Geçtiğimiz günlerde, aralarında bir milletvekilinin de bulunduğu dört kişi, koruma altındaki yaban keçilerini avlarken yakalandı. Gerçekten inanması güç ve aynı zamanda utanç verici bir olay. Milletin vekili olarak seçilen birinin, yasalara herkesten çok uyması gerekirken kaçak avcılık yapması, halka ihanettir. Yasalara uymayan, doğaya zarar veren birinin ülkeye faydası olabilir mi?
Neyse ki yakalandılar. Yaptıkları utanç verici suçun cezası olarak toplamda 1,3 milyon TL para cezası kesilmiş.
Aslında sorun sadece kaçak avcılık değil, avcılığın ta kendisi! Tarım ve Orman Bakanlığı'nın Mersin, Hatay, Niğde ve Kayseri gibi illerde yaban keçisi avını teşvik etmek amacıyla av turizmi adı altında ihale açması da bu zavallı hayvanların yok edilmesinin bir nedeni.
Nesli tükenmekte olan ve uluslararası sözleşmelerle koruma altında bulunan dağ keçilerinin katledilmesi nasıl kabul edilebilir? Bir yandan doğa koruma projelerinden bahsedilirken, diğer yandan bu tür ihalelerin yapılması gerçek bir çelişkidir.
Avcılığın, yani bir canı almanın nasıl bir zevk, hobi ya da "spor" olarak görüldüğünü anlamak mümkün değil. Hayatta kalma mücadelesi dışında, her ne maksatla olursa olsun avcılık cinayettir!
Sivil toplum kuruluşlarının, avcılığın tamamen yasaklanması için yürüttüğü kampanyaları desteklemeliyiz. Doğa, hepimizin olduğu kadar gelecek nesillerin de hakkıdır.
AVRUPA'NIN ÇÖPLÜĞÜ OLMAK
Türkiye, son yıllarda dünyanın plastik atık çöplüğü hâline gelmiş durumda. Özellikle Çin’in 2018 yılında plastik atık ithalatını yasaklamasının ardından Avrupa’nın çöpleri Türkiye’ye akmaya başladı. İngiltere, Almanya, Belçika, Hollanda ve İtalya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, tonlarca plastik atığını ülkemize gönderiyor.
Avrupa Birliği'nin 2023 yılı verilerine göre, Türkiye’ye yalnızca AB ülkelerinden 456 bin 507 ton plastik atık gönderildi. Yani Türkiye; Malezya, Endonezya ve Vietnam gibi ülkeleri geride bırakarak dünyanın en büyük plastik atık ithalatçısı oldu.
Greenpeace’in raporlarına göre, Adana’da plastik atıkların kontrolsüz şekilde depolandığı bölgelerde topraktaki kanserojen madde oranı normalin 400 bin katına çıkmış durumda. Bu atıkların bir kısmı ya doğrudan toprağa gömülüyor ya da yasadışı yollarla yakılıyor. Yakma işlemi sonucunda çıkan zehirli gazlar, doğayı ve insan sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor.
Çevreye ve insan sağlığına verilen bu zararın faturasını da Türk halkı ödüyor. Plastik atıklar yalnızca toprağı zehirlemiyor; tarım ürünlerinden içme suyuna, soluduğumuz havaya kadar her noktada kanserojen madde riski taşıyor. Avrupa, bu atıklardan "kurtulmak" için para ödüyor, Türkiye ise bu parayı alarak doğasını ve halkının sağlığını tehlikeye atıyor.
***
Singapur, sıfır atık hedefiyle dünyaya örnek olan bir ülke. Plastik atıklar, yol yapımında kullanılabilecek ileri dönüşüm malzemelerine dönüştürülüyor. Çöpler, enerji üretmek için yakılıyor ve bu süreçte açığa çıkan zehirli gazlar filtrelenerek çevreye zarar verilmesi engelleniyor. Kalan kül, çimento üretiminde kullanılıyor. Sonuç? Neredeyse hiç çöp yok, çevre temiz ve ekonomiye katkı büyük.
Biz de bu tür yaklaşımları örnek almalıyız ancak bunun için büyük bir yatırım ve planlama gerekmekte. Oysa Türkiye, kendi çöpünü bile doğru dürüst yönetebilecek kapasiteye sahip değilken, başkalarının çöpünü taşıması hiç akılcı bir yaklaşım değildir. Kaldı ki Avrupa’nın çöpü, bizim yükümüz olmamalı.
Bu topraklar, gelecek nesillerin hakkıdır ve doğayı korumak, geleceği korumaktır!