Eskişehir’i 24 yıldır yöneten Yılmaz Büyükerşen, CHP liderine “Zaman daraldı” dediğini söyledi:“ Aday açıklansın ki belediye başkanları da çalışma yöntemleri konusunda hazırlık yapsın. Milletvekili paylaşımı var ve bu sorunlu süreçtir.”


“... Gariptir, ben üç buçuk-dört yaşlarından itibaren yaşamımı hâlâ çok canlı olarak hafızamda saklıyorum. (Zamanı Durduran Saat/Yılmaz Büyükerşen/Nehir Söyleşiler/Cemalettin N. Taşçı/Doğan Kitap)”

1999 yılından bu yana Eskişehir’i yöneten Prof. Yılmaz Büyükerşen bugün 85 yaşında ve anıları da hayalleri de diri! 1937’de doğduğu “Köprübaşı” ya da “Bayatpazarı” semtinde yaşadığı yokluklar üzerinden yeni bir dünya inşa ettiğini üç günlük kısa ziyaretimde gördüm. Tatil arasında kızım ve eşimle birlikte Eskişehir’de gezmedik, görmedik yer bırakmadık dersem yalan olmaz. Aklımdan geçen de “Türkiye Eskişehir olursa nasıl olur?” sorusu oldu.

TÜRKİYE ÜÇ BÜYÜK ŞEHİRDEN İBARET DEĞİL

Eskişehir’e gidip de Prof. Yılmaz Büyükerşen’i görmemek olmazdı hatta röportaj yapmamak da! Büyükerşen’le söyleşi planlaması o kadar kolay olmadı. Çünkü odası dolu, ziyaretleri bitmiyor ve hep halkın arasında. Yanından hiç ayrılmayan Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanı Iraz Bayındır, yaşına rağmen temposu hiç düşmeyen hocayla o yoğunlukta o imkanı sağladı. Büyükerşen röportajın sonunda bir cümle kurdu: “Medyaya bir sitemim var. Türkiye, İstanbul, Ankara ve İzmir’den ibaret değil. Görseli de yazılısı da hepsi bu 3 şehirde dönüyor.” Araya girip,  “Türkiye’nin bütün şehirlerinde Eskişehir modeli uygulanmalı diyorsunuz” dediğimde de “Taraf tutmuş olurum” dedi.

KEMAL BEY BÜYÜK SORUMLULUK HİSSEDİYOR

Geçen çarşamba günü CHP’li 11 büyükşehir belediye başkanı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etti. O ziyarette Büyükerşen de vardı ve o ziyaretle başladık sohbete: “Kemal bey çok gayretli ve heyecanlı. Masayla ilgili çok büyük sorumluluk hissediyor. O sorumluluğun etkisi altında söyleyeceği her sözü ölçüyor, biçiyor. Kendisinin arkasında olduğumuzu 11 başkan olarak söyledik. Daha önce de söylemiştik.  Bizlerin yönettiği şehirlerin nüfuslarını toplarsan Türkiye nüfusunun yarıdan fazlasını teşkil ediyor.”

ADAY AÇIKLANMALI DEDİM ÇÜNKÜ ZAMAN KALMADI

“Ya adaylık konusu” dediğimde Yılmaz Hoca şu cümleyi kurdu: “İlk günkü gibi ketum. Altılı Masa yani Millet İttifakı ne karar verirse düşüncesinde.  Aday olup kazanırsa çok büyük hizmetler yapacağından eminiz.” Bir kez daha araya girme ihtiyacı hissettim ve “Biz bir açıklama yapalım. Adayımız Kılıçdaroğlu’dur diyelim” dediniz mi sorusunu yönelttim: “Ben o toplantıda adayın açıklanması gerektiğini söyledim. Artık açıklanması lazım. Zaman kalmadı! Düşünün kaç ay var...”

SORUNLU DÖNEM VEKİL PAYLAŞIMINDA OLACAK

Yılmaz Büyükerşen’in şu uyarısı da dikkat çekici:

“Masa toplanacak, milletvekili paylaşımları söz konusu olacak. Ki asıl sorunlu dönem o dönemdir. Bürokrasi nasıl paylaşılacak? Çünkü iktidar, kılcal damarlara kadar adamlarını yerleştirdi. Bu bürokrasi çok bozuldu. Bildiğimiz cumhuriyetin ilk dönemlerindeki bürokrasi değil. Evet, çözülecek çok sorun var daha seçimlere gitmeden. Onun için, biz 11 büyükşehir belediye başkanının, artık partimizin ve altılı masanın kararı üzerine belirleyeceği çalışma yöntemleri konusunda hazırlıklı olması lazım. Strateji belirlememiz lazım, neler yapacağız?”

SON REFERANDUMDAKİ GİBİ HATAYA DÜŞMEYELİM

Prof. Büyükerşen’den “seçimlerin önemini” anlatmasını istedim: “Çok kritik bir dönemeçteyiz. 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti çok önemli bir seçim yaşıyor. Evet, yeni bir yüzyıl. Yani yeni bir anayasa, tek adam yerine parlamenter rejim yani demokrasi seçimi. Türkiye’nin geleceğini büyük ölçüde ilgilendiren doğru kararları almak mecburiyetinde herkes. Bu mecburiyeti sağlamak için de bütün seçmenlere bütün siyasi partilerin üzerlerine düşen görevler var. Ne kadar irili ufaklı parti varsa birlikte halka gerçeği anlatmalı. Geleceğin ne olacağını doğru aktarmalı. Yani son yapılan anayasa referandumundaki duruma düşmeyelim. Anlatamadık o zaman bu sistemi ve yüzde 50 artı bir sisteminin getirdiklerini gördük. O da bizim için ders olmalı. Uyarım budur.”

