Aylardan hazan.

Sayfiyeler boşaldı.

Yazlıkların kepenkleri kapandı.

Hava karardığında abajur misali, sitelerde tek tük ışıklar yanıyor.

Issızlığın hüznü çökmüş sokaklarda, kederle sahibini arayan küçük küçük terkedilmiş köpekler dolaşıyor.

Kuyruğunu sallayarak bir koşu umutla, acaba bu kapı mıydı diye bakıyor, değil.

Yoksa şu kapı mıydı, o da değil.

Şaşkın, ürkek, yitik.

Havlamayı bile henüz bilmiyorlar, inanın.

Kafaları öne eğik, duvar diplerinden, hiçbir yere yürüyorlar.

Hiçbir yere yürüyerek, o güne kadar hiç bilmedikleri mekanlarda, karınlarını doyurabilmek için çöp karıştırmaktan başka çareleri olmadığını öğrenerek, ilk kez tanıştıkları güz yağmurlarında saçak altlarına sığınarak, yapayalnız korkularla, yaşama tutunmaya çalışıyorlar.



Gece karanlığında Çeşme’den İzmir’e otoyoldan dönerken mesela... Nerde olduğunu bilmeden şaşkın şaşkın dolaşan, gözleri faltaşı gibi açılmış küçücük patileri aniden farlarınızın önünde buluyorsunuz.

Çünkü, komşularından utanan sahipleri, kimse görmeden bırakabilmek için, otoyol kenarına terkediyor onları.

Şanslıysa, şanslıysanız, frene basabiliyorsunuz.

Her gece en az iki üçü şansı yaver gitmediği için bu şekilde can veriyor.

Gündüz gözüyle asfaltta öbek öbek görüyorsunuz maalesef, terkedilmiş duyguları paramparça, minicik vücutları paramparça.



Oyuncak gibi alıyorlar.

Hevesleri geçince fırlatıp atıyorlar.

Çeşme’de her yaz sonunda 200’den fazla köpek sokağa terkediliyor.

Bodrum böyle, Marmaris böyle, Kuşadası böyle, Ayvalık böyle.



Toplayıp toplayıp, barınaklara götürüyorlar... Yolu bile zor bulunan, tabelasız ücralardaki, tel örgülerle çevrili barınaklara.



Barınak deniyor ama, cezaevi sıfatı bile hafif kalır.

Soykırım kampı demek daha doğru.

Sağ çıkabilen yok.



Ah keşke elimde olsa, her vatandaşımızı bir dakikalığına bile olsa herhangi bir köpek barınağına götürüp, gösterebilmek isterdim.

Korku filmi gibi.

600 köpek, 800 köpek aynı yerde kalıyor.

Her cins, her boy, her yaş, aynı yerde.

Gücü gücü yetene.

Dalaşıyorlar, birbirlerini parçalıyorlar.



Yemek saatinde gidin, dehşete kapılırsınız.

Makarna döküyorlar.

Veya kuru ekmek.

800 köpek aynı anda üşüşüyor, toz bulutu oluşuyor, ucundan bi lokma kapmaya çalışan ufaklıklar açgözlü kocamanların ısırıklarıyla kan revan içinde kalıyor, vahşi çığlıklar rüyanıza girer, öylesine feci bir manzara oluşuyor. Her yemek saatinde.



365 gün yemek lazım.

Ciddi yekün tutuyor.

Beş yıldızlı otellerden rica ediliyor, açık büfe artıkları barınaklara bağışlanıyor. Ama bu yaz pandemi nedeniyle oteller bomboştu, yeterli miktarda yemek gelmiyor, hayvanseverler para toplayıp makarna kaynatabilirse, ne ala.

 

Şu tatil gününde canınızı sıkmak istemezdim ama, biraz canımız sıkılsın da bu soruna bir çözüm bulalım diye özellikle yazıyorum...

 

Kış günlerinde bazı barınaklarda kuru ekmek bile aksıyor, içgüdüsel vahşi doğa kanunu devreye giriyor, güçlü köpekler mücadele etmeyi başaramayan zayıf olanları öldürüyor, yiyor!



Her tür hastalık yaygın.

Yara bere içindeler.

Çoğunun tüyleri dökülmüş.

İltihaplı derileri görülüyor.

Genellikle bir veteriner görevli oluyor ama, tek başına bir veterinerin böylesine vahim tabloyla başa çıkabilmesi imkansız.



Aşı, ilaç filan hakgetire.

Yeni gelenler, yavru gelenler, büyüklerden hastalık kapıyor, hemen ölüyor, buna “gençlik hastalığı” deniyor, oysa tamamen pislikten.



