Sakatat yemeklerini çok severim. “Aman zararlıdır” çığlıklarına kulaklarımı tıkarım. Ama bana arka çıkacak yandaşlar da ararım.

Pelin Dumanlı'nın Hayykitap'tan çıkan, "Sakatat" adlı kitabı da bu konuda bana yardımcı oldu. Genç yazar kitabında sakatatın zararlı olmadığını belgeledi.

İşte kanıtı:  Göğüs hastalıkları uzmanı prof. dr. Ahmet Rasim Küçükusta bu konuda bakın ne diyor: "Sakatat yiyin, sakata gelmeyin!"

Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Yard. Doç. Dr. Yavuz Dizdar, konuya Taurin adlı bir aminoasiti dahil ediyor. Yaşam için önemli bir madde. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, bir çok işlev bozukluğunu gideriyor. Daha da önemlisi kilo fazlası sorununa çare oluyor. Bu önemli maddeye yeterince sahip olabilmek için beyin, karaciğer, böbrek, kokoreç yemek gerekiyor

Ya Kollajen denen temel maddeye ne demeli? Burada devreye Dr. Ümit Aktaş giriyor. Ona göre Kollajen olmadan dik duramayız, eklemlerimiz sağlam olmaz, bağışıklık sistemimiz çöker. Tüm bunlardan korunmak için bol bol paça çorbası ve kemik suyu içmeniz gerekir.

Bir de D vitamini meselesi var. Bu vitamin bağışıklık sisteminin en önemli yakıtı. Olmazsa olmazı. Bu kutsal vitamini alabilmek için bol bol ciğer (yanında soğanı ihmal etmeyin) ve diğer sakatatları yemek gerekiyor.

Tüm bunlardan sonra hep beraber :"Yaşasın Sakatat, kahrolsun yalancılar" diye bağırabiliriz.

Sağlığı bir kenara koyup, sözü lezzete getirelim.

Ben iflah olmaz bir sakatat tüketicisiyim. Her türlüsünü çok severim. İşkembe çorbasının tuzlamasını da, şirdenden yapılanını da, ince kıyımını da birbirinden ayırmam. Ama bol sarımsak ve sirke koymak şartıyla!.. Mumbar dolmasının bir baş yapıt olduğuna her zaman inanmışımdır. Ciğerin Arnavut'unu da, Edirne usulünü de, yaprağını da yemeye doyamam. Hele yanında sumakla yoğrulmuş soğan varsa aşkım iki katına çıkar. Beyin salatasını, rakı soframda ihmal etmem. Tabii ki üstüne bol limon sıkıp, bol karabiber serperek.

Böbrek ızgarayı bol kekikli pek severim. Sabahları kelle-paça çorbasıyla güne başlamayı tercih ederim. Kelleyi ayıklamaya doyamam. Dilli sandviç, ana yemeklerimden biridir. Hele yanında bir de salatalık turşusu varsa!

Hepsini severim de iki tanesini ayrı tutarım. Bunlardan birincisi Sığır kuyruğudur. Halk arasında pöçük denir.  Pöçüğü bir tek ben sevmem.  İngilizler bununla yaptıkları çorbaya toz kondurmazlar. Orta İtalya'da en sevilen yemek, "Coda alla Vaccinara" pöçükten yapılır.

Bol sebzeli, domatesli bu yemeği bir zamanlar fakirler yermiş, şimdi pahalı, ucuz, tüm restoranların mönüsünde görmek mümkün.

Roma döneminde kasaplar sığırları 5 çeyreğe bölerlermiş. Birinci çeyrek soyluların hakkı imiş. İkinci çeyreği din adamları yiyebilirmiş. Üçüncü çeyrek zenginlere verilirmiş. Dördüncü çeyrek ise asker takımınınmış. Kuyruk ve bağırsaklardan oluşan son çeyreği ise fakir halk satın alırmış. Onun için pöçük yemeği, fakir halkın baş tacı imiş.

İtalyanları, sakatatı sevdikleri için severim. Napoli'de, pazar yerinde sakatat yemeden vicdanımın sesini durduramam.

Sakatatı Fransızlar da çok sever.  Burgonya bölgesi bir sakatat cennetidir. Beyaz Charolais sığırlarının hiçbir organı ziyan edilmez. Kuzu mantarı ile birlikte tavada kızartılan sığır paçası, kırmızı şarapta pişirilen sığır yüreği, bağcı usulü pişirilen sığır kuyruğu, patatesli işkembe, sucuk şeklinde sarılan kokoreç, bölgenin en gözde yemekleri arasında yer alır.

Sakatatta ikinci favorim ise Kokoreçtir. Hele kuzu bağırsağından yapılana her zaman şapkamı çıkartıp saygılarımı sunarım. Kokoreç'in en iyisini bulabilmek için dere tepe üşenmeden yol teperim.

Sözün özüne gelirsek: Doktorun dediği gibi sakatat yiyin, sakata gelmeyin.