12 Eylül darbe günleri; kıyım-zulüm sürüyor...
Gözaltına alınan Şair Ahmet Telli, 72 gündür hücrededir.
“Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. (...)
Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek
sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. (...)
Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür
sakındığım ve her gün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim. (...)
Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.”
Bu ülkenin evlatları bu ölümlü dikenli yollardan kaç kez defa geçecek? Acıyla daha ne kadar sınav edilecek?
Yıl, 2020.
Kimse farkında değil mi; su çürüyor...
“Ya tuz kokarsa” aşamasını geçtik maalesef; kokuyor çünkü...
Oysa. Bilinmez mi; su çürürse, tuz kokarsa memleket bozulur, ahlaki çöküntü başlar...
SİZE SESLENİYORUM
Cumhurbaşkanı Erdoğan size seslenmek istiyorum...
Adalet Bakanı Gül size seslenmek istiyorum...
HSYK Başkan Vekili Mehmet Yılmaz size seslenmek istiyorum...
Adalet çürüyor...
Hukuk kokuyor...
Yoksa, şu yapılabilir mi:
Sabah ve Takvim gazetesi ile ahaber televizyonuna sızıntı yapıldı:
“Flaş ayrıntı: MİT şehidi haberinin yapıldığı gün Murat Ağırel, bir yabancı ajans ile 15 dakika sır görüşmesi yaptı!”
Bu tamamı yalan olan...
Bu asılsız, uydurma haberin amacı algı operasyonu yapmak; sizleri kandırmak...
Yabancı ajans denilen Sputnik Radyo...
Dünyanın dört yanında büroları olan 39 dilde yayın yapan Moskova merkezli haber ajansı. “Rossiya Segodnya” denen Rusya devletinin haber ajansına bağlı. Yani, bizim TRT gibi...
Altı yıldır Türkiye’de faaliyette. Ve ne zaman birileri, Erdoğan-Putin ilişkisi bozmak istese Sputnik hedef yapılıyor! Bu sızdırmanın bir amacı da bu mu?
Ses ve görüntü kayıtları ortada: Gazeteci Murat Ağırel, Sputnik Radyo’dan gazeteci Ahu Özyurt ile yeni çıkan “Sarmal” kitabını konuşuyor. Programda MİT şehidi ile ilgili tek söz edilmiyor. Bunlar bilinmesine rağmen Sabah grubuna neden “sır görüşme” diye haber yaptırılıyor?
Böyle bir hukuk anlayışı olmaz/olamaz!
Son bir haftada yaşadıklarımız sadece bu değil...
BULAŞICI HASTALIK
Avukatlara verilmeyen iddianame de on beş gün önce Sabah’a sızdırıldı. Avukatlara dün verildi.
Biz bunu gördük, yaşadık: FETÖ döneminde savcıların, -avukatlar görmeden- sızdırma yaptıkları Zaman ve Taraf gibi gazeteler ve STV gibi televizyonları vardı.
Bugün değişen ne?
Gazetecilerin avukatları, savcıların yürüttüğü soruşturmayı Sabah grubundan öğrenebiliyor?
Hangisini yazayım. Sürekli kurnazlık var.
Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç’ın vekaletnameli sekiz avukatı var. Buna rağmen, İstanbul 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 2 Mayıs günü tutukluluğu incelerken gazetecilerin avukatlarını değil, İstanbul Barosu’ndan avukat istedi! Pes artık...
Adalet terazisinin satılığa çıkarıldığını yazan “Metastaz” ve “Sarmal” kitabının intikamı mı alınıyor?
Mesele, salt MİT şehidi haberi olamaz; ahirete kavuşmuş bir devlet görevlisinin haberini yazdılar diye gazeteciler hakkında 19 yıl ceza istenmez.
Biz bu “düşman ceza hukuku” anlayışını iyi biliriz, yargılandık. Görünen o ki, FETÖ gitse de acımasız yöntemleri yok olmuyor. Asıl tehlikeli “bulaşıcı hastalık” bu!
Basın hürriyeti yoksa vicdan da yok.
Sayın Erdoğan...
Sayın Gül...
Sayın Yılmaz...
Daha ne kadar seyredeceksiniz adaletin ölümünü?
Hani yargıya olan inancı tekrar inşa edecektiniz?
