Sayıştay, bazı kamu idarelerine ilişkin raporlarını açıkladı. Raporda yer alan bazı ayrıntılar muhalif çizgideki yayın organlarında ilk haber olarak yer aldı. TBMM ve halk adına, halkın parasının hesabını soran ve usulsüzlükleri raporlarına taşıyan Sayıştay’ın varlığı ve yaptıkları eksikliklerine rağmen yine de sevindirici.

Sayıştay’ın varlığı demokrasimiz açısından son derece önemli olduğu gibi sanıldığının aksine iktidar açısından da yararlı. Zira insanlarımız, demokrasiye ve hesap verilebilirliğe olan inançlarını kaybetme noktasına geldi. İktidara hesap sorabilen bir kalenin varlığı bu açıdan son derece önemli.

KAPALI KAPILAR ARDINDA

Olaylara Sayıştay’ın ön yüzünden değil, daha önceki yazılarımda olduğu gibi iç bahçesinden bakalım. Görüneni değil, olması gerekeni ve kapalı kapılar ardında yaşananları aktaralım.

Geçen haziran ayının sonunda yeni Sayıştay başkanı, TBMM tarafından seçildi ve göreve başladı. Seçilen kişi Cumhurbaşkanlığı bünyesinde görev yapan bir bürokrattı. Ne hukukçu ne de herhangi bir denetim tecrübesi bulunmayan bir kişi. İktisat mezuniyeti dışında Sayıştay ile ilintili tek bir yanı yok.

Asıl olan liyakat yanında kişinin geldiği göreve uygun duruş sergileyip sergilememesidir. Bu açıdan yapılan eleştirileri erken bulduğumu belirtmek isterim. Zaman, yeni başkanın sarayın atadığı bir kayyum mu yoksa Sayıştay Başkanlığı’nı taşıyacak, iktidara hesap sorabilecek bir başkan mı olacağını gösterecek. Bağımsız ve tarafsız bir Sayıştay’ın güvencesi olarak mı görev yapacak yoksa geldiği konumun diyetini mi ödeyecek.

RAPORLARA MÜDAHALE

Sayıştay denetçilerinin hazırladıkları raporlar kalite kontrol adı altında birçok süreçten geçerek son aşamaya geliyor. Sayıştay Kanunu’na göre en son geldiği yer Rapor Değerlendirme Kurulu’dur. Bu kurul deneyimli Sayıştay üyelerinden oluşuyor ve Rapora ilişkin son görüşü veriyor.

Denetçiler, ortak akılla çıkan bu karara uygun raporlarına son şekli vererek TBMM’ye sunulmak üzere Sayıştay Başkanlığı’na veriyor. Sayıştay başkanının görevi bu raporları TBMM’ye sunmak. Sayıştay Kanunu bu raporlama sürecini net olarak tanımlamış. Sayıştay Başkanının, Rapor Değerlendirme Kurulu sonrası son şekli verilen bu raporlara müdahale yetkisi yok. Kanun bu yolu kapatmış. Bugüne kadarki teamülde bu yönde olmuş. Ama yeni gelişmeler Raporlara müdahale edildiğini ortaya koyuyor.

BÖYLE BİR YETKİSİ YOK

TBMM’nin Sayıştay Başkanlığı’na seçtiği kişi Cumhurbaşkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürü Metin Yener’dir. Saraydan gelmesi ona, “Ben başkanım, rapora son şekli veririm” yaklaşımı, diğer yargı kurumlarında olduğu gibi Sayıştay başkanına da verilmemiş. “Ben kendi genelgemle kendime bu yetkiyi veririm” demekle de böylesi bir yetkinin alınamayacağı açık.

Yeni başkanın son yayınlanan raporlara müdahale ettiği iddiası alabildiğine yaygın. Başkan Yener’in, iki danışmanı aracılığı ile Değerlendirme Kurulu raporlarından bazı bölümleri, başkanın isteği üzerine çıkarttırdığı belirtiliyor. Bu durum, Sayıştay üyeleri ve denetçilerini rahatsız etti. Düşünün, Sayıştay denetçilerinin tüm süreçlerden geçmiş, usulsüzlük tespitleri son noktada bir kişinin iki dudağı arasında karara bağlanırsa o raporlardan memlekete hayır gelir mi? Yarın her bakan raporlarla ilgili ricada bulunup bunların raporlardan çıkarılmasını isterse denetimin en etkili ve son kalesi büyük darbe alır.

