Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan çarpıcı açıklamalar...

Sevgili okurlarım,

“Tek millet, iki devlet” gerçeğine inanan her Türk vatandaşı gibi ben de Azerbaycan’ın Karabağ’ı ve işgal altındaki topraklarını esaretten kurtarmak amacıyla sürdürdüğü harekatı yürekten destekliyorum. Saldırıyı başlatan Ermeni güçlerini püskürtüp, işgal altındaki bölgeleri kurtararak ilerleyen Azerbaycanlı Mehmetçiklere yeni zaferler diliyorum.

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, Türkiye için bir başka yaşamsal mücadele alanı olan Doğu Akdeniz’e ilişkin gelişmeleri ele alacağız.



UĞUR DÜNDAR (U.D.): Oruç Reis sismik araştırma gemimiz, AB’den gelen yoğun diplomatik baskılar nedeniyle Antalya Körfezi’ne çekildikten sonra, Doğu Akdeniz’de suların birden durulduğuna tanık olduk. Bu arada merakla beklenen AB’nin 1-2 Ekim tarihlerindeki “Liderler Zirvesi”nde alınan kararlar da açıklandı. Bu kararları nasıl değerlendiriyorsunuz?

LİDERLER ZİRVESİ BİLDİRİSİ TEHDİT ANLAMI TAŞIYOR

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Zirve kararları, Türkiye’ye yönelik sert ve tehditkâr bir üslupla yazılmış. AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gerçekleştirdiği sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini Yunanistan’a ve (Güney) Kıbrıs’a karşı yapılmış “uluslararası hukuka aykırı, yasa dışı” (illegal) faaliyetler olarak değerlendiriyor; sonra da Türkiye, eğer bu tür “tek taraflı hareketlere veya tahriklere” devam ederse, AB’nin “elindeki tüm vasıta ve seçenekleri Türkiye’ye karşı kullanarak kendisinin ve üye ülkelerin çıkarlarını savunacağını” açıklıyor.

(U.D.): Ama bu bir tehdit!..

(ŞE): Evet!.. Bu tehditten sonra AB,  Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tutumunu yakından izleyeceğini ve yapıcı bir değişiklik olmadığını saptadığı takdirde, Avrupa Konseyi’nin en geç önümüzdeki aralık ayındaki toplantısından önce, Türkiye’ye karşı yaptırımları devreye sokacağını vurguluyor. Kararda atıfta bulunulan belgelerin içeriğinden; bu yaptırımların ekonomik nitelikte olacağı anlaşılıyor. Bu ifadeler, Oruç Reis ve Yavuz’un, Doğu Akdeniz’de Türk fırkateynleri eşliğinde araştırma ve sondaj faaliyetlerinde bulunmalarının AB tarafından yasaklanmış olması anlamına geliyor!..

(U.D.): Medyamız kararın bu yönleri üzerinde hiç durmadı...

HEDEF MAVİ VATAN PROJESİ’Nİ ORTADAN KALDIRMAK

(Ş.E.): AB’nin zirve kararı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini, sadece Yunanistan’ın ve Rumların müsaade ettiği alanlarda yapabileceğini vurguluyor ve bunu yaptırım tehdidiyle dayatıyor. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin BM’ye tescil ettirdiği kıta sahanlığı ile Libya’yla yapmış olduğu Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması’ndan doğan yetki alanlarını hukuk dışı ve yok hükmünde sayıyor. Bunun anlamı; altını kuvvetle çizerek söylüyorum, AB’nin hedefi, Türkiye’nin “Mavi Vatan” projesini ortadan kaldırmaktır. Dışişleri Bakanlığı’nın AB Zirvesi kararı hakkında yaptığı  açıklamada, AB dayatmalarının reddedilmemiş olması da AKP iktidarının AB’nin “Mavi Vatan”ı yok etme hedefini kabullenmiş olduğunun kanıtı anlamına geliyor.

(U.D.): “Mavi Vatan” kavramının ve “Mavi Vatan” stratejisinin taşıdığı anlamları da okurlarımızla paylaşarak zihinleri tazeleyelim.

(Ş.E.): Mavi Vatan, Türkiye’nin Karadeniz, Marmara, Ege Denizi ve Akdeniz’de bulunan ve meşruiyetini uluslararası hukuk, hak ve hakkaniyetten alan egemenliği altındaki deniz yetki alanlarının tümünü kapsıyor. Uzmanlar, “Mavi Vatan”ın 430 bin kilometrekare olduğunu belirtiyorlar. “Mavi Vatan” stratejisi ise Türkiye’nin deniz yetki alanlarını icabında deniz ve hava kuvvetlerini kullanarak savunmasını öngörüyor. Bu bağlamda, özellikle Libya ile akdedilen anlaşmanın da geçerliliğini vurgulamak amacıyla, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin üzerlerinde hak iddia ettiği Türkiye’nin deniz yetki alanlarında sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri yapılması ve diğer ülkelerin araştırma ve sondaj gemilerinin bu alanlara girmelerinin önlenmesi suretiyle hak ve hukukumuzun korunması sağlanacaktır.