Görün artık: Su çürüyor... Gazeteciler Silivri’deki tek kişilik hücrelerinde 64 gündür nefes almaya çalışıyor.
“Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır. İrinin bir rengi... Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...
Adımdan gayrısını bilmiyorum...”
Hiç bitmeyen tartışma: FATİH BİYO-SİLAHLA ÖLDÜRÜLDÜ
ABD Başkanı Trump başta olmak üzere dünya Coronavirüs kaynağını tartışmaya devam ediyor. Bu virüs, biyolojik silah mı? Yazılı kaynaklara göre Hititlerin ergot mantarı ilk biyo-silah idi. Türkiye’de yıllardır bir tartışma yapılıyor; “Fatih zehirlenerek öldürüldü!” Bu tartışma hangi yıl, nasıl çıktı? Kim neyi savundu?
Tarih: 27 Nisan 1481.
Fatih Sultan Mehmet yeni sefere çıktı.
Hedef neresiydi? Padişah dışında kimse bilmiyordu. Bilinen özelliğiydi; ne zaman bir sefere çıkacak olsa amacını en yakınları dahi bilmezdi. Fatih varılacak yere yaklaşmadıkça hedefini açıklamazdı... O dönem Fatih’in üç hedefi vardı:
-Mısır’da -Çerkes asıllı- Memluk Sultanı Kayıtbay’ın dik başlılığı...
-Vezir Mesih Paşa komutasındaki Osmanlı’nın İkinci Rodos seferinde başarısız olması...
-Gedik Ahmet Paşa’nın bir yıl önce Adriyatik Denizi’ne kıyısı bulunan Otranto şehrini teslim alması üzerine şimdi sırada Fatih’in tüm İtalya’yı fethi mi vardı?
Seferi bilinmese de yola yeni çıkan Fatih birden rahatsızlandı. Üsküdar’da birkaç gün mola verdi. Sonra, at arabasıyla sefere devam etti. Sürdüremedi. Maltepe’deki Hünkâr Çayırı (veya Tekfur Çayırı denilen) yerde yine duruldu.
Tarih: 3 Mayıs 1481.
Fatih perşembe günü akşama doğru 49 yaşında hayata gözlerini yumdu. İstanbul’dan çıkışı ile ölümü arasında yedi gün geçti.
Fatih, bu yolculuk sırasında mı zehirlendi?
Tartışmalar o kadar büyüdü ki iş, “mezarı açılıp incelensin” demeye kadar vardırıldı!
ALMAN TARİHÇİ BABİNGER
Yıl, 1953.
“Fatih zehirlendi” görüşü bu yıl ağırlık kazandı.
Niye?
Osmanlı konusunda yaptığı çalışmalar ile tanınan Alman tarihçi Franz Babinger (1891-1967), “Mehmed der Eroberer und seine Zeit” (Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı) kitabını bu yıl çıkardı.
Dedi ki:
-“Sultan 1 Mayıs’ta şiddetli karın ağrıları çekmeye başlayınca hekimler çağrıldı. Eski hastalıklarının yani damla ile romatizmanın yanı sıra yeni hastalıklar da baş göstermişti. Sultanı ilk tedavi etmeye çalışan hekim, Laristanlı Acem Hamideddin el-Lari oldu.
El-Lari’ye ilişkin öykülerin en ılımlı olanı, Sultan’a istemeden yanlış bir ilaç vermesidir. Bu yüzden el-Lari’nin öldürülmesinin nedeni muhtemelen ya Sultanı öldürme girişimine tanıklık etmiş olması ya da Mehmed’in ölümünden bizzat sorumlu olmasıdır.
Hekim Lari başarısız olunca, Sultan’ın hasta yatağına eski dostu Maestro Iacopo çağrıldı. Ancak Iacopo elinden bir şey gelmeyeceğini, çünkü daha önceki hekimin yanlış bir ilaç kullanmış olduğunu ve bu ilacın etkilerini gidermenin artık mümkün olmadığını söyledi. Sultan dayanılmaz acılar çekiyordu. Can çekişen Sultan’a verilen ilaç, bağırsaklarını tıkamıştı anlaşılan...”
