14 yıllık eşzamanlı çalışmama noktayı koydum... “Mustafa Kemal” ve “Son Cüret” üçlemesinin son kitabı “Anka Kuşu” çıktı.



Kuruluş ayarları tabir edilen Cumhuriyet’in ilk 15 yılını, küllerinden doğan bir ulusun mucizevi hikayesini yazdım.



Sokaklarında anca kağnıyla dolaşılan memleketin, sadece dört yıl sonra yerli uçak yaptığını, yiyecek ekmek bile bulamayan ülkenin, sadece üç yıl sonra tarımda kendi kendine yetebilen ülke haline geldiğini, kafesler arkasında tutulan, nüfus sayımında ahırdaki hayvanlar sayılırken, insandan bile sayılmayan kadınlarımızın, Türkiye’nin ilk siyasi partisini kurduğunu, okuma yazma bile bilmeyen köy çocuklarının sadece beş yıl sonra keman çaldığını, Shakespeare sahnelediğini... Dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş toplumsal kalkınma devrimimizi unutmayalım diye yazdım.



“Bir kelime ile ifade etmek lazım gelirse, yeni Türkiye devleti, halk devletidir, halkın devletidir. Mazi müesseseleri ise, şahıs devleti idi, şahıslar devleti idi.”



Atatürk’ün Cumhuriyet’i böyle tarif ettiğini asla unutmayalım diye yazdım.



Bugün utanmadan küfredilen Cumhuriyet’in, Osmanlı’nın borcunu ödediğini, Osmanlı yüzünden ödediğimiz borcun bugünkü parayla 500 milyar dolara denk geldiğini, Atatürk Cumhuriyeti’nin tek kuruş borç almadan ayağa kalktığını, sadece üç yıl içinde denk bütçe yaptığını, sadece üç yıl içinde gelir/gider dengesini oturttuğunu, üretimi sürekli arttırarak ithalata son verdiğini, para basmadığını, Türk Lirası’na değer kazandırdığını, dünya tarihinde enflasyonsuz kurulan tek cumhuriyet olduğumuzu, 1929 dünya ekonomik buhranında bile büyümeyi başardığını, dünya ekonomisi batarken, Türkiye ekonomisinin yükseldiğini unutmayalım diye yazdım.



