bilgiler geldikçe bu tür çalışmalar genişletilir, güncelleştirilir.

KAYIP SİLAHLAR

Dönemin CHP Milletvekili Mehmet Tüm ve 21 arkadaşı tarafından TBMM Başkanlığı’na sunulan 18 Mart 2018 tarihli araştırma önergesinin konusu “Kayıp silahlar”dı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra “kayıp silahlar” hep gündeme gelmişti. O önergeden okuyalım:

“İçişleri Bakanlığı’nın faaliyet raporlarında yer alan istatistiklere göre, kayıp ve çalıntı silah sayısı 2014 yılında 14 bin 682 adet, 2015 yılında 91 bin 120 adet, 2016 yılında 107 bin 628 adet ve en son 2017 yılında 106 bin 740 adet olarak açıklanmıştır. Kayıp ve çalıntı silahların akıbetine yönelik ciddi ve derinlikli araştırmaların yapılması ve gerekli önlemlerin alınması, bu açıdan ülke güvenliğine ilişkin kamuoyundaki kaygıların giderilmesini sağlayacaktır.”

BAKANLIK GÖRÜŞÜ

İçişleri Bakanlığı bu silahların 1944’ten beri kayıp olduğunu belirtse de bakanlığın resmi internet sitesinde yer alan veriler, silahların özellikle son 3 yıllık süreçte kaybolduğunu gözler önüne seriyor.

Bu sayılar bile ülkemizde müthiş bir silahlanma olduğunu ortaya koyuyor. CHP’nin, İçişleri Bakanlığı verilerine dayanarak açıkladığı “106 bin kayıp silah” konusu öyle sıradan bir durum değildir.

Yaşanan gerilimler insanları silahlanmaya itiyor.  12 Eylül 1980 öncesi silahlanmanın boyutu a o yüzden yüksekti. 15 Temmuz darbe girişimi, günümüzde sıkça “Darbe olur mu, olmaz mı” tartışmaları bile silahlanmak için yetiyor. Cübbeli Ahmet Hoca, o açıklamayı yaptı diye kimse rahatsız olmasın. Bu açıklama belki hayırlı bile olmuştur.