Ürkütücü bir şah varmış, azıcık öfkelenirse, hemen kelle alırmış. Sultan bu şaha elçi göndermek istemiş. İstemiş ama kimi gönderecekler, mangal gibi yürek ister, aranmış taranmış, şöyle gözünü budaktan sakınmayan, altı okka bir delikanlı bulmuşlar, gider misin diye sormuşlar, giderim demiş. Hadi uğurlar ola demişler, yola çıkmış. Ama, yola çıkmadan önce kendisine pembe incili kaftan almış. Dere tepe gitmiş, şahın sarayına varmış, huzura çıkmış, bir de bakmış ki, ne oturacak divan var, ne koltuk, tabure bile yok. Vay bre densizler, belli ki beni ayakta durmaya mecbur etmek istemişler diye düşünmüş, sırtındaki pembe incili kaftanı şak diye çıkarmış, yere sermiş, üstüne oturmuş. Şah mosmor olmuş tabii... Babayiğit delikanlı uzatmış sultanın mektubunu, sonra da müsaade bile istemeden kalkmış, kapıya yürümüş. Salon buz kesmiş... Şahın vezirleri pembe incili kaftanı yerden alıp, bunu unuttun diye arkasından seslenmişler. Bizim koçyiğit delikanlı, şöyle bir gülümsemiş yandan yandan, biz yere serdiğimizi bir daha sırtımıza komayız demiş, çıkmış gitmiş. Şah gene morarmış, pembe incili kaftana bakakalmış filan.



Rahmetli Ömer Seyfettin edebi açıdan mükemmel yazmış ama, bana sorarsanız, bugün başımıza her ne geliyorsa, bu tür osuruktan böbürlenme hikayelerini “diplomasi” zanneden zihniyetten geliyor.



 Mısır’da büyükelçimiz yok.

 İsrail’de büyükelçimiz yok.

 Suriye’de büyükelçimiz yok.

 Musul konsolosluğumuzu bastılar, konsolosumuz dahil bütün konsolosluk çalışanlarımızı kaçırdılar.

 Dışişleri bakanımızı Hollanda’ya sokmadılar, aile bakanımızı Rotterdam konsolosluğumuza sokmadılar, sınırdan dışarı attılar.

 ABD yardakçılığı yaparken, Rusya’dan ambargo yedik, Rus yardakçılığı yapınca, ABD’den ambargo yedik.

 AB yardakçılığı yaparken, AB ambargosu yedik.

 Suudi Arabistan, Türk mallarına boykot uyguluyor.

Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Finlandiya, Norveç, Çekya, Belçika, İsveç, Kanada silah ambargosu koydu.

 Birleşik Arap Emirlikleri, ecdadımıza “hırsız” dedi.

 Üç korumasıyla birlikte dolaşan Kuveyt askeri ataşesi, Ankara’da trafikte tartıştığı F16 pilotu kurmay yarbayı evire çevire dövdü, ağzını burnunu kırdı, Kuveyt askeri ataşesini “istenmeyen adam” ilan etmeye kalktık, Kuveyt’in Ankara büyükelçisi resmen tehdit etti, “sınırdışı etmeye kalkarsanız, bundan böyle Türkiye’ye zırnık koklatmayız” dedi, ataşeyi istenmeyen adam ilan etmekten vazgeçtik.

 Soykırım kararları yüzünden, Fransa elçimizi güya geri çektik, dünyayı başınıza yıkarız dedik, tıpış tıpış geri gönderdik, Kanada elçimizi güya geri çektik, bir daha asla diplomatik temas kurmayız dedik, tıpış tıpış geri gönderdik, ABD elçimizi güya geri çektik, Türkiye’yi kaybettiniz dedik, tıpış tıpış geri gönderdik, İsveç elçimizi güya geri çektik, siz bizi kabile devleti mi zannettiniz dedik, tıpış tıpış geri gönderdik, Vatikan elçimizi güya geri çektik, hesabını fena soracağız dedik, tıpış tıpış geri gönderdik, Avusturya elçimizi güya geri çektik, Viyana kapılarına dayanırız dedik, tıpış tıpış geri gönderdik. Lüksemburg elçimizi güya geri çektik, avuç içi kadarsınız, tükürsek boğulursunuz dedik, tükürdüğümüzü yalayıp tıpış tıpış geri gönderdik, Brezilya elçimizi güya geri çektik, pişman edeceğiz dedik, tıpış tıpış geri gönderdik. Bilahare, ABD başkanı bizzat soykırımı tanıdığını açıkladı. Yalama oldu tabii... Büyükelçiyi geri çekmedik.