Babinger kitabında keskin iddiasını şöyle sürdürdü:
-“Mehmed’in ölüm nedeninden emin değiliz. Çok sayıda düşmanının oluşu ve ölümüne ilişkin bazı ayrıntılar, muhtemelen zehirlendiğini gösteriyor. 25 Nisan’da başkentinden ayrıldığında sağlığı yerinde olmalıydı. Zaten görgü tanıkları da o ölümcül bağırsak sancılarının ertesi salı günü ansızın başladığını söylemiştir. Bütün bunlar Mehmed’in yola çıktıktan hemen sonra zehirlendiği ve hiçbir ilacın hayatını kurtarmaya yetmediği iddiasını desteklemektedir. Eğer zehirlenmişse bunun kimin işi olduğunu bilmiyoruz. Bu işte Venediklilerin parmağı olduğu pek muhtemel görünmemektedir. Sultanı oğlu Bayezid zehirlemiş olabilir...”
Sadece tarihçi Babinger değil...
Aynı yıl bir kitap daha çıktı.
KİMYAGER BAYLAV
Kimyager Naşit Baylav (1903-1982)...
İstanbul Eczacılık Mektebi’ni 1923 yılında bitirdi. Bir yıl sonra aynı okulda müfredat-ı tıp/ farmakoloji asistanlığına başladı. Aynı dönemde Fen Fakültesi kimya bölümünü bitirerek “eczacılık” yanına 1926’da “kimyager” unvanını ekledi.
Mesleki bilgisini arttırması için gönderildiği Berlin’den İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla döndü. Uzatmayayım...
Genç yaşından itibaren tıp ve eczacılık tarihine yoğunlaşarak önemli arşiv oluşturdu.
Emekliliğinden bir yıl sonra 1953’te “Fatih Sultan Mehmed Devrinde Te’lif, Terceme ve İstinsah Edilen Tıb Eserleri ile İlaçlar” kitabını çıkardı.
Baylav’a göre de Fatih zehirlenmişti:
“Esasen Papalığın casusu ve Venedikli bir Yahudi dönmesi olan sarayın baş doktoru Yakup Paşa (Master Jacop / Jacobus Maestro) tarafından kendisine verilen çok zehirli bir bitki extresi tarafından zehirlenmesi sonucunda gerçekleştirildi.”
İddiasını şöyle açıkladı:
“Topkapı Sarayı’nda ressamlık, nakkaşlık gibi her sanata ait defterler ve el yazması kitaplar olduğunu biliyordum. Oradan çok bilgi elde ettim ama arşivin hepsi halen tasnif edilmiş değildir. İlaç - eczacılık’a ait de bir şeyler yazılı olmalıydı. Ben ilaç nasıl hazırlanırdı merak ediyordum. Uzun seneler bekledim aradığımı bulmak için. Nihayet, Sahaflar Çarşısı’nda ele geçirdim: Helvacıbaşı’nın Defteri...”
Bu defterde padişaha sunulan yemek malzemelerinin içinde –anavatanı Asya olan- kargabüken bitkisi de vardı. Bu bitkinin tohumlarından zehirli madde/striknin elde ediliyor ve yiyecek içeceğe karıştırılması halinde öldürücü etkisi oluyordu.
Fatih, yemeğine katılan kargabüken bitkisiyle yavaş yavaş mı öldürüldü?
Önce şunu belirteyim:
“Fatih zehirlendi” tezinin 1953 yılında ayyuka çıkmasının sebebi sadece bu iki kitap değil. O yıl İstanbul’un fethinin 500’üncü yılıydı...
1.Abdülhamit’ten beri devletin fethe tavrı “Rumları rencide etmeyelim” idi. Bayar-Menderes ikilisinin de bakışı farklı değildi. Ama...
Sağcı-muhafazakârların başını çektiği grupların 500’üncü yıl fethini görkemli kutlamak istemelerinin sebebi, Kıbrıs taksimi/ sorunu idi.
Milliyetçiliğin yükseldiği o dönemde “Fatih’in zehirlediği” iddiası hayli taraftar buldu.
Peki, bu doğru muydu?
Fatih’in son dizelerinin esrarı
Fatih’in öldürüldüğünü düşünen -Prof. Yalçın Küçük gibi- araştırmacılar Fatih dönemi sonrası yazılanlara “resmi tarih” deyip mesafeli durdu! Çoğu tarihçi devletin resmi yazıcısı vakanüvise pek güvenmez...
