Star tv, Star gazetesi, Cem Uzan’ındı.

Türkiye’nin ilk özel televizyonuydu, izlenme oranında bir numaraydı, Türk basın tarihinin tiraj rekorunu kırmıştı, el konuldu.

Medyanın geriye kalanı çok sevindi, meydan bize kaldı diye düşündüler, Cem Uzan’a yönelik hukuksuzlukları görmezden geldiler, kendini savunamasın diye Cem Uzan’a sansür uyguladılar.



Sabah, atv, Dinç Bilgin’indi.

Stüdyolarıyla matbaalarıyla Türk medyasının teknoloji lideriydi, reklam pastasından en büyük payı alıyordu, el konuldu.

Medyanın geriye kalanı çok sevindi, meydan bize kaldı diye düşündüler, Dinç Bilgin’in maruz kaldığı hukuksuzluklardan hiç bahsetmediler, karartma yaptılar, yok saydılar.



Show tv, Akşam ve Türkiye’nin ilk dijital yayın platformu Digitürk, Mehmet Emin Karamehmet’indi.

El konuldu.

Medyanın geriye kalanı çok sevindi, meydan bize kaldı diye düşündüler, Mehmet Emin Karamehmet’in malına mülküne adeta kapış kapış çökülmesine hiç ses çıkarmadılar.



Hürriyet, Milliyet, Posta, Vatan, Fanatik, Kanal D, CnnTürk, D-Smart, Aydın Doğan’ındı, Türkiye’nin medya imparatoruydu, defalarca Türkiye vergi rekortmeniydi, dünya basın tarihinde görülmemiş ebatta vergi cezaları kesildi, yalanlar, iftiralar, tehditler, baskılar, saldırılar, keyfi uygulamalar, ailesine yönelik hukuksuzluklar, medyasını elden çıkarmak zorunda kaldı.

Türk medyasından geriye zaten pek bir şey kalmamıştı ama, tek tük kalanlar çok sevindi, meydan bize kaldı diye düşündüler, hatta Aydın Doğan’ı medyadan tasfiye edenlerin gözüne girmek için Aydın Doğan’ın aleyhine yazılar bile yazdılar.



Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarları, Türkiye’nin en çok izlenen televizyoncuları, Türkiye’nin en iyi yazıişleri kadroları, Türkiye’nin en iyi haber merkezi kadroları, işten attırıldı.

İşten atılmayanlar çok sevindi, meydan bize kaldı diye düşündüler, fırsat bu fırsat, artık biz okunacağız zannettiler, artık biz izleneceğiz zannettiler, işten atılanlara sansür uyguladılar, işten atılanlar bir daha medyada yer bulamasın diye duvar ördüler, takoz koydular.



Türk basınının sembol ismi, gazeteciler cemiyetinin kurucu başkanı Sedat Simavi “kalemine efendi kal, uşak olma, mecbur kalırsan kır, sakın satma” demişti.

Bu ülkenin kalemini satmayan namuslu gazetecileri işten atılırken, Sedat Simavi’nin kurduğu gazeteciler cemiyeti, The Taraf’ın “bavulcu gazetecisi”ne Sedat Simavi Ödülü verdi!



The Taraf, Samanyolu, Zaman, Kanaltürk, Bugün...

Tetikçi olarak tepe tepe kullanıldı, işleri bitince onlara da el konuldu.



(Namuslu medya çalışanlarını tenzih ederim, namuslu medya çalışanları şahittir, kelimesi kelimesine böyle oldu.)



Can Dündar mesela, üç günlük değil, 43 yıllık gazeteci, Trt’den Hürriyet’e, Ntv’den Cumhuriyet’e, Türkiye’nin en prestijli medya kuruluşlarında çalıştı, yazarlık yaptı, yöneticilik yaptı, belgeseller çekti, kitaplar yazdı, haber yayınladığı için hapse atıldı, adliye bahçesinde silahlı saldırıya uğradı, malına mülküne el kondu.

Can Dündar’la birlikte çalışabilmek için can atanlar, şimdi Can Dündar’a sansür uyguluyor; “bağımsız” gazeteci ayaklarıyla “güya bağımsız” ekranlara çıkıp saatlerce basına yapılan baskıyı konuşuyorlar, Can Dündar’dan tek kelime etmiyorlar.



“Güya bağımsız” televizyonlar var, belediyelerle al takke ver külah gazeteciler orada, servetinin kaynağı belirsiz karanlık tiplerle iş tutan çantacı gazeteciler orada, iktidarın borazanıyken muhalefetin borazanı olan gazeteciler orada, kılıktan kılığa girerek, rutubet gibi her ortama sızan mutant gazeteciler orada, toplum nazarında dürüst bilinirken çantacılara kol kanat geren gazeteciler orada, bu anlattıklarıma birebir şahit olup, sırf ekrana çıkabilmek uğruna sesini çıkarmayan gazeteciler orada... Habire basın özgürlüğünden bahsedip, kendilerini deşifre eden namuslu gazetecilere sansür uyguluyorlar, ekran yasağı uyguluyorlar.

Saatlerce kendi davalarını anlatıyorlar, kendilerinden olmayan gazetecilerin davalarından tek kelime bahsetmiyorlar.

Basın özgürlüğünü sadece kendileri için istiyorlar, kendilerinden olmayan gazetecilerin ifade özgürlüğünü zaten kendileri yasaklıyorlar.



Sözcü mesela, patronu Burak Akbay’dan genel yayın yönetmenine, yazarlarından muhabirlerine, reklamından internetine, başımıza gelmeyen kalmadı, uğramadığımız hukuksuzluk, uğramadığımız iftira kalmadı... “Güya bağımsız” ekranlara çıkıp saatlerce basına yapılan baskıyı anlatıyorlar, Sözcü’den tek kelime etmiyorlar.



Netice?



Medyanın bu zafiyetini kullanıp, 20 yıldır birbirine kırdıran iktidar, bitirici darbeyi vuruyor, sosyal medya düzenlemesi adı altında, düpedüz yasak yasası çıkarıyor.

Halkı bilgilendiren, hükümetin işine gelmeyen her habere “dezenformasyon” denilecek, üç yıl hapis cezası verilecek.



Perşembenin gelişi çarşambadan çoooook önceden belliydi.



Türkiye bunu haketmiyor ama...

Maalesef, bu medya bunu başından sonuna kadar hak etti.