 Amerikan vatandaşı olduğunu gizlediği için Türk vatandaşlığından atılan Merve Kavakçı’yı büyükelçi yaptılar.

 Bakara makara’sıyla ünlü Egemen Bağış’ı büyükelçi yaptılar.

 Ailesinden herhangi biri fetocu diye onbinlerce insanı sürüm sürüm süründürürlerken, kardeşi 15 Temmuz darbesinden 141 defa müebbet alan Şaban Dişli’yi büyükelçi yaptılar.

 Murat Mercan’ı Washington büyükelçisi yaptılar, ABD başkanı üç ay randevu bile vermedi, güven mektubunu sunamadı, dünya tarihinde örneği görülmemiş şekilde, güven mektubunu anca üç ay sonra bir Beyaz Saray personeline Washington’da bir lokantada sunabildi!

 Akp’nin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış, asrın liderimizin yanlışlarına tahammül edemeyince, Akp’den ihraç edildi.

 Akp’nin ikinci dışişleri bakanı Abdullah Gül, asrın liderimizden o kadar uzaklaştı ki, neredeyse muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olacaktı.

 Akp’nin üçüncü dışişleri bakanı Ali Babacan, asrın liderimizi iktidardan indirmek için parti kurdu.

 Akp’nin dördüncü dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, asrın liderimizin memlekete öylesine zararlı olduğunu düşünüyor ki, Akp’yi iktidardan uzaklaştırmak için parti kurdu.

 Sırtını sıvazladığımız köktendinci teröristler İstanbul’un göbeğinde bombalar patlattı, İngiltere’nin İstanbul başkonsolosu Roger Short hayatını kaybetti.

 Elçiye zeval oldu, tarihimizde ilk kez, devletimizin polisi Ankara’nın göbeğinde kameralar önünde tekbir getirerek Rusya büyükelçisi Andrey Karlov’u sırtından dokuz kurşunla vurarak öldürdü.

 Asrın liderimizin “arkadaşım” dediği Suudi gazeteciyi, İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda kuşbaşı doğradılar, Suudi konsolosu ve kasap ekibi, elini kolunu sallaya sallaya uçağa bindi gitti.

 En son... ABD, Almanya, Fransa, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’nın büyükelçilerini kovmaya karar verdik, asrın liderimiz talimat verdi, “bunların istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz dedim” dedi.

Ama... Çiğneyebileceğimizden büyük lokma ısırdığımızı bütün dünya biliyor, lokmayı tabağa nasıl geri koyacağımızı herkes merakla bekliyor.



“Küresel güç olduk, Batı bizi kıskanıyor” denilen dış politikamız, işte bu.



Pembe incili kaftan’la başladık, anonim fıkrayla bitirelim bari.



Padişahın en kahraman fedaisi, atının sırtında kasıla kasıla gelmiş, gümbür gümbür gümbürdeyen köslerin, çın çın çınlayan zurnaların eşliğinde saraya girmiş, rakkaseler, soytarılar etrafında pervane olmuş, ahali bir alkış bir kıyamet, coşkulu sevinç tezahüratlarını selamlaya selamlaya huzura çıkmış...

Bir de bakmışlar ki, üstü başı kan revan içinde.

Padişah “hayırdır?” diye sormuş, “nerden böyle?”

Fedai gurur dolu davudi ses tonuyla izah etmiş, “garptaki şimaldeki cenuptaki bütün düşmanlarınızı tarumar ettim, alayını yaktım, yıktım, geldim” demiş.

Padişah şaşırmış, “iyi de” demiş, “benim oralarda düşmanım yok ki?”

Divan-ı hümayun buz kesmiş...

Fedai o anda dank eden kafasını şöyle hafifçe öne bükmüş...

“Artık var” demiş!