Ben bir çiftçi torunuyum. Kars’ın Susuz ilçesinde bir ahırımız, bir yaylamız, büyükbaş hayvanlarımız, tarlalarımız, çayırımız vardı.

Çiftçiliği sadece kendi ihtiyaçlarımızı karşılamak için yapardık ama uyar da son baharda 5-10 çuval patates ya da ilkbaharda bir iki dana satarsa,  Ali Rıza dedemin cebine biraz nakit para girerdi.

Üniversite yılları bitene dek tarlada, çayırda, ahırda, yaylada bizzat çalıştım.

Küçükken kaz ve dana gençliğimde büyükbaş hayvan otlattım.

Tırpanla haros, çayır ve ekin biçtim.

Tırmık yaptım, dirgen kullandım, bulun yaptım.

Çocukluk yıllarımda bırışka (bir çeşit at arabası) ya da at arabası, gençlik yıllarımda traktörle ot taşıdım. Çok güzel taya (ot yığını) yapardım.

Dövenin üzerinde saatlerce oturup harman üzerinde döndüm, samanı havaya savurup buğdayı ayırdım.

Kışın, ahırdaki hayvanlara kovalarla su, dirgenle ot taşıdım.

Kırılan beyeleri (ahırda, hayvanların yemesi için ot ve yem konulan yer, yemlik) bizzat tamir ettim.

Palut (palamut) dallarını ısıtıp eğerek gırgala (inekleri beyeye bağlamak için kullanılan boyunluk) dönüştürdüm.

Dere yatağındaki küçük söğüt dallarını kesip uzun bir ağacın ucuna bağlayarak yaptığımız çalğıyla (bir çeşit süpürge) ahır temizledim.

İtiraf ediyorum, çiftçiliğin en sevmediğim kısmı buydu.

Hayvanların altını ahırın orta yerindeki mazgala süpürürdük. Mazgala dolan hayvan gübresini (çocukluk yıllarımızda kovalara, ileriki yıllarda el arabasına doldurup) basmaya taşırdık. Onu 10 cm kalınlığında düz bir şekilde yayar basma yapardık. “Basma” adı üzerinde, üzerinde gezerek, maç yaparak, her santimetrekaresine basarak kuruturduk.

Siz hiç basma üzerinde yapılan bir maçta kaleci oldunuz mu?

Topun kale olsun diye koyduğunuz iki taşın arasından geçmesini engellemek için oradan oraya yuvarlanıp durursunuz. O yuvarlanmanın sonucunda üzerinize sinen hayvan gübresi kokusu günlerce çıkmaz (o yıllarda biz köy çocuklarının sürekli hayvan gübresi kokması biraz da bundan olsa gerek).

Sonbahar geldiğinde taş gibi olurdu o basma.

Bir kürekle dikdörtgen şeklinde keserdik ve meşhur “tezek” ortaya çıkardı.

O tezekleri “galak” yapardık (belki de galax diye yazmak lazım, çünkü sondaki k gırtlaktan gelen bir sesle okunur).

Galak ne mi? Resimde gördüğünüz şey.

Önce tezekleri duvar gibi örer, kubbe şeklinde bir yığın yaparsınız. Bu arada içini tezekle doldurur, dışını hayvan gübresiyle sıvarsınız. Kışın kar yağdığında dışı ıslansa dahi içindeki tezek kuru kalır. Bir tahta sayesinde kapı gibi bıraktığımız yerden içerdeki tezekleri alır, kış boyu Suuçan vadisinden topladığımız gevenle birlikte sobada yakardık. Çocukluk ve gençlik yıllarımda ısınma amaçlı kömür satın aldığımızı hatırlamam.

Gelelim yine aynı soruya: Bütün bunları niye yazdım?

Geçen gece Yozgatlı çiftçi kardeşim Mehmet ile sohbet ediyorduk. Ekim dönemi olduğu için dertliydi. Dedi ki “Abi kendi buğdayımızı tonu 2 bin 750 liraya satıp tonu 4 bin 600 liraya sertifikalı tohum aldık. Daha geçen hafta 4 bin liraydı. Bir haftada 600 lira zam geldi. Sertifikalı olmasa devlet destekleme primi vermiyor.”

Destekleme priminin ne kadar olduğunu sordum. “Tonuna 800 TL” yanıtını verdi.

Başka ne masraf var dedim. “Gübre” dedi. Geçen yıl 155 lira olan 50 kiloluk gübre torbası bu yıl 340 liraya çıkmış. Bir ton gübre aldıysanız ödeyeceğiniz rakam 6 bin 800 lira. Traktörün mazotu, sulamanın elektriği, zirai ilacı derken rakam 110 bin lirayı buluyormuş.

Vay anam vay!

110 bin lirayı toprağa gömünce hasat ne tutacak ki hem masrafı kurtarsın, hem kar bıraksın.

“Hayvan gübresi mi kullansalar acaba. Masraf biraz iner” dedim, kendi kendime. Sonra da gayri ihtiyari kendimi “Ama olmaz, kömüre daha yeni zam geldi. geçen sene bin 250 TL olan bir ton kömür artık en az 2 bin 800 TL” derken buldum.

İşte aklımdan rüzgar gibi geçen bu iki cümle yüzünden hatırladım o çocukluk yıllarını ve tezeği.

Kars’taki çiftçiyi düşünsenize. Hayvan gübresini gübre olarak kullansa gübre parası kadar bir parayı kömüre verecek. Gel de çık işin içinden.

Şimdi şu soruya ülkeyi yönetenler yanıt versin:

Tezek mi yaksak gübre mi yapsak?