Yine, tartışma konusu açmak istiyorum. İki nedenle:

Bir, bunları yapmak zorundayız ki, “derine kazabilelim!” Yoksa, laf sokma kolaycılığına esir düşeceğiz!

İki, bazı kavramlar konusunda kafalar karıştırılıyor. Açayım:

Önce soru:

Devletin başına mı Cumhurbaşkanı seçeceksiniz?

Ülkenin başına mı Cumhurbaşkanı seçeceksiniz?

-“İkisi de benzer değil mi” demeyiniz.

Devleti yönetmek ile ülkeyi yönetmek özünde birbirinden farklı: Devleti yöneten bir iktidar, ülkeyi yönetemeyebilir!

AKP’nin temel sorunu bu değil mi aslında; devleti yönetince, ülkeyi yönettiğini sanıyor!

Özel sektör, sivil toplum kuruluşları, kişiler gibi devlet yönetim organları dışı ile hep çatışma halinde olması bundan! Otoriterliğin esası da bu...

Ülke yönetimi daha kapsamlı. Bunun içinde sadece devlet, insan kaynakları/ iş gücü değil, toprak, ağaç gibi milli servet de var.

Ki bu aynı zamanda vatandaşların refahıyla ilgili...

Refah deyince akla hemen “para” gelmesin, adalet, özgürlük de bununla ilgili...

Keza, temiz hava-temiz su da refah ile ilgili...

Bunlar ancak ideal ülke yönetimi ile olur.

★★★

L. Doğan Tılıçbenim gazetecilik öğretmenlerimden. (Sonra akademiye geçiş yapıp “Prof” olup daha çok öğrenci yetiştirmeye başladı. Diğer öğretmenim Metin Özuğurluda üniversiteye geçip “Prof” olup benzerini yapıyor.)

Sovyetler Birliği’nin dağıldığı günlerde; Tılıç’a sordum, “şefim, Sovyetler niye yıkıldı?”

Yanıtını unutmadım; “muhalefeti olmayan sistem yıkılmaya mahkumdur.”

Bu, devlet ile ülke yönetimi arasındaki farkın tek cümlelik özetidir...

Gücü ve yetkileri tek elde toplayan, hesap vermez iktidarlar, başına geçtiği devlete kendince “kutsiyet” verip, katılımcı ve uzlaşmacı yolları tıkıyor. Devlet organlarını muhalefeti ezmenin aracısı yapıyor. (“Ahmak” sözü üzerinden İBB Başkanı İmamoğlu’na -Cumhurbaşkanı adaylığının önüne geçmek için- siyasi yasak getirmesi gibi!)

Devletin organları, mevcut iktidarın çıkarı için yoktur.

Devlet, -gücünün kaynağı- halkın faydası için vardır...

★★★

Faşist Mussolini’nin parti sembolü “balta”/ fasces idi. “Faşizm” kelimesi buradan gelir.

Parti sloganının üç kelimesinden biri “itaat et”/ obbedire idi. Tek çetin güç vardı; sorgusuz sualsiz itaat edilen otoriter üstün lider...

Bunu hatırlamamın sebebi baştaki devlet-ülke ayrımı sorularım:

Sadece AKP iktidarı değil, bu “pencereden” CHP’ye de bakmak lazım değil mi?

Kırk yıllık neoliberalizm arkasında büyük çöküntü bıraktı. Bu vahşi ekonomi-politik sistem ile 2008 yılında türbülansa giren -İtalya gibi- Batı’da, devlete olağanüstü güç atfeden “faşist partilerin” iktidara tekrar gelmeye başlaması tesadüf değil...

Konunun bamteli burası:

Türkiye’de neoliberalist liboş dönekler, “devletçi” ,“ulusalcı” her grubu aynı kefeye koyarak, “faşist” - “müesses nizam” gibi algılarla düşünce karışıklığı yaratıyor! Mesela, CHP’den “ulusalcıların tasfiyesini” alkışlıyor! “Yeni CHP”yi çok seviyorlar...

Devlet ile ülke yönetim farkını bu nedenle yazdım, suyu bulandırıyorlar.

-Fark, kamu kaynaklarının liderin partisine, küresel ağababalara değil, halkın hizmetine sunulmasından kaynaklanıyor.

-Fark, yapısal krizden çıkışın yükünü kimin üstleneceğinden kaynaklanıyor. Öyle ya, aralıksız son 76 yıldır bütçe açığı yükünü halk omuzluyor...

Evet mesele, kimin yararı için iktidar olunacağıdır.

Ulusalcılar, halkçıdır. İtibariyle, CHP’deki ayrılık:

-Başarısız neoliberalizmi tamir etmek isteyen sağcılar ile neoliberal sistemi değiştirmek isteyen devrimci halkçılar arasındadır...

Ulusalcılar, dogmatik devletçilik değil, halka refah sağlayıcı demokratik ülke yönetimi istemektedir...

Faşist “itaat et” buyruğuna karşı, “yaşasın muhalefet” diyendir CHP’li ulusalcılar...