İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na sadece “ahmak” dediği için 2 yıl 7 ay hapis cezası verilmesine ve bu süre boyunca siyaset yasağı getirilmesine dair mahkeme kararının arkasında duran çıkmadı.

İktidarda “utangaç” bir “Ben yapmadım hâkim yaptı” havası var.

Cumhur İttifakı’nın en üst seviyesi “Yargı sürecine saygı göstermek gerek” ya da “Süreç devam ediyor, algı oluşturmaya gerek yok” gibi açıklamalarla kararın bozulacağını ima ediyor.

İmamoğlu’na “ahmak” diyerek süreci başlatan İçişleri Bakanı ise muhalefetin gösterdiği tepkilerin “yargı bağımsızlığını” düzenleyen Anayasa’nın 138. maddesine aykırı olduğunu söylüyor. Bakana göre muhalefet bu tavırlarıyla yargının bundan sonraki karar aşamalarını etkilemeye çalışıyor.

İnsan bu açıklamaları dinleyince ya da mesajları okuyunca gerçekten hayret ediyor.

Zira ortada şöyle bir tablo var:

- İmamoğlu davasının savcısı Furkan Okudan AK Parti’li akrabalarının referansıyla sisteme dahil olmuş ve bunu da saklama gereği duymamış.

- (İlk sevgili meslektaşım Barış Terkoğlu yazmıştı) İmamoğlu davasının ilk hâkimi Hüseyin Zengin de hükümeti desteklediğini saklamıyor. Üstelik eşinin AK Parti’nin kurdurttuğu 2. Baroya üye olmasıyla övünüyor. Ortaya çıkan başka bilgilere göre de kendisi bazı AK Parti’lilerin referansıyla hâkim olmuş. Ancak, “sağda solda İmamoğlu’na hapis ve siyasi yasak cezası vermeyeceğini söylediği için” geçen ağustos ayında isteği dışında İstanbul’dan Samsun’a tayin edilmiş. İktidar yanlısı medya da hakim Zengin’in görev yerinin değiştirilmesinin İmamoğlu davasından değil, FETÖ’cülükle suçlanmasından kaynaklandığını savunuyor. (FETÖ’cülük suçlaması ciddiyse yapılması gereken şey yer değiştirme midir?)

- İmamoğlu davasında karar veren ikinci hâkim Mehdi Komşul da AK Parti’yle ilişkisini saklama ihtiyacı duymuyor. AK Parti’lilerle çektirdiği fotoğraflar boy boy medyaya yansıdı.

Soruyorum size:

Bu tablo ortadayken, yargı camiası ve yönetimi uzun süredir iktidar partilerinin referanslarıyla şekilleniyorken “yargıya müdahale” suçunu kim işlemiş oluyor?

Yargı kararlarıyla bedel ödettirilmek istenen muhalefet mi yoksa tayinle, medya operasyonlarıyla hakimleri köşeye sıkıştırmaya çalışan iktidar mı?

O yüzden bugün sayın iktidar mensuplarına “önden buyurun” diyorum.

Yargı bağımsızlığı sizin için kıymetliyse lütfen siz önden buyurun.

Elinizi yargıçların üzerinden çekin.

HSK kararlarıyla, medya operasyonlarıyla istediğiniz kararları çıkarmaya çalışmayın!

Böylece milletin vicdanını yaralayan yargı kararları çıktığında “Biz yapmadık yargı yaptı” diye savunmaya geçmek zorunda kalmazsınız!

Talihsizlik mi öngörüsüzlük mü?


İmamoğlu davası, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu için çok önemli bir liderlik fırsatı olabilirdi. Kılıçdaroğlu, karar açıklandıktan sonra Saraçhane’de İmamoğlu’nun yanında kürsüye çıkabilse, Adalet Yürüyüşü’nde yakaladığı siyasi gücü yeniden yakalayabilir, biz şu anda başka bir tabloyu konuşuyor olabilirdik.

Ne yazık ki Almanya seyahati nedeniyle kendisi bu fırsatı kaçırdı.

Bazı meslektaşlarımız ortaya çıkan durumu “talihsizlik” olarak gösteriyor ama durum talihsizlikten öte bir “öngörüsüzlük”.

Zira duruşmanın olacağı tarih bir önceki duruşmada açıklanmıştı ve Almanya seyahati pekâlâ bu tarihe göre ayarlanabilirdi.

Ziyareti daha temaslarına başlamadan bitirmek zorunda Kılıçdaroğlu, “Karar değil erteleme bekliyorduk” diyor ama o günlerde Ankara’da herkes davadan karar çıkacağını öngörüyordu.

İmamoğlu kararının çıktığı gün Saraçhane’de Kılıçdaroğlu olmayınca boşluğu İYİ Parti lideri Meral Akşener doldurdu.

Tıpkı Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretinde olduğu gibi.

Hatırlayın lütfen: Ekim ayı ortasında memleketin en önemli gündemi sansür yasasıydı. İktidar dezenformasyon yasası adı altında her kesimi susturacak bir yasayı TBMM’ye yeniden getirmişti ve Kılıçdaroğlu o sırada ABD’deydi. O günlerde de gündemi “Ya istibdat ya hürriyet” sloganıyla dezenformasyon yasasına karşı ses yükselten Akşener belirlemişti.

Siyaset doğru zamanda doğru yerde olmayı gerektiriyor.

Danışmanları bunu görecek kapasitede olmayabilir ama Kılıçdaroğlu o deneyime ve siyasi donanıma sahip bir lider.

Uyuşturucu baronlarını, kayıp 128 milyar meselesini günlerce gündemde tutmak, SADAT’ın ya da TÜİK’in kapısına dayanmak, Çocuk istismarı davasında Adalet Bakanlığı’na yürümek gibi hareketlerin çok olumlu sonuçlarını bizzat gören bir lider olarak, Kılıçdaroğlu’nun Almanya seyahati hakkında karar verirken biraz daha öngörülü olması gerekirdi.