Sevgili okurlarım bu memlekette neler oluyor, hangi akıl almaz olaylara tanıklık ediyoruz?..

Memlekette ‘anayasa’ kaldı mı?

Yargı siyasetin gölgesine girmiş, nerelere sürükleniyor?

Hak, hukuk ve adalet kavramları siyasi iktidar tarafından paspas gibi çiğneniyor mu?

Mahkemelerde bazı kararlar adamına göre mi veriliyor?

Bu soruları uzamak mümkün...

Ve istediğiniz kadar eleştirin, hiçbirine yanıt verilmesi mümkün olmuyor.

★★★

İlk sorudan başlayalım.

Memlekette anayasa elbette kaldı ama işin çok önemli bir özelliği var...

Sadece kağıt üzerinde kaldı.

İlkeleri derseniz her gün çiğneniyor.

İktidar partisi anayasayı kendi çıkar ve istekleri doğrultusunda kullanmayı sürdürüyor. Bazılarına çok kısaca bile olsa değineyim.

Anayasa madde 101: “Cumhurbaşkanı kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış... Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.”

Çok güzel...Ama böylesine basit bir konuda bile bazı terslikler yaşamaktayız.

Bir vatandaşın yükseköğrenim yapmış olduğunun bir tek kanıtı vardı.

Diploması!

Türk Milleti Recep Bey’in diplomasını bugüne kadar (ne yazık ki) görebilmiş değil.

Esrarengiz bir diploma!..

Kayıp mı oldu, işin içerisinde bizim kafalarımızın basmadığı başka bir husus mu var, kendi yakın çevresi dahil kimse bilmiyor.

Gizemli diploma!..

Diplomanın gizlisi saklısı olur mu kardeşim. Varsa vardır, yoksa yoktur.

Sayın diploma eğer varsan lütfen çık ortaya, kendini milletimize göster ki herkes rahat bir nefes alsın!

★★★

Şimdi gelelim çok anlamlı bir maddeye...

Anayasa madde 104 aynen şöyle:

“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder...”

Yani anayasamız (eğer halen geçerli ise) cumhurbaşkanı tanımını güzelce yapmış.

Hem devletin başı...

Ve hem de Türk Milletinin birliğini temsil ettiği varsayılıyor!

★★★

Böyle tanımlanan bir cumhurbaşkanı önceki gün partisinin grup toplantısında meclis kürsüsüne çıkıp yine haykırdı.

Bu kez Türkiye’nin neredeyse bütün illerinde Gezi olaylarına karışan büyük kitlelerle birlikte muhalefet partilerini hedef almıştı.

Onları kendince tanımlıyordu:

-Zavallılar...

-Yalancılar... Omurgasız proje aparatları...

-Terör seviciler...

-Kifayetsiz muhterisler...

Şu hakaret sözcüklerine bakar mısınız!

Bunlar bir cumhurbaşkanının ağzına yakışıyor mu?

Bu tanımlardan biri bile kendisi için yapılmış olsa hemen dilekçesini verdirir, söyleyen veya yazan hakkında hem tazminat ve hem de ceza davaları açılmasını sağlardı!

Çünkü başkaları onu asla eleştiremez ama o, istediği herkese an ağır hakaretleri savurmakta özgürdür!

★★★

Ancak konuşmasında kullandığı iki sözcük var ki, onlar özellikle affedilir gibi değil.

İki tanım da kadınlarımız için geçerli:

-Bunlar çürük. Bunlar sürtük.”

Evet...

Bu sözleri de Türk Milletinin birliğini temsil ettiği varsayılan bir cumhurbaşkanının ağzından duymuş olduk.

Çok acı...

Çok yazık.  

★★★

“Çürük” nedir, tanımını sokak edebiyatından biliriz.

Hafif meşrep kadınlar için kullanılır.

Peki “Sürtük” nedir, onu da iyi kötü biliriz ama yine de çeşitli tanımları için Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakmadan edemedim:

-Evinde oturmayan kadın.

-Aynı anda birden fazla kişiyle gönül eğlendiren kadın.

-Kaba konuşmada Hayat Kadını. (Yani fahişe.)  

★★★

Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz...

Gezi protestolarına Türkiye’nin dört bir yanında her yaştan, her cinsten ve her görüşten on binlerce, belki de yüz binlerce kadınımız katılmıştı.

Onlar bizim analarımız, bacılarımız, evlatlarımızdı.

Sadece cumhurbaşkanı değil hiç kimse onlara (hele bu gibi sözlerle) hakaret etme hakkına sahip değildir.

Nitekim manşetten verilmesi gereken bu sözleri dünkü yandaş gazetelerde bile sansür edilmiş, kullanılmamıştı.

★★★

Şimdi Recep Bey’den beklenen bir şey var.

Daha fazla gecikmeden bu konuda bir adım daha atması ve göstermelik bile olsa özür dilemesidir.

Belki “Dilim sürçtü, ben kadınlarımızı kastetmemiştim” diyebilir.

Asla unutmasın, bu beyefendi anayasa uyarınca Türk Milletinin ‘birliğini’ temsil ediyor!

İyi de, milletin birliği böyle temsil edilmez.