Patara...

2 bin 500 yıl önce başkentti.

Likya’nın başkenti.

İnsanlık tarihinin ilk demokrasi meclisi oradaydı, tarihin ilk federasyon sistemiydi, bu özelliğiyle Amerika Birleşik Devletleri anayasasının ilham kaynağı olmuştu, Amerikan Kongresi’ndeki yarım daire şeklinde oturma düzeni bile buradan alıntılanmıştı.

Parlamento binası, altı bin kişilik tiyatrosu, tapınakları, dünyanın ilk deniz feneri, görkemli hamamları ve zafer taklarıyla anıtsal mimariye sahipti, Anadolu’nun en önemli limanıydı, Akdeniz ticaretinin tek taş pırlantasıydı.

Refah seviyesi çok yüksekti, ortalama halkı bile zengindi.

Açık/kapalı kanal sistemiyle tee 20 kilometre uzaktan su getiren altyapıya sahipti, döneminin çok ilerisindeydi, tahıl depoları vardı.

Mitoloji tanrısı Apollon ve kızkardeşi tanrıça Artemis, Patara’da doğmuştu, antik dünyanın kehanet merkeziydi, modern dünyanın “noel baba” sıfatıyla andığı Saint Nicholaos, Patara’da doğmuştu.

Muhteşem kumsalı vardı.

Bugün o kumsala, Patara plajı diyoruz.

18 kilometre boyunca uzanır, rüzgar erozyonuyla yer değiştiren dünyanın en güzel kum tepelerine sahiptir, kumu adeta tül gibidir, inceciktir, Yeşilçam’ın çöl filmlerinin sahneleri hep burada çekilir, bazı yerleri yürüye yürüye gireceğiniz sığlıkta, bazı yerleri uçurum gibi, ayağınızı bastığınız anda 20 metre derinliğe sahiptir, soyu tükenme tehlikesi yaşayan caretta carettaların milyonlarca yıldır yumurtlama alanıdır, daima rüzgarlıdır, hem dalgalar, hem yüreğiniz rüzgar alır, günbatımının rengarenk değişimini kelimelerle tarif edebilmek gerçekten güçtür, güneş aheste aheste batar, alt tarafı dünyanın etrafında bir tur atıp geri gelecek olmasına rağmen, adeta ayrılmak istemez, sevgililerin tren garlarındaki duygusal vedalaşmaları gibi ağırdan alır, doğal sit alanıdır, öyle bakir, öyle temiz, öyle duru, öyle huzurludur ki, kirletmeyi filan boşver, insan bakmaya bile kıyamaz, kumlarına basmaya bile kıyamaz.



Patara plajının kumlarını çaldılar.

Öyle üç beş kürek değil, 2 bin 168 kamyon dolusu çaldılar.



Göz göre göre talana herkes göz yumuyordu. Bir kişi hariç... Namuslu bir orman muhafaza memuru, sessiz kalmadı, hırsızlığı yargıya taşımak üzere zabıt tuttu.

Akp’nin Kaş ilçe yöneticisi müdahale etti, sakın zabıt tutma, biz bölge müdürünü aradık, sen burnunu sokma dedi.

Orman muhafaza memuru kabul etmedi, “değil bölge müdürü, cumhurbaşkanı bile gelse ben bu zaptı tutarım” dedi.

Vay sen misin bunu diyen... Kaş kaymakamı derhal devreye girdi, orman muhafaza memuru derhal görevden alındı, cumhurbaşkanına hakaretle suçlandı, apar topar lojmanından bile atıldı.

E yok öyle tabii... Bu defa, Tarım Orman İş Sendikası’nın namuslu yöneticileri müdahale etti, Kaş kaymakamı geri basmak zorunda kaldı, orman muhafaza memuru görevine iade edildi.

Olay medyaya yansıdı.

Patara kumlarının nereye götürüldüğüne dair, hangi özel plaja döküldüğüne dair haberler çıktı.

Vay sen misin bu haberlere sebep olan... Hadi bakalım, müfettiş raporu bile olmadan, orman muhafaza memuru yine görevden alındı.

Bölgedeki diğer muhafaza memurları tehdit edildi, sesinizi kesmezseniz, sizin sonunuz da aynı olur filan denildi.

Namuslu orman muhafaza memuru geri adım atmadı, sendika aslanlar gibi direndi, Kaş kaymakamı hakkında suç duyurusunda bulunuldu, olay iyice dallanıp budaklandı, üstü örtülemez hale geldi, mecburen savcılık soruşturması açtılar.

Böylece, hırsızlığın çok daha büyük boyutlarda olduğu ortaya çıktı.

Depolanmış halde 3 bin kamyon kum ele geçirildi.

Namuslu orman muhafaza memuru ikinci defa görevine iade edildi.



Bu memur olmasaydı, dünya varolduğundan beri orada duran, mitoloji hazinesi, antik çağın başkenti, insanlığın mirası, Türkiye’nin eşi benzeri olmayan değeri, carettaların evi... Yağmalanıyordu.



Bu memurun yüreği sayesinde her şey duyuldu ve durduruldu.



Tek başına başkaldıran bu namuslu orman muhafaza memurunun ismi ne biliyor musunuz... Umut!



Umut Utku.



Vatana millete hayırlı evlat olsun temennisiyle yetiştiren annesi babası, geleceğe dair beklentilerini isim olarak vermişler oğullarına... Oğulları da isminin hakkını vermiş.



Hani bazen karamsarlığa kapılıp soruyorsunuz ya, umut var mı diye?

Var kardeşim.

Umut’ları var bu ülkenin.

Bir kişi bile kalsa, her şeyi değiştirmeye gücü yeten Umut’ları var.