Normalde, beton zemin üzerinde, fayans kaplı zemin üzerinde yaşamaları lazım, açık arazide, toprakta yaşıyorlar, toprak ilaçlanmıyor, hastalıkların yayılması kolaylaşıyor.



Elbette itiraf edilmiyor ama, barınaklar dolup taştığında, bir bakıyorsunuz 300 köpek, 400 köpek yokoluveriyor!

Toplu mezarlar var.

Kuyu gibi dikine kazılıyor, hayvanlar üst üste atılıyor, kapatılıyor.

Kuyular yeteri kadar derine inmezse, sağ kalanlar eşeleye eşeleye açıyor, cesetleri çıkarıp yemeye başlıyor.



Tikitoş ebeveynlerin çocuklarına yaz başında karne hediyesi olarak satın aldıkları, yaz sonunda hevesi geçince vicdansızca sokağa terkettikleri “yavru”ların başına işte bunlar geliyor.



Peki ne yapmalı?

 

Öncelikle, kısırlaştırmayı hızlandırmamız gerekiyor.

Sokak hayvanlarını yakalarken “oklu iğne” kullanma yetkisi, sadece belediyelerde var.

Bu yetkinin tüm veterinerlere verilmesi gerekiyor.

 

Tişört satın alır gibi, kedi köpek satın alınıyor, sıkılınca atılıyor!

Hiçbir cezası yok.

Petshop’ları kapatmak tek başına çözüm değil, merdivenaltında satılır, merdivenaltında kanguru bile satılıyor bu ülkede.

Dolayısıyla, satın alınan kedi veya köpek, yeni doğan çocuğunu nüfusuna kaydeder gibi, satın alan kişinin nüfusuna kaydedilmeli.

 

Sahibi olduğu kedi veya köpeği ölürse, veteriner raporuyla belgeleyip, nüfusundan anca o zaman düşürebilmeli.

Böylece, hukuki sorumluluk yüklenmeli.

Bu işin takibini, yani nüfus kaydı takibini, veterinerlerle yapmak mümkün... Çünkü, kaçak yollarla bile satın alınsa, kedi veya köpek illa ki veterinere götürülüyor.

 

Başka?

 

Bu meseleye sadece hayvansever olarak değil, insanlık suçu olarak bakan, kafa yoran, cebinden servet harcayan, işini gücünü bırakıp mesai harcayan, İzmir’de çok ciddi mücadele yürüten mimar Funda Arkas’a sordum.

“Rol model barınak inşa etmeliyiz” diyor.

 

Feci sonuçlara yolaçan ilkel şartlara sahip barınaklar yerine, “hayvan hastanesi” yaklaşımıyla barınak inşa etmek istiyor.

Projesini bizzat hazırlamış, bir örneğini bana verdi.

Ameliyathaneleri, muayene odaları, yoğun bakım odaları, tomografi, röntgen, MR odaları var, köpekler için gezdirme parkurları var.

İnsanların doğal yaşam parkı gezer gibi, çocuklarını getirip gezdirme imkanı olacak, terkedilen sokak hayvanlarıyla insanların temas etmesi sağlanacak, bu sayede sokak hayvanlarını sahiplenme oranı artacak.

 

Tek kuruş istemiyor.

Türkiye’ye örnek olacak bu barınağı, tamamen kendi cebinden yapacak.

Burada görev alacak veterinerlerin, bakım personelinin maaşlarını kendi cebinden ödeyecek.

Sadece belediyenin yer tahsis etmesini istiyor.

Tahsis edilmiyor!

Bari yer gösterin, 20 yıllığına 50 yıllığına kiralayın, kirasını ödeyeyim diyor.

Onu da kabul etmiyorlar!

 

E, bu kafayla biz bu sorunu nasıl çözeceğiz?



Bakın, bu fotoğrafı dün barınakta, tel örgülerin arkasından çektim.

Sürü halinde çullandıkları için, içeriye giremedik.

Cüsseli olanlar bu dünyalar güzeline gözümüzün önünde saldırdı, neredeyse kafasından büyük dişlerden kurtulabilmek için can havliyle kuytuya kaçtı, kulübeyi kendine siper ederek saklandı.

Yeri belli olmasın diye, orada öyle dakikalarca kıpırdamadan durdu.

Bize mi öyle geldi, yoksa gerçekten güp güp güp duyduk mu bilmiyorum, yüreğinin çırpıntısını bile hissediyorduk.



“Hayvan” barınağı deniyor ama...

Bu yavruyu sokağa terkedenin “insan” olma ihtimali var mı?