Günümüzde hoyratça satılan, elaleme peşkeş çekilen Cumhuriyet fabrikalarının hangi emeklerle kurulduğunu, bugün neden tek tek imha edildiklerini, uçak fabrikalarımızı, ilk otomobil fabrikamızı, Galata bankerlerinin elinde rehin olan milletin, sadece yedi yılda 45 yerli banka kurduğunu, Konstantiniyye’yi Cumhuriyet devriminin “İstanbul” yaptığını, Türkçe ezanı, Türk alfabesine geçmeden önce, okuma yazma bilmeyen ahalinin Arapça yazılmış tüm kitaplara “kutsal” gözüyle baktığını, mesela Arapça yemek tarifini bile İslamiyet’le alakalı zannettiğini, Millet Mektepleri’ni, Köy Enstitüleri’ni, Kız Enstitüleri’ni, Halkevleri’ni, aydınlanma devrimini kültürle sanatla Anadolu insanının ayağına götüren meşaleleri, Çin’e bile aşı ihraç eden Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün nasıl kurulduğunu, bugün neden kapatıldığını, Yerli Malı Kullan kampanyamızı, Cumhuriyet öncesinde şehirlerimizde elektrik bile olmadığını, şehirlerimiz arasında karayolu bile olmadığını, uluslararası saat’e geçmeden önce, milletin aynı zaman diliminde farklı saatlerde yaşadıklarını, miladi takvim’e geçmeden önce, aynı zaman diliminde farklı aylarda yaşadığımızı, kimisinin şubat’ının kimisinin aralık’ına denk geldiğini, dirhem okka, arşın fersah, ne ağırlığımızın dünyaya ayak uydurduğunu, ne uzunluğumuzun dünya standartlarında olduğunu, bütün ölçülerimizin ortaçağ’a ait olduğunu, Osmanlı’nın yabancılara dağıttığı madenlerimizi nasıl millileştirdiğimizi, bugün adeta haraç mezat satılan limanlarımızı nasıl kurduğumuzu, yurtdışına kıvılcım olarak gönderilen, alevler olarak geri dönen, memleketin sıfırdan inşasına temel atan, omurgasını oluşturan gençlerimizi, bugün yeniden açılan tarikat yuvalarının aslında neden kapatıldığını, Mustafa Kemal’e yönelik suikastları, Şeyh Sait ayaklanmasını, Ağrı ayaklanmasını, Dersim isyanını, TBMM’nin yolsuzluklarla nasıl mücadele ettiğini, olimpiyatlarda Türkiye’yi temsil eden sürpriz sporcularımızı, Türk Halk Müziği’ni bile Cumhuriyet’e borçlu olduğumuzu, Yeşilçam’ın toplumsal dönüşüme sağladığı inanılmaz katkıları, Topkapı Sarayı’nın Ayasofya’nın neden müze yapıldığını, Cumhuriyet’i kuranların sadece bir saray yaptırdığını, o sarayın da kimsesiz çocukların barınması için olduğunu, dünyanın ilk çocuk hakları mitinginin bu ülkede yapıldığını, kerpiçten ibaret olan başkent Ankara’nın sadece yedi yılda cadde cadde, bulvar bulvar, estetik şaheserine dönüştüğünü, memleketi kendi kaynaklarımızla demir ağlarla nasıl ördüğümüzü, tren istasyonlarının ulaştığı şehirlere sadece tren getirmediğini, sinema, tiyatro, konser, spor, mimari getirdiğini, lokomotiflerin aslında şehir şehir Cumhuriyet çağdaşlığı taşıdığını, Kubilay’ın şehit edilişini, Cumhuriyet ilan edildikten sonra ülkenin batısında yaşanan ilk irtica kalkışmasını, Türk Hava Yolları’nı kurduğumuzda henüz Airfrance’ın bile kurulmadığını, British Airways’in bile henüz kurulmadığını, Alitaila’nın bile henüz kurulmadığını, Atatürk vizyonunun öngörüde işte bu kadar ilerde olduğunu, ilk milli petrol şirketimizin hangi şehirlerimizde petrol bulduğunu, petrol arama çalışmalarımızın yıllar sonra kimler tarafından durdurulduğunu, Cumhuriyet’in karşılaştığı ilk “soykırım” iftirasını, Montrö’yü, Hatay’ı, Cumhuriyet’ten önce işçilerimizin köle haklarına bile sahip olmadığını, Cumhuriyet öncesinde eczanede çırak olmasına bile izin verilmeyen Türk eczacılarının hangi ilaçları ürettiğini, Batılı ilaç firmalarıyla nasıl rekabet ettiğini, tiyatromuzun nasıl var olduğunu, operamızın balemizin nasıl var olduğunu, yer sofrasından yemek masasına nasıl geçtiğimizi, çekirdek ailelerin yaşam biçimlerinin nasıl değiştiğini, kılığımızın kıyafetimizin dünya modasına nasıl uyarlandığını, Cumhuriyet’ten önce “ev mobilyası” diye bir kavramımızın bile olmadığını, kadınların eşiyle bile restorana gidemediğini asla unutmayalım diye yazdım.



Eğer bugün bu topraklarda özgür insanlar olarak, eşit bireyler olarak yaşıyorsak, etnik kimliğimizle, dinimizle mezhebimizle var isek, bunu tamamiyle Cumhuriyet’in kurucu ayarlarına borçluyuz.



Ekonomiden diplomasiye, hukuktan bilime, tarımdan sanayiye, eğitimden spora, kültürden sanata, erdeme ahlaka... Bugün yaşadığımız tüm sorunların reçetesi, Cumhuriyet’in ilk 15 yılında var.



Cumhuriyet’in kurucu kadrolarını, gerçek devrimcilerimizi asla unutmayalım, saygıyla, rahmetle, minnetle analım diye yazdım.



Cumhuriyet öncesindeki silahlı işgalin, günümüzde silahsız işgale nasıl dönüştüğünü görelim, işbirlikçi vatan hainlerini hatırlayalım diye yazdım.



Siz nasıl okursunuz bilmem, ben kah hayret ederek, kah gururlanarak, kah ağlayarak yazdım.



Mustafa Necati Bey ilkokulu mezunu olarak, İzmir Atatürk Lisesi mezunu olarak, daima izinden yürüdüğümüz öğretmenimize...

İzmir Atatürk Lisesi öğretmeni, Kuvayı Milliye kahramanı Mustafa Necati’nin asla teslim olmayan bağımsız ruhuna ithaf ettim.



Değerli arkadaşım Salih Yavuz’un yayınevi, Sia Kitap tarafından basıldı. Kapağından sayfa düzenine, titizlikle, hassasiyetle, fedakarca emek veren tüm Sia Kitap çalışanlarına yürekten teşekkür ederim.



Henüz piyasaya çıkmadan 100 bin adetlik ilk baskıyı tüketen, çıktığı gün tüm Türkiye’de liste başı yapan siz değerli okurlara yürekten teşekkür ederim.



Cumhuriyet’e borcumuz, boynumuzun borcudur.

Gençliğe Hitabe’den aldığım yetkiyle görevimi yaptım, müsterihim...

Umarım beğenirsiniz.

Yılmaz Özdil'in yeni kitabı Anka Kuşu’nu satın almak için TIKLAYIN

.