İKTİDAR STRATEJİSİNDEN 180 DERECE ÇARK ETTİ

(U.D.): Yani AB baskısıyla iktidarın, bu stratejiyi kararlılıkla uygulama irade ve cesaretini geride bıraktığını mı söylüyorsunuz?..

(Ş.E.): AKP iktidarı bu stratejiyi kısa süre önceye kadar Doğu Akdeniz’de uyguluyor ve her gün TV ekranlarında Oruç Reis’in ve Yavuz’un savaş gemilerimiz refakatinde araştırma ve sondaj işlemlerinde bulunduklarını seyrediyorduk. Milli duygularımızı kabartan, gurur verici bir tabloydu bu... Halkımız, “Mavi Vatan”ı gerçekleştirecek deniz gücümüzün, askeri kapasitemizin ve en önemlisi ulusal çıkarlarımızın arkasında duracak bir siyasi iradenin varlığına inanmıştı. Bu arada, iktidar, AB’nin yaptırım uyarılarına da kulak asmıyor, Navtex’ler yayınlayıp askeri tatbikatlar yapıyordu... Sonra aniden siyasi iradenin toptan çöküverdiğine tanık olduk. Dış baskılara ve AB’nin yaptırım tehditlerine direnemeyen Ankara, birden yelkenleri suya indirdi ve Oruç Reis’i Antalya’ya çekmek suretiyle sismik araştırmalara son verdi. Meydan okuma söyleminden de 180 derece çark ederek “Biz zaten hep diplomasi ve uzlaşma taraftarıydık, önkoşulsuz görüşmeye hazırız” yolundaki görüşün savunucusu oldu.

(U.D.): Ancak kapılar tümüyle kapatılmayıp istikşafi müzakere yaklaşımı tercih edildi.

(Ş.E.): Evet... Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yönelik yeni siyasi çizgisini Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle açıkladı: “Anlaşmazlıkların diyalogla, uluslararası hukuk temelinde ve hakkaniyete uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir. Bu amaçla önkoşulsuz diyaloğa hazır olduğumuzu vurguladık. İstikşafi müzakerelere hazırız.”

İstikşafi müzakerenin diplomasideki anlamı; bağlayıcı olmayan, sorunların teşhisine, tanımlanmasına ve nasıl bir çerçeve ve gündemle müzakere masasına oturulacağına dair görüşmeler yapılması demektir. Türkiye ile Yunanistan, Ege sorunlarının halli için iki ülke Dışişleri Bakanlığı müsteşarları düzeyinde istikşafi müzakerelere başlanmasını kararlaştırdıktan sonra, 2002- 2016 yılları arasında iki tarafın müsteşarları 14 senelik bir sürede tam 60 kere müzakere masasına oturdular, ancak sorunlara çözüm bulmakta en ufak bir ilerleme dahi kaydedemediler... Fakat bu süreçte Türkiye ile Yunanistan arasında ciddi bir sorun da ortaya çıkmadı. Bunun ana nedeni, Ankara ile Atina arasında istikşafi görüşmelere ilişkin şu şartlar üzerinde “zımni” (üstü örtülü) bir mutabakat bulunmasından ileri geliyordu: 1) Müzakerelerin içeriğiyle ilgili hiçbir şekilde basına haber sızdırılmayacak, tam karartma uygulanacaktı. 2) İstikşafi müzakereler süresince, taraflar tek taraflı eylemlere, provokasyonlara ve oldu-bittilere başvurmayacaklardı. 3) Aralarında çıkacak sorunların halli için kuvvet kullanılmayacak, tehdide başvurulmayacaktı. Bir ara savaş fırtınaları esen Ege’de sükunetin hüküm sürmesi bu şekilde sağlandı.

(U.D.): Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istikşafi müzakereleri önermek suretiyle bu saydığınız üç şartı da kabul ettiğini ortaya koyduğunu mu ifade etmek istiyorsunuz?

MAVİ VATAN KAVRAMI RAFA MI KALDIRILACAK?

(Ş.E.): Demek istediğim, bu üç şarta dayanmayan bir istikşafi müzakere yönteminin kesinlikle sürdürülemeyeceği ve uygulanamayacağıdır. Bugünün konjonktüründe de bu yöntemin uygulanması “Mavi Vatan” kavramının rafa kaldırılması anlamına gelir. Daha açık söyleyeyim; iktidar, diplomasi seçeneğine başvurmuş ve Yunanistan’ı masaya oturtmuş havası vererek “Mavi Vatan” projesini ve stratejisini sessizce rafa kaldırmaya hazırlanıyor.

(U.D.): Peki iktidarı bu “U” dönüşüne zorlayan sebepler neler?