 

Yokluk insanı yaratıcı olmaya zorluyor”: “Yokluk, insanı ihtiyaçlarını karşılamak için düşünmeye ve bir şeyler yapmaya, üretmeye zorluyor. Şimdi düşünüyorum da galiba bizim yaptığımız da oydu. Hakikaten, yokluk insanı yaratıcı olmaya zorlayan unsurların başında geliyor.” Yılmaz Büyü-kerşen, “Zamanı Durduran Saat” kitabında yokluk-yaratıcılık ilişkisini böyle anlatmış ve tecrübelerini paylaşmış. Bana da kitabı imzalatmak kaldı.

“Altılı Masa, Eskişehir’i model alıyordur diye düşünüyorum”


Yılmaz Hoca’ya üç günlük izlenimlerimi anlattım. Masal Şatosu’ndan Bilim Merkezi’ne, Modern Sanat Müzesi’nden Hamam Müzesi’ne, Odunpazarı’ndan Tepebaşı’na, Cam Üfleme Merkezi’nden Seramik Merkezi’ne, Atatürk’ün bir gece kaldığı Yeşil Efe Konağı’ndan 1. İnönü ve 2. İnönü’nün karargah olarak kullandığı Kurtuluş Müzesi’ne kadar... Sonra da sordum: “İktidar değişiminde yeni gelecek iktidara bir model var. Altılı Masa mesela Eskişehir’i model olarak almalı mı?” Büyükerşen önce güldü ve soruma şu yanıtı verdi: “Bence almalı da ben herhalde alıyorlardır diye düşünüyorum. Efendim o kadar ki; biz yalnızca o toprakları işlemek için kendilerine destek olmanın, yol göstermenin ötesinde bir şey yapıyoruz. Eğitim ve kültürel anlamında da yardım etmek zorundayız onlara. Mesela; çocukları şehre gelenler genellikle inşaat sektöründe işçi olarak çalışıp, yaz aylarında inşaatta yatıp kalkıyorlar. Her türlü sağlık ve doğal ortam yaratabilmek gerekiyor. O çocukları meslek sahibi yapmak zorundaydık ve meslek kursları açtık. Çünkü inşaat sektörü bir an durduğu zaman Türkiye’de işsizler çıkacak. Şehirlerde şimdilik inşaat sektörüyle gelişiyoruz. Gökdelenlerle falan filan yarışıyoruz...”

“Türkiye bir köprüden geçecek ve bunun bedeli geleceğimiz olacak”


“Nasıl bir cumhurbaşkanı olmalı?” soruma Büyükerşen’in yanıtı ders niteliğindeydi: “Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonu ve üzerine oynanan oyunların çok dikkate alınarak hareket edilmesi gerekiyor. Bir köprüden geçecek Türkiye. Köprülerden geçerken bir bedel ödeniyor ya... Bu bedel, Türkiye’nin geleceği olacaktır. Yani bu cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye’nin geleceğidir. Bu nedenle altını çiziyorum: Seçimler için Anadolu’yu dolaşıp, seçmenin büyük bir bölümüne hitap etmek çok önemli. Düşündüklerimizi ve nasıl bir Türkiye istediğimizi, nasıl bir geçiş süreci olacağını anlatmak gerekiyor. Yani zaman az ve aday daha önce belirlenmeliydi.”


Mumcu’nun bombalanan aracı ve Güldal Mumcu’yla bir gece


24 Ocak 1993’te suikast sonrası kaybettiğimiz gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun bombalanan aracının önündeyim. Mumcu’nun aracı 2013 yılına kadar Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün garajındaydı. 20 yıllık süre dolunca otomobil aileye teslim edilmek istendi. Uğur Mumcu’nun ailesi aracın Eskişehir’e getirilmesini istedi. Araç, boyanmadan, olduğu gibi parkta hazırlanan bölümde 2016’da sergilenmeye başlandı. Otomobilin içinde olduğu fanus, kırılmaz camdan. 27 Ocak akşamı da Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası, Saygun Filarmoni ve Eskişehir Polifonik Korosu, Uğur Mumcu’yu Anma Konseri gerçekleştirdi.  Şef  Rengim Gökmen tarafından yönetilen orkestra ve koro, Turgay Erdener’in, “Uğur Mumcu Kantatı” isimli eserini seslendirdi. Hüzünlü gecenin sonunda Güldal Mumcu ve CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’le sabaha karşı süren sohbetim oldu. Ne mi konuştuk? Belki bir gün Güldal Hanım anılarını yazar da (özellikle Cumhuriyet Gazetesi yılları) tarihe not düşer diyeyim. Ha bir not daha: Okumayanlar mutlaka Güldal Mumcu’nun “İçimden Geçen Zaman/um:ag Yayınları” kitabını okumalı. O zaman son sözü ustamız Uğur Mumcu’ya bırakalım: “Ben Atatürkçüyüm, ben cumhuriyetçiyim, ben laikim, ben antiemperyalistim, ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım, ben insan hakları savunucusuyum, ben terörün karşısındayım; ben yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın. Her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır.”