Milli mücadele sırasında Maraş’ta ilk kıvılcımı çakmakçı çaktı.

Fransız üniformasıyla dolaşan Ermeni askerlerden biri, hamamdan çıkan Türk kadınlarına sarkıntılık etti, peçelerini yırttı.

Çakmakçı lakaplı Sait yumruklarıyla saldırdı.

Çakmakçılık mesleğiydi.

Sigara çakmağı değil...

Çakmaklı tüfeklerin tetik mekanizmasını tamir eden kişilere, silah tamircilerine “çakmakçı” deniyordu.

Göğsüne ateş ederek öldürdüler.

Henüz 22 yaşındaydı.

Çakmakçı Sait’le birlikte saldıran Gaffar Osman’ı da yaraladılar.

O sırada, sütçü İmam oradan geçiyordu.

Lakabı mesleğiydi.

Sütçüydü.

Din adamı değildi.

İsmi İmam’dı.

40 yaşlarındaydı.

Tabancası vardı.

Çekti belinden, trak trak trak, Sait’i vuran Ermeni askerini öldürdü.

Kaçtı.

1950 yılından itibaren Türk siyaset sahnesine hakim olan sözde muhafazakar politikacılar, cehaleti ve dini sömürmeye başladı, yukarda ismi geçen iki cesur vatan evladından birini kahramanlaştırdı, öbürünü adeta yok saydı.

Aynı direnişi göstermelerine rağmen, çakmakçı Sait unutuldu.

Din adamı kimliğine vurgu yapılarak, sütçü İmam yüceltildi.

Halbuki, az önce de izah ettiğim gibi, İmam’ın ismi İmam’dı, mesleği imamlık değildi, sütçüydü.

Mesleği imamlık olmadığı için, Kurtuluş Savaşı sona erince, belediyede odacı olarak işe alındı, maaşa bağlandı.

Ramazanda ve milli günlerde Maraş Kalesi’ndeki topu kullanma görevi ona aitti.

1922’de Abdülmecid efendi halife ilan edilince, 101 pare top atışına karar verildi, bu atışlar sırasında topun namlusu fazla ısınmaktan havaya uçtu, sütçü İmam ağır yaralandı, hastanede vefat etti.

Milli mücadelenin bu yiğit insanı, sırf ismi İmam olduğu için, sırf dini figür çağrıştırdığı için, hem şehit olan çakmakçı Sait’in önüne geçirildi, hem de şehit gazeteci Hasan Tahsin’in yerine ilk kurşun’u atan kişi gibi gösterilmeye çalışıldı.

12 Eylül darbesi’nden sonra mesela, sütçü İmam’a türbe yaptırıldı iyi mi... Anıt mezar yaptırılacağına, din adamıdır diye türbe yaptırıldı!

Girin lütfen internete, sütçü İmam diye arayın, sarıklı bir fotoğrafla karşılaşırsınız... Halbuki, sütçü İmam’ın hiç fotoğrafı yoktur!

O sarıklı fotoğraf, aslında sütçü İmam’ı hiç görmemiş bir ressam tarafından yıllar yıllar sonra, din adamı olsa olsa böyledir diye yapılmış hayali/temsili bir resimdir.

Milli şuur bu seviyede olduğu için, çakmakçı Sait tekel büfesi işletiyordu, sütçü imam müftüydü desen, pek itiraz eden olmaz.

Pek itiraz eden olmadığı için mesela, asrın liderimiz Kahramanmaraş’tan bahsederken “sütçü nine’nin diyarı” demişti.

İmam’ı nine yapmıştı.

Sütçü İmam Kahramanmaraş’taydı ama, Nene Hatun tee Erzurum’daydı, katıldıkları savaşlar bile farklıydı, direndikleri düşman bile farklıydı, iki kahramanlık arasında 42 yıl vardı.

E, baktı ki, itiraz eden olmuyor...

Zart diye kararname yayınladı.

Sütçü İmam Üniversitesi’ne rektör atadı.

Ertesi sabah, zurt diye bir kararname daha yayınladı.

Sütçü İmam Üniversitesi’ne “sehven rektör” atandığını açıkladı.

Meğer, rektörün aslında Sütçü İmam Üniversitesi’ne değil, Kahramanmaraş İstiklal Üniversitesi’ne atandığı ortaya çıktı.

Bu defa sütçü nine gibi şehirleri karıştırmamıştı, Kahramanmaraş’ı denk getirmişti ama, bu defa da üniversiteleri karıştırmıştı.

Aslına bakarsanız “sehven rektör” meselesi daha önce de yaşandı.

Asrın liderimiz zart diye kararname yayınladı, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi’ne rektör atadı.

Gelgelelim, Ayvansaray isminde üniversite yoktu!

Rektör, olmayan üniversitenin rektörü oldu.

Meğer, Ayvansaray üniversitesinin isminin Topkapı üniversitesi olarak değiştirildiği ortaya çıktı.

Hadi bakalım, zurt diye bir kararname daha yayınlandı, Ayvansaray Üniversitesi’ne sehven rektör atandığı, rektörün aslında Topkapı Üniversitesi’ne atandığı açıklandı.

Bu tür atamalar yapan asrın liderimiz, Sütçü İmam rektörünü hallettikten sonra Nene Hatun’un memleketi Erzurum’a gitti.

Herkesin yüreği ağzındaydı.

Acaba “nene imam’ın diyarı” filan der mi diye endişe ediliyordu.

Çok şükür ki, demedi.

Onun yerine “Erzurum’da havalimanı var mıydı?” diye sordu.

Kendi sorusuna kendisi cevap verdi, “yoktu ama şimdi var” dedi.

Gerçi, Erzurum’da 1966’dan beri havalimanı var, 1993’den beri de uluslararası uçuşlar yapılıyor ama, olsun.



Mutfaklarda fırın yoktu.

Buzdolabı yoktu.

Ambulansları köpekler çekiyordu.

Tomografiyi icat ettik.

Erzurum’a uçak getirdik.

Sütçü nine rektörü filan.



Bak usta...

Biz bile mecburen seninle yaşamaya alıştık ama, senin senle devam edecek halin kalmadı inan, ne bize eziyet et artık, ne kendine.