Şefkat yerine, küfür, hakaret, tehdit dili sardı her yanı... İktidarın yaptığı, ülke sorunlarına çözüm bulmaktan çok, hakaret edip, tehditler savurmak!

Önce, gerçekleri söyleyenler hedef tahtasına oturtuldu!

- Deprem sonrasının en hayati zamanı olan “ilk iki gün” boyunca, enkaz altında kalanları kurtarma çalışmaları yapılmamasını...

- Askerin bilinmeyen bir nedenle sahaya çok geç çıkartılmasını...

- İş bilmez, ehliyetsiz kadroların eleştirilmesini...

- Aradan iki hafta geçtikten sonra bile, depremzedelere yeterli çadır sağlanamamasını...

- Kış günü, enkazdan kurtuldukları halde soğuktan hastalanarak ölenleri...

- Günler sonra gelen yardımların dağıtımındaki kargaşalığı...

- AFAD’dan Aile Bakanlığı’na kadar, afetlere müdahale eden yöneticilerin ilahiyat mezunu çıkmasını eleştirenler... Hainlikle suçlanıp tehdit edildi.

İktidarın ortağı Devlet Bahçeli “Hesap sorulacak!” derken, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Şimdilik biz de not ediyoruz.” diye gözdağı verdi.

Aslında not etmesi, hesap sorması gereken, 85 milyon insanımızdı...

★★★

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere “Kızılay çadırları nerede?” diye soranlara AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küfür ve hakaretle cevap vermesi, inanın ki bir vatandaş olarak beni derinden üzdü.

Ülkemizdeki siyasetin dili böyle mi olmalı?

Böyle bir dille memlekette birlik ve beraberlik sağlanabilir mi?

Erdoğan’ın ağır sözleri siyaset tarihimize olumsuz, kötü bir örnek olarak geçecektir.

Partili Cumhurbaşkanı, Kızılay’ı eleştirenlere o kadar kızdı ki:

“Terbiyesiz terbiyesizliğini bırakmaz.” dedi ve şöyle bağırdı:
- Be ahlâksız!
- Be namussuz!
- Be adi!

Günde yaklaşık 2 buçuk milyon insana bu Kızılay yemeğini ulaştırıyor. Böyle vicdansızlık olur mu?”

Bu sözlerle toplum olarak, siyasette küfür ve hakaretin zirvesine ulaştık!

★★★

Ortaya dökülen aşırı sert ifadelerin, artan eleştirileri susturma, muhalif kanadı korkutup sindirme amacı güttüğü anlaşılıyor.

Oysa insanlar korku sınırını aşmış durumdalar! Eleştiriler büyüyor.

“Çadır yok, yardım hâlâ gelmedi” diyenleri namussuzlukla, hainlikle suçlamak hiçbir sorunu çözemez.

Ülkeye tehdit dili yerine şefkat dili hâkim olmalıdır!

“İsterlerse idam etsinler!”


Bugün depremin 20’inci günü...

Hâlâ ulaşılamayan köyler, kasabalar var!

“Bizi kurtarın” diye bağıran depremzedelerin sesi dinmiyor, feryatlar durmuyor...

Evet, 11 ili kapsayan deprem alanı çok büyük, mesafeler uzak ama ne olursa olsun, bu çağda yardımlar en ücra köylere bile ulaşmalıydı.

“Ay’a, uzaya gideceğiz... Petrol bulduk, doğalgaz yatakları keşfettik. Ekonomimiz güçlü... Dünya bizi kıskanıyor!” diyen bir iktidarın, felakete uğrayan insanları çadırsız bırakmaması gerekirdi.

Eleştirileri hainlik, vicdansızlık olarak görüp hakaretler yağdırmak kimseye bir şey kazandırmaz.

Biz bu ülkede 85 milyon insan, birlikte yaşayacağız. Depremin yaralarını milletçe sarmak zorundayız.

Vatandaş, devlet büyüklerinden hakaret değil, şefkat bekliyor.

★★★

Dünkü Korkusuz Gazetesi’nin birinci sayfasında, depremde evi yıkılan ve iki torunu ölen Kahramanmaraşlı bir depremzedenin feryadı vardı.

Fotoğrafında, saçı-sakalı ak pak olduğu görülen yaşlı adam şöyle feryat ediyordu:

“Ben ne yapacağım bu 10 bin lirayla? Gelsin geri iade edeyim. Benim iki torumun öldü. Evim yerle bir oldu. Hani devlet büyüktü, dünya lideriydi, nerede? Bir çadırla sorun bitecek mi? Tuvalet yok, banyo yok. Su yok. Elektrik yok. Nerede devlet? İsterlerse beni idam etsinler... Açık açık söylüyorum. Diyarbakır, Urfa, yardımlar hep oralardan geldi. Devlet buraya gelmedi.”

GÜNÜN SÖZÜ


Öfke, kin ve nefretini yenmeden, gönüllerin efendisi olamazsın!