Ya yakın dönem tarihçileri? Yılmaz Öztuna (1930-2012) on dört ciltlik Büyük Türkiye Tarihi eserinde şunu yazdı:
“Fatih, Venedik tarafından zehirletilerek ölmüştür. Bu Venedik’in Padişahın şahsına tevcih edilmiş on beşinci ve sonuncu suikast olup, diğer on dördü hedefine ulaşamamıştı. Venedik nihai teşebbüsü, Fatih’in hususi hekimlerinden Venedikli bir Yahudi olup güya ihtida eden ve Yakup Paşa adını alan Maestro Iacopo vasıtasıyla yapmıştı. (...) Fatih, Üsküdar’a geçtiği gün yani 25 Nisan’da zehirlenmeye başlamış sonra tedavi yapıldığı iddiasıyla zehrin dozu artırılmıştır. Fatih’in ölümünü yakından bilen Aşıkpaşazade, padişahın ciğerinin doğranarak kan kustuğunu yazmaktadır. Hakanın suikasta maruz kaldığı derhal anlaşılmış, Maestro Iacopo nam-ı diğer Yakup Paşa, hükümdarın ölümünden az sonra Türk askeri tarafından parça parça edilmiş, milyonlara kavuşamamıştır.”
Fatih üzerine uzun yıllar çalışma yapan Prof. Şehabeddin Tekindağ (1918-1983) bu iddianın “saçma” olduğunu belirtti...
Bu tartışma daha çok yapılacak kuşkusuz.
Bildiğimiz somut gerçek şu:
Fatih, 1464 yılından beri gut hastasıydı.
Venediklilerin stratejik adası Ağrıboz fethine katıldığı 1470’te acısı çok arttı. Sonra ki Rodos ve Otranto gibi seferlere katılamadı.
Meçhul hedefli son seferinde boğazı geçerken vücudundaki ağrıları nedeniyle “Avni” mahlasıyla şu dizeleri yazdı:
“Ah min azmetin bi-gayrı iyâb Ah min hasretin ale’l-ahbâb.”
Yani:
“Feryat dönüşü olmayan bu gidişe
Dostların hasretine feryat.”
Ahiret yolculuğuna çıktığını anlamış mıydı? Kim bilir...
Aşıkpaşazade ne yazdı
Asıl adı, Derviş Ahmet...
Mahlası, Aşıki...
Büyük dedesi Aşık Paşa’ya nisbetle “Aşıkpaşazade” adıyla tanındı.
Amasya sancağının Mecitözü- Elvan Çelebi Köyü’nde doğdu.
İfadesine göre 1400’ler başında dünyaya geldi.
1.Murat ve Fatih’in güvenini kazandı. Macaristan ve II. Kosova seferleri ile İstanbul’un fethinde bulundu. Kuruluşundan 1478 yılına kadarki süreci Türkçe ile anlatan “Tevarih-i Al-i -Osman” eserini yazdı. Halk destanı niteliğindeki kitap, ilk kronolojik eser özelliğini taşır...“Fatih zehirlendi” iddiasında bulunanların önemli kaynaklarından biri, Fatih’in hizmetinde bulunan Aşıkpaşazade’nin yazmış olduğu şu sözler oldu: “Tabibler şerbeti kim verdi Hana O Han içti şarabı kana kana Ciğerin doğradı şerbet o Hanın Hemin-dem zari etti yana yana Dedi niçün bana kıydı tabipler...”
Aşıkpaşazade Fatih’in zehirlendiğini “ima” mı etti?
Bilinen şunu açık açık yazdı:
-“Ölümüne sebep ayağında zahmeti (gut) vardı. Doktorlar tedaviden aciz kaldılar. Nihayet doktorlar bir araya toplandılar. İttifak ettiler, ayağından kan aldılar. Zahmet daha ziyade oldu. Sonra şarab-ı fâriğ (şurup) verdiler. Nihayet rahmet-i Rahman’a kavuştu.”
Keza: Fatih’in özel tarihçisi Tursun Beg (1420-1499), Tarih-i Ebü’l-feth eserinde “sefere çıkmadan önce zaten rahatsızdı” diye yazdı.
Daha sonraki tarihçilerden Mehmet Neşri (1450-1520) de Kitab-ı Cihannüma eserinde hastalık sebebiyle öldüğünü yazdı. Behişti, Kemalpaşazade, Oruç Bey, Tacizade Cafer Çelebi, Kıvami, Hoca Sadeddin Efendi de aynı görüşteydi...