Doğru Parti’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, dostum, gazetecilikten arkadaşım Meriç Köyatası, gerek kurlardaki artışın, gerekse yeni belirlenen asgari ücretin Türkiye’yi fakirleştirdiğini, fakirleşen bir ülkede düşük değerli ihraç malları ile bir kalkınma ve refah sağlanamayacağını, aksine ekonomide sömürge modeline geçildiğini öne sürüyor. Özellikle emekliler için söyledikleri çok ilginç. Zira ister kapitalizmin kuramcısı Adam Smith’in penceresinden, ister sosyalist ekonominin kuramcısı Karl Marks’ın penceresinden bakın, emekliler için ciddi bir maaş zammı yapılması gerektiğini savunuyor.

Köyatası, ekonomide alınan kararları ve yapılmak istenenleri şöyle yorumluyor:

★★★

“Ekonomide fırtınalı günler yaşıyoruz. 15 Aralık’ta ABD Merkez Bankası FED’in açıklaması, 16 Aralık’ta bizim Merkez Bankası’nın faiz indirme kararı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan asgari ücreti birlikte değerlendirmemiz gerekiyor. Türkiye giderek fakirleşiyor. Hem döviz kurundaki artışlar nedeniyle fakirleşiyor, hem de asgari ücretin kâğıt üstündeki artışı, ama gerçekteki düşüşü nedeniyle yoksullaşıyoruz.

Maalesef Türkiye, bilinçli bir şekilde son dört ayda faizleri indirerek Türk Lirası’nın yaklaşık yüzde 80 değer kaybetmesine yol açtı. Şu ana kadar dolar değer kazanmıyor, Türk Lirası değer kaybediyordu. ABD Merkez Bankası’nın 15 Aralık’ta yaptığı varlık alımlarını azaltma kararı, artık tahvil alımlarını sınırlayacağı ve karşılığında piyasaya dolar sürmeyeceği anlamına geliyor. Ayrıca 2022 ve 2023 yıllarında da faizi yükselteceğini açıkladı. ABD’nin bu politikası tüm dünyada doların değerini yükseltecek. Bugünden itibaren Türk Lirası hem kendi iç sorunları nedeniyle değer kaybetmeye devam edecek, yanı sıra ABD doları da kendi dinamiği ile değer kazanacak. Böylelikle döviz kuru iki etki nedeniyle yükselmeye devam edecek.

★★★

Yine ayrıca Türkiye’nin 450 milyar dolarlık dış borcu, bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borç ve cari açık miktarının yaklaşık 200 milyar doları bulması, ek döviz talebi yaratacak. Bu da döviz kuru üstünde yine yukarı yönlü bir baskı oluşturacak. Artan döviz kuru, mevcut enflasyonu daha da artıracak. Türkiye, enflasyon, devalüasyon sarmalına girmiş durumda. Güvenilir bir siyasi iktidar değişikliği ve sağlam bir ekonomi politikası yürürlüğe girinceye kadar bu kısır döngü devam edecek. 

★★★

Maalesef yaşadığımız kur krizi, 1994 ve 2001 krizinden daha ağır olacak gibi duruyor. Hatırlarsın, ekonomi profesörü Tansu Çiller, yüzde 90 olan faizleri emirle yüzde 88’e indirmek isteyince dolar 8 bin liradan 12 bin liraya, ardından da bir iki ay içinde 40 bin liraya çıkmış, sonrasında gecelik repo faizlerinin yüzde 400’e çıkarılmasıyla 30 bin lirada sakinleşmişti. İnatla ve emirle faizi indirmenin bedeli yüzde 375 oranında devalüasyon olmuştu. Şu andaki dış borcumuz ve cari açığımız 1994’ten daha ağır... Varın bundan sonra olacakları tahmin edin.

Ve maalesef bunlar bilinçli uygulanan politikaların sonucu. Şu soruyu rahatlıkla sorabiliriz. ‘Türkiye’nin uluslararası piyasalarda güven kaybı o kadar arttı ki artık yurt dışından yüksek faizle bile borç bulmakta zorlanıyor. Acaba dış kaynak yaratmak için Türkiye’nin varlık değerlerini iyice ucuzlatıp yok pahasına yabancılara mı satmayı planlıyorlar?..’

Türkiye’de olan biteni yakından izleyenler, bu soruya gerçekçi yanıt bulabilecektir diye düşünüyorum.

