Suudi Arabistan’da bir çöl dervişinin söylediği “kalbe yerleşen öfkeyi defetmenin yolunu” anlatan şiirsel cümleleri çok anlamlıdır:

Mümkünse izin verme.

Öfke kalbine girmesin.

Eğer girmişse.

Mümkünse geçirme.

Yüzüne vurmasın.

Yüzüne vurmuşsa.

Diline sahip ol.

Dudaklarına gelmesin.

Dudaklarına gelmişse.

Yine de pes etme.

Davranışına geçmesin.

Dayan.

Diren.

Çabala.

Öfkeyi kalbinden defet.

Suudi Arabistanlı Cemal Kaşıkçı adlı gazeteci Amerika’da yazı yazdığı gazetesinde Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ı eleştiriyordu. Türk vatandaşı bir hanımla evlenecekti. 4 yıl önce evlilik için gerekli belgeleri almak üzere gittiği Türkiye’deki konsoloslukta katil ruhlu adamlar onu der top edip bağladılar.

Sille, tokat, yumruk.

Dişlerini döktüler.

Kemiklerini kırdılar.

İşkence ettiler.

Öfkeleri dinmedi, canlı iken kafasını uçurdular. Bir bilgiye göre bedenini testereyle kestiler. Fırında yaktılar. Başka bir bilgiye göre İstanbul’da konsolosluk binasında parçalara ayrılmış bedeni asitlere yatırıp erittiler, suyunu kanalizasyona boşalttılar. Cinayeti tasarlayarak ve canavarca hisle işleyenler 18 diye yazılıyor ama aslında hepsi Suudi Arabistan uyruklu 26 kişiydiler. Azmettiricileri ise Suudi Prensti.

Diplomatik cinayet!

İnsanlık ayağa kalktı.

★★★

Bizim vatanımızda.

Bir insanı kestiler.

Biz de sorumluyduk.

Öfkelenmemek mümkün değildi. Türk Cumhurbaşkanı ulusun öfkesini; “Biz, sınırlarımız içinde işlenen bu cinayeti elbette tüm boyutlarıyla araştıracak, soruşturacak ve gereğini yerine getireceğiz” demişti.

Türk adaleti harekete geçecek ve zanlılar ile arkasındaki azmettiricileri yargılanacak öfkemiz böylece kalbimize yük olmaktan çıkacak, Çöl dervişinin öğütlediği gibi yüreğimizden defolup gidecekti.

Ulusal onurumuz!

Hançerlenmeyecekti.

İnsanlığın ortak vicdanı adına bu cinayeti işleyenleri, azmettirenleri yargılayacaktık. Böylesine bir vahşeti Türkiye’nin asla örtemeyeceğini bütün dünya da görecekti. ABD Trump döneminde cinayeti kendi çıkarları için kullanacağını belli etmişti, biz Türkiye olarak buna tenezzül etmeyecektik.

Birçok kaynak.

Türk Cumhurbaşkanı.

Türk MİT Başkanı.

CIA direktörü.

BM Raporu.

ABD Senatosu.

Gazetecinin tasarlanarak öldürülmesi emrinin Veliaht Prens’ten geldiğine işaret ediyordu.

★★★

2 yıl geçti.

Kanıtlar toplandı.

İddianame yazıldı.

2020’de Türk adaleti davayı açtı. 2 yıl daha geçti, yargılanmanın yedinci celsesine gelindi. Türkiye dövize sıkıştı, önce Birleşik Arap Emirlikleri, sonra İsrail ve sonra da Mısır ve Suudi Arabistan ile kopmuş ilişkilerini düzeltme eğilimine girdi. Cumhurbaşkanı 4.5 yıl aradan sonra Suudi Arabistan’ı ziyaret edeceğini açıkladı. Suudi adaleti bu davayı kendince görmüş, yargılamayı bitirmiş, beraat kararı vermişti. Türk Cumhurbaşkanı Suudi Arabistan’a gideceğini açıklayınca bu kez Türkiye’deki görülen dava dosyasını da istediler. Ve 4 yıl önce Türkiye’de işlenen cinayetin davası, Adalet Bakanlığı’nın olumlu görüşü ile Suudilere devredildi.

Yargı egemenliğimiz.

Arabistan’a verildi.

Milletin onuru.

Ülkenin şerefi.

On paralık edildi.

“Kalbe yerleşen öfkeyi defetmeyi” öğütleyen çöl dervişi bilecinayet davasının cinayeti işleyenlere verildiğini” görse öfkeden delirirdi. Aklıma 2007 yılında gazetelerde yayımlanmış bir fotoğraf geldi. Bu fotoğrafta Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El Suud, İstanbul’un en lüks otelinin odasında ortada oturuyor, dizi dibinde iki yanında o dönem Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile o dönem Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan yer alıyordu. Bizim Cumhurbaşkanı ile Başbakan, otel odasına kendilerine verilecek hediyeyi almak için gitmişlerdi.

Bu fotoğraf!

Milletimizi rencide etmişti.