(Ş.E.): AKP iktidarı, geç de olsa, şu üç gerçeği fark etti. Bunlardan birincisi; karşısında oluşan hasım bloğun genişliği ve gücü... Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye’nin karşısına, yanlarına, İsrail’i, Fransa’yı, Mısır’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE), Suudi Arabistan’ı, AB’yi ve ABD’yi kapsayan çok güçlü bir koalisyonla çıkıyorlar. Bu büyük gücün yarattığı dış baskı AKP iktidarını geri çekilmeye mecbur etti... İkincisi; iktidarın, çok tehlikeli bir zafiyet dönemine giren ülke ekonomisinin, AB tarafından uygulanması olası yaptırımlara dayanamayıp dibe vurma riskini göze alamaması... Üçüncüsü ise; iktidarın, güç kullanım kapasitesine dayanan stratejisinin sınırlarına ulaştığını görmesi.

(U.D.): Peki, Türkiye’yi hasım ilan eden bu devasa koalisyonun oluşması engellenemez miydi?

(Ş.E.): Bunun temelinde de iki etken var. Birincisi; iktidarın ülkemizin dış politika alanındaki profesyonel beyin gücünden yararlanmaması... Bu nedenle oluşan dış politikadaki yeteneksizlik, Türkiye’yi bölge jeopolitiğinden dışlamıştır. İkincisi; iktidarın Müslüman Kardeşler odaklı siyasal İslam saplantısının dış politikaya yön vermesi... Türkiye’nin Akdeniz’deki meşru hedeflerine karşı çıkan koalisyonun müsebbibi (vücuda getiren, kuran) bu yeteneksizlik ve saplantıdır...

(U.D.): ABD’nin İncirlik Üssü’nü kapatmaya hazırlandığı yolunda iddialar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

ABD ŞİMDİLİK İNCİRLİK ÜSSÜ’NDEN VAZGEÇMEZ

(Ş.E.): ABD Dışişleri Bakanları, Yunanistan’ı ziyaret ettikleri zaman mutaden Türkiye’ye de gelirlerdi. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo bu geleneği bozdu ve Yunanistan’a peş peşe yaptığı iki ziyaret sırasında Türkiye’ye uğramadı. Bu ziyaretler sırasında Pompeo’nun tam bir şov havasına girmesi ve Yunanistan’a aşırı övgüler düzerek Türkiye’ye nispet verir davranışlar sergilemesi gözden kaçmadı. Ancak, ABD’nin, Türkiye’yi dışlayan enerji alanındaki Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu ve bu nitelikteki diğer yapılanmaları kuvvetle desteklemesi dikkat çeken gelişmeler... Ayrıca, ABD’nin, Girit’teki Suda Üssü’nü genişletmesi, Dedeağaç’ta askeri liman, Larissa’da drone karargâhı ve Karla’da hava üssü kurması, Washington’un, bölgesel stratejisinde Yunanistan’a merkezi bir konum sağladığını gösteriyor. Ancak ben, ABD’nin şu anda İncirlik’ten çıkma gibi bir niyeti olmadığı kanısındayım. ABD yönetimi, ileride CAATSA yaptırımlarının Kongre tarafından Türkiye’ye uygulanması gibi bir gelişme olduğu takdirde, Ankara’nın misilleme olarak İncirlik’i ABD’ye kapatması durumunda elinde bir alternatif bulunmasını istiyor.

(U.D.): Son sorum yine istikşafi müzakerelerle ilgili olacak. AB’nin zirve kararında, istikşafi müzakerelerin “kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) konularını kapsayacağı” belirtilerek Yunanistan’ın görüşü destekleniyor. AB’nin bu yandaş tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?

AB’NİN YUNANİSTAN YANDAŞLIĞI GAYRİAHLAKİ

(ŞE): AB, bu aşırı Yunanistan tarafgirliği nedeniyle güvenilir bir kuruluş olma niteliğini yitiriyor. Bu tutumunu aynı zamanda gayriahlaki buluyorum. Zira, hem “taraflara uzlaşma için bir fırsat kapısı açıyorum” diyor, hem de daha başlangıçta o kapıyı Türkiye’ye kapatacak desiseler (hileli düzen) yaratıyor. Biraz önce 2002-2016 yılları arasındaki istikşafi müzakerelere değindim. Bu müzakerelerde, Yunan tarafı Türkiye ile arasında sadece kıta sahanlığı sorunu bulunduğunda ısrar etmiş, Türk tarafı ise adaların gayrı-askerileştirilmesi, 10 millik hava sahası ve FIR hattı sorunlarının da ele alınmasını ileri sürmüştür. Taraflar tutumlarında diretmiş, bu nedenle sorunların halli yolunda hiçbir somut adım atılamamış, yani 14 sene havanda su dövülmüştür. AB aldığı bu kararla müzakerelerin başlayabilmesini dahi engelleyen bir tutum içine girmiştir.