Bu tutumun ne kamuoyu, ne TBMM nezdinde kabul görmeyeceği de açıktır. Dileriz, Sayıştay başkanı yayınlanan raporla, yayınlanması gereken raporlar arasındaki farkın hesabını, ileride vermek zorunda kalmaz. Zira her yetki, önce hukuki olmalı ve sorumluluk beraberinde kullanılmalıdır. Değiştirilen, müdahale edilerek sansürlenen raporların hangileri olduğu günü geldiğinde su yüzüne çıkar?

SARAY RAPORU YİNE BOŞ

2 Ekim 2019 tarihli yazım “Bulgusuz Sayıştay Raporu” başlığını, 21 Ağustos 2021 tarihli yazım ise “Sayıştay’ın Saray Raporu” başlığını taşıyordu. Bu yazılarımda Sayıştay’ın saraya ilişkin raporlarında tek bir bulguya dahi yer vermediğini ve her yıl boş rapor olarak kamuoyuna açıkladığını irdelemiştim.

Sayıştay’ın saray raporuna yönelik haberlerin ise boş olan Sayıştay raporuna dayanarak değil, bu raporun eki niteliğinde olan kurumun mali tablolarına dayanarak haber yapıldığı gerçeğine vurgu yapmıştım. Yayınlanan son saray raporuna baktığımızda da Sayıştay’ın izaha muhtaç bu acı tablosu ile yine karşılaşıyoruz. 2014 yılından bu yana olduğu gibi Sarayın 2020 yılı raporu da boş. Tüm raporlar sadece şu tespitten ibaret: “Mali rapor ve tablolarının tüm önemli yönleriyle doğru ve güvenilir bilgi içerdiği kanaatine varılmıştır.” NOKTA.

Artık bu tablonun da değişmesi gerekiyor.  Diğer kamu kurumları gibi saray raporları da tüm eksiklikleri içermeli. Yoksa sarayda tek bir kuruş bile hata yok da biz mi fazla şey istiyoruz?

Bu yazım, göreve yeni başlayan Sayıştay başkanına yapıcı önerileri içeren gecikmiş bir hayırlı olsun mesajıdır. Umarım yeni başkan, güzide kurumumuzu ve misyonunu içselleştirerek ona hak ettiği yönetimi sunar.

Tarih, birilerinin adamını yazmaz ama halkın adamlarını yazar.


Dün bir bayram kutlandı


Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulması için 11 Temmuz 1932 akşamı talimat veriyor. Cemiyetin kurucularını ve yapacağı işleri belirlemiştir. 12 Temmuz 1932’de Çanakkale Milletvekili Samih Rifat’ın başkanlığındaki yönetim kurulu üyeleri gerekli belgeleri İçişleri Bakanlığı’na sunuyor. İşte o dönem kurulan, bugün işlevini önemli ölçüde yitiren Türk Dil Kurumu’dur.

Bu kuruluşla birlikte Dil Devrimi yaygınlaştırılmaya başlandı. Atatürk’ün yönlendirmesiyle 26 Eylül 1932’de, ilk Türk Dili Kurultayı yapıldı ve 26 Eylül’ün “Dil Bayramı” olarak kutlanması kararlaştırıldı. Günümüzde, böyle bir bayramın kutlandığından bile haberi olmayanların çoğunlukta olduğu bir dönemdeyiz.

DOĞRAMACI’NIN VASİYETİ

Türk Devrimi’nin ve bu devrimin en önemli dayanağı olan Dil Devrimi’nin ne denli karalandığını biliyoruz. Ancak dilimize sahip çıkan, uluslararası düzeyde de sürdüren kuruluşlar var. Bunun öncülüğünü Bilkent Üniversitesi, Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye-Azerbaycan Dostluk ve İş birliği Vakfı, İhsan Doğramacı Erbil Vakfı yapıyor. 16. Uluslararası Büyük Dil Kurultayı da sessiz sedasız kutlandı. Neyse ki Bilkent Üniversitesi bu kutlamaya öncülük yaptı.

