Suya sabuna dokunmayan insan...

Tavşan boku gibidir.

Ne kokar ne bulaşır.



Ağzı vardır ama, dili yoktur.

Suya sabuna dokunmamak için kalabalık sohbet ortamlarında hiç sesini çıkarmaz, konuşmaz, tebessüm büstü gibi oturur.

İlla konuşmak zorunda kalırsa, lafı evirir çevirir, hiçbir şey demeden, başladığı yere getirir, mutlaka hayırlısı olsun’la bitirir.



Elbette düşünür ama, düşündüğünü asla belli etmez, mecburen fikir beyan etmek zorunda kalırsa, yuvarlak yuvarlak, kenardan kenardan, suya sabuna dokunmadan beyan eder.



Memleketi soyarlar.

Etliye sütlüye karışmaz.

Memleketi satarlar.

Topa girmez.



Haksızlığı hukuksuzluğu görür, neme lazım der.

Partizanlığı liyakatsizliği görür, bana ne der.

Cumhuriyet’in üstüne karabasan gibi çöken tarikat-cemaat-zırcahil atmosferini görür, adaaam sen de der.



Birlikten kuvvet doğar, gel mücadeleye katıl dersin...

Her koyun kendi bacağından asılır der, kaçar.

Bir elin nesi var, iki elin sesi var, gel çoğalalım dersin...

Kurunun yanında yaş da yanar der, tüyer.



Türkiye’nin en önemli hijyen sorunu, suya sabuna dokunmayanlardır.



Bu tertemiz memleket, gırtlağına kadar pisliğe bulanmışsa, bunun asıl suçu, göz göre göre, bile bile, o pisliğin içinde hâlâ, suya sabuna dokunmadan yaşayanlara aittir.



Bu tertemiz memleket, kirli paranın cenneti, kirli ilişkilerin merkezi, kirli siyasetin kalesi haline geldiyse, hep o suya sabuna dokunmayanlar yüzündendir.



Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek, suya sabuna dokunmazsın ama... Gün gelir, o memleketin pisliği sana dokunur.



Ve, işte bak kaderin cilvesi...

Virüs geldi.

Canını kurtarmak için, artık sen bile suya sabuna dokunmak zorundasın!



Hadi yıka bakalım şimdi elini...

Virüsünü belki temizlersin ama, vebalinden arınabilecek misin!