★★★

Gelelim yüksek döviz kuru ve düşük ücret seviyesi ile Türkiye’nin ihracata dayalı yeni kalkınma modeli hayallerine... Maalesef bu da boş bir hayalden öteye geçmeyecek. Yine 16 Aralık’ta açıklanan asgari ücrete bu pencereden bakmakta fayda var.

Net asgari ücret 2825 liradan 4253 liraya geldi. Artış, yüzde 50...

Dolarla baktığımızda 2021 yılı başında asgari ücret 384 dolardı, önceki gün itibarıyla 275 dolar oldu. Yani yüzde 28 düştü... Dolardaki artış devam edeceğine göre asgari ücret daha da düşecek demektir.

Asgari ücretteki gelir vergisi ve damga vergisi kaldırıldı. Buna göre de brüt asgari ücret, Sosyal Güvenlik ödemeleri dahil, 4203 liradan 5879 liraya çıktı. Artış; yüzde 39... Asgari ücretteki vergi kalkınca, yüzde 50’lik artış yükünün 39 puanı işverene, kalan 11 puanlık kısmı da işverenden alınıp bütçeye, dolayısıyla toplumun bütününe yansıtılmış oldu. Gerek döviz kurundaki artışa, gerekse bağımsız ekonomistlerin hesapladığı yüzde 58 enflasyona baktığımızda, gerçekte asgari ücretin satın alma gücünün düştüğünü söylemek doğru bir tespit olur.

★★★

Buradan şunu anlıyoruz. Türk ekonomisi ve Türk özel sektörü, teknolojisi, bilgisi ve yapısal özellikleriyle, dünya ekonomisinde ancak baskılanmış sefalet ücreti ile rekabet edebiliyor. Bunda işverenlerin yetersizliği kadar niteliksiz eğitim yapısıyla iş gücünün de elbette payı var. Konunun göz ardı edilmemesi gereken önemli bir tarafı da budur ve çok acı bir tablodur. Kindar nesil eğitimi devam ettikçe bu durum daha da kötüleşecektir. O nedenle biz Doğru Parti olarak ısrarla ekonomideki kalkınma modelinde birinci ayağın
nitelikli eğitim olduğunu savunuyoruz.


★★★

Düşük ücret ve artan döviz kuru ile Türkiye ihracatını artıracak ve ekonomik büyüme sağlayacak iddialarına gelince... Maalesef bu da ayakları yere basın gerçekçi bir yaklaşım değil. Düşük ücret ve yüksek kura dayalı model ile Türkiye zenginleşmez, aksine fakirleşir.

İhraç malları fiyatlarınız düşerken, ithal malları fiyatlarınız artıyorsa, yaptığınız ihracatla zenginleşmez, aksine yoksullaşırsınız. Yurt içinden yurt dışına gelir ve servet transfer edersiniz. Çin modelini bir yana bırakın. Bu tipik bir sömürge ekonomisi modelidir.

Asgari ücret seviyesine ve son dört aylık faiz indirimleri sonucu tırmanan döviz kurlarına baktığımda Türk ekonomisi için “iflasın eşiğinde sömürge ekonomisi modeli” dışında bir tanımlama yapamıyorum.

★★★

Asgari ücretin 2825 liradan 4253 liraya çıkması üzerine, emekliler de kendilerine yapılacak zammı bekliyor. Mart 2021 tarihine göre Türkiye’de ortalama emekli maaşları şöyle: İşçi emeklileri için 2206 lira, Bağ-Kur emeklileri için 1684 lira, memur emeklileri için 2735 lira... Emekli maaşlarının en az asgari ücret kadar, hatta bir miktar üstünde olması en doğal haklarıdır.

Kapitalist ekonominin kuramcısı Adam Smith, servetin kaynağı olarak kendi geliştirdiği emek değer teorisi kapsamında emeği görür. Bu teoriyi daha sonra sosyalist ekonominin kuramcısı Karl Marks geliştirmiş, kârın ve servetin kaynağını emeğin yarattığı artı değer olarak tanımlamıştır. Esasında her ikisi de aynı kapıya çıkar. Kamuya ve özel sektöre ait oluşan tüm servetlerde emeğin, dolayısıyla emeklilerin yadsınamaz hakları vardır. Ve yaşları itibarıyla emekliler, hayat ipinin uzun tarafını değil, kısa tarafını tutuyorlar. Emeklilerden sabır beklemek çok büyük haksızlıktır...”