Gazeteciliğe 1987 yılın­da başladım.

O yıl, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin getirdiği siyasilere yasak yapılan referandum ile kaldı­rıldı. Alparslan Tür­keş (darbeciler MHP’yi kapattığı için) Milliyetçi Çalışma Partisi/MÇP ge­nel başkanı oldu.

Çankaya Maltepe’deki partinin genel merkezi evime yakındı. Haftada bir-iki kez uğrar  çayları­nı içerdim. Solcu dergi muhabirinin genel merke­ze gelmesine şaşırırlardı. Öyle ya birkaç yıl önce imkansızdı böyle ziyaret­ler...

O dönem parti­de önemli ayrışmalar başlamıştı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun başını çektiği Nizam-i Alem Ocakları Türkeş’in tepkisini çekiyordu. (Bu Ocak’tan Servet Av­cı’dan Yavuz Ağırali­oğlu’na ne politikacılar çıktı.) Uzatmayayım, o günler çok haberlerini yaptım.

Ve: Hangi dini bayram­dı hatırlamıyorum; genel merkez, MÇP’yi takip eden gazetecilere hediye gönderdi; Paşabahçe Çeşm-i Bülbül vazosu.

Sol’un her fraksiyonu­nun bulunduğu 2000’e Doğru dergisinde tar­tışma çıktı.

-“Vay sen Türkeş’in kanlı elini nasıl sıkarsın?”

Aradan yıllar geçti...

Bugün medyanın gün­deminde benzer tartışma var...

AKP, yapacağı Türkiye Yüzyılı etkinliğine bazı “muhalif gazetecileri” davet etmesi polemik çıkardı. Tartışmalara ge­leceğim. Önce “gazeteci” kimdir tanımlayalım:

Gazeteci, haberleri dü­rüst, etik ve tarafsız şekil­de araştırma, belgeleme, yazma, sunma ile görevli meslek profesyonellerine verilen unvan.

Bu kadar net. Peki, “muhalif gazeteci” ne demek?

Ya gazetecisinizdir ya da değilsinizdir!

Ya iyi gazetecisinizdir ya da vasat gazetecisi­nizdir!

Yapılan haberin, ik­tidarı ya da muhalefeti eleştirir olması veya övüyor gözükmesi gaze­tecinin meselesi değildir. Gazetecinin kabesi haki­kattir.

Gazeteciyi gerçeğe bağlı olup olmamasıyla değer­lendirebilirsiniz. Gazeteci­lik mesleğini örtü olarak kullanan (iktidarın ya da muhalefetin yanında) tetikçi, sığ, amigo kişilerin varlığı her daim oldu. Bir süre sonra da efendi­leriyle birlikte yok olup gittiler. Okuyucunun iti­matı/güveni olmayan bu meslekte kalamaz.

“Muhalif gazeteci” tanı­mının kökü şu:

Türkiye’deki temel sorunlarımızdan biri sos­yolojik kimlik karmaşa­sıdır. Toplumsal bir varlık olarak insanın çok kimli­ği vardır; meslek, siyaset, din-mezhep, taraftar, hemşehri gibi...

Gazeteci, haber yaptığı gerçeklere diğer kimlik­lerini veya duyguları­nı karıştıramaz/  karıştır­mamalıdır.

Gazeteci, objektiftir.

Gazeteci, olanı göste­ren aynadır. Tarihin en önemli tanığıdır.

Ülke cumhurbaşkanı­nın konuşacağı etkinliğe davet edilen bir gazete­ci -kişisel mazereti yoksa-neden katılmak istemez?

Mesela: Abdullah Öcalan veya Selahattin Demirtaş ile görüşme izni çıksa siyasi gerek­çe ileri sürerek gitmeyene gazeteci denir mi? Meslek ne hale geldi?

Evet, kimlik karma­şası yaşıyoruz. Bunu yay­gınlaştıran sosyal medya “tıkları” oldu! Gazeteci, siyasi figüre dönüştürüldü. Her mahalle, gönlünü hoşnut edecek yazı­lar-konuşmalar bekler oldu. Kimi gazeteciler buna göre pozisyon al­maya başladı.

Böylece algı, hakikatin önüne geçirildi. Gazeteci­lik, erozyona uğratılarak yozlaştırıldı. Bu “bulaşıcı hastalık” AKP’nin de kat­kılarıyla doruğa çıktı...

Benim çizgim değişme­di:

Dün, Alparslan Tür­keş’in (Özal, Demirel, Erbakan, Ecevit, Yılmaz, İnönü, Baykal vs) elini ga­zeteci kimliğimle sıktım.

Bugün, Cumhurbaş­kanı Erdoğan’ın elini de gazeteci kimliğimle sıkarım.

Bugüne kadar kimi gazeteciler çağrılmadı ise bu AKP’nin sorunu!

Toparlarsam:

Gazetecilik, mara­ton koşucularına ben­zer; iktidarlar- liderler gelir geçer, kalıcı olan gazetecinin kuyumcu te­razisinde tartıp yayınla­dığı haberlerdir.

35 yıldır -dönemlere yenilmeden- hakikat mü­cadelesi yapıyorum.

Mazeretim olmasaydı; Ankara’daki bugün AKP etkinliğine ve yine davet aldığım pazar günkü Sa­adet Partisi kongresine katılırdım...