Eski YÖK Başkanı ve Bilkent Üniversitesi’nin kurucusu Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Türk diline sahip çıkılması, değişik ülkelerde bulunan Türk kökenlilerin ana dillerini unutmamaları için maddi, manevi her türlü destekte bulunuyordu. Irak’tan Türkmen öğrenci ve öğretmenlerin getirilmesi, üniversitede eğitilmeleri de bunun bir parçası. Baba Doğramacı’nın Türk diline sahip çıkılması vasiyetini, oğlu Prof. Dr. Ali Doğramacı ve Bilkent Üniversitesi de eksiksiz yerine getirmeye çalışıyor. Bu konuya gönül vermiş olanlar Devletin unuttuğu bayramı uluslararası düzeyde bilimsel toplantılarla kutluyor.

Uluslararası Büyük Dil Kurultayı ve Bölge Ülkeleri Programları Direktörü Öğretim Üyesi Rasim Özyürek, Türkiye Azerbaycan Dostluk İş birliği Vakfı Başkanı Prof. Dr. Enver Hasanoğlu, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş, yıllardır kurultay ateşini yakıyor ve bunu canlı tutmaya çalışıyor.

GERİLERE GİDELİM

Atatürk, 26 Eylül 1932 yılında toplanan kurultayın radyodan canlı yayımlanmasını istiyor. İstanbul Radyosu ile kurultayın yapıldığı Dolmabahçe Sarayı arasında kablo bağlantısı kuruluyor. Böylece salonda konuşulanlar, radyo aracılığıyla bütün Türkiye’ye duyurulmak isteniyor. O dönemde herkesin evinde radyo olmadığı için şehir merkezlerine kurulan ses düzeni ile radyo yayını halka ulaştırılıyor. Başta Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yönetimi tam kadro hâlinde Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda kurultayı izliyor.

Kurultaya dil uzmanlarının, Türkçe öğretmenlerinin yanı sıra Abdülhak Hâmit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin, Ali Canip Yöntem, Fuat Köprülü, Hüseyin Cahit Yalçın, Celâl Sahir Erozan, Ruşen Eşref Ünaydın gibi Türk edebiyatının tanınmış şair ve yazarları ile gazeteciler de bildiriler sunuyor.

Günümüzde, dilimizin alabildiğine yozlaştığı da biliniyor. Bu konu gündeme geliyor ama çözüm de getirilmiyor. Dilimizi saf ve temiz olarak gelecek kuşaklara bırakmak için daha ne bekleniyor? Fazıl Hüsnü Dağlarca,  “Türkçem benim ses bayrağımdır”, Yahya Kemal Beyatlı, “Türkçe ağzımda, annemin ak sütü gibidir” diyor. Ana dilimiz Türkçe’nin resmi devlet dili oluşunun ve Karaman oğlu Mehmet Bey’in fermanının üzerinden 744 yıl geçti. Günümüzde dilimizde müthiş bir yozlaşma yaşanıyor.

TÜRKÇE’NİN GÜCÜ

Atatürk, eliyle yazdığı “vasiyetnamesi”nde Türk Tarih ve Dil Kurumları’nı güvence altına almıştı. Ancak 12 Eylül döneminde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun “vasiyetnamesi” çiğnendi, kurumları kapatıldı. Bu hukuk ayıbına karşın Atatürk’ün başlattığı, onlarca yurtseverin emek verdiği Dil Devrimi engellenemedi. Prof. Dr. Rasim Özyürek, günün anlamı ile ilgili şunları söyledi:

“Dünyada insanlar arasında konuşulan beş dilden biri olan Türkçemiz bugün 26 Eylül 2021 Türk Dil Bayramı’nın 89. yılıdır. Bu Bayramı bir coşku ve heyecanla bütün yurtta, okullarımızda üniversitelerimizde yurtdışı temsilciliklerimizde büyük bir coşku heyecanla kutluyoruz. Ne mutlu bizlere cumhuriyetimizin kurucusu İnsanlık tarihi Özge kişisi ulu önder Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunu ifade etmiştir kültür ait olduğu toplumun temel özelliklerini barındırır, dil ise kültürü duyulan cephesini oluşturur. Dil bozulduğu takdirde onunla aktarılan kültür gelecek nesillere asla ulaşamaz.”

Dilimize devrimle kazandırılan yüzlerce sözcük, devrim karşıtlarınca da kullanılıyor. Demek ki dilde devrim başarılı oldu.

İşte böyle bir ortamda 89. Dil Bayramı’nı kutlandı.