Çalıştığım gazeteler, buralarda karşılaştığım insanlar, yaşanan olaylarla ilgili olumsuz bir şey dediğim, yazdığım görülmemiştir. Bana göre doğru olan, söyleyecek bir şeyin ve de kendine güvenin varsa çalışırken çık söyle. Orada söyleyemediğin şeyleri de kendine sakla.


Bir ilk olacak... Hürriyet gazetesinde yaşanan bir olaydan, daha doğrusu Aydın Doğan’ın bir soruya verdiği yanıttan söz edeceğim bugün!


Okullarda ders olarak okutulması gereken yanıtı da geleceğin gazetecileri için değil bizim umudumuz olması gereken ama her biri birbirinden dürdane siyasi partilerimiz için paylaşacağım.


Parti liderleri bu kıyağımı unutmasın.


Gazetelerde üst düzey görevlerde çalışmak öyle dışarıdan bakıp ‘ohh kebap’ demeye benzemez, zordur! İşin kendisi zaten deveye hendek atlatmakla eşdeğerken, patronla sık sık karşılaşmak ve onun zaman zaman pat diye söylediği, mideye taş gibi oturan gerçekleri sindirmek her babayiğidin harcı değildir!


Hürriyet gazetesinde 8.5 yıl falan çalıştım. 2014 yılına gidilirken o günlerde uykularıma da giren convergence (kesişmeden, bir noktaya bir sınıra doğru yaklaşma) seferberliği ilan edilmişti. Gazete ve internet haber sitesi ortak çalışacak, hızlarını, deneyimlerini, güçlerini ve özel yanlarını birleştirip ‘Hürriyet Dünyası’ olacaktı.


Birleşme oldu. İyi de başladı. Fakat benim bu meslekte öğrendiğim çok önemli bir teknik arıza(!) yüzünden yürümedi. Davul başkasının boynunda tokmak başkasında olmuyordu!


İyi denemeydi...


Fakat mevzu bu deneme değil. Gazetenin patronu Aydın Doğan’ın 2014 yılının başlarında, gazetenin orta yerindeki yazı işleri masasının etrafında toplanan en tepedeki yöneticisinden yazarına, muhabirinden çaycısına kadar onlarca çalışanın suratına bakarak söylediği sözler!


Aydın Bey gazeteye güler yüzle gelmiş, bir sandalye çekerek oturmuş herkesi etrafına toplamış, bahçedeki ağaçlardan söz ederek, “Bunları fidanken tek tek diktiğim günleri hatırlıyorum. Bir gün ailelerimizi de alarak onların altında piknik yapalım” demişti ki, biri “Patron gazeteyi nasıl buluyorsunuz” diye sordu!


Derin bir sessizliğe ve buz gibi bir hava esmesine neden olan yanıtı unutmadım...


“Gazete mi? Çok kötü gazete yapıyorsunuz! Beğenmiyorum! Fakat diğerleri o kadar kötü gazete yapıyor ki, bizim gazete iyiymiş gibi görünüyor...”


Aydın Doğan, bahçesinde ailelerimizle birlikte piknik yapalım dedikten 3.5 yıl sonra gazeteyi ve tüm medyayı satıp çıktı oyundan!


***


Şimdi diyeceksiniz ki siyasi partilerle ne ilgisi var bu olayın?


Var, hem de bire bir ilgisi var.


14 Mayıs milletvekili seçimlerinde 55 milyon 833 bin 153 oy kullanıldı. Yüzde 94.2’si AKP, CHP, MHP, İYİ Parti, YSP ve YRP arasında paylaşıldı. Kalan yüzde 5.8 ise seçime katılan diğer 18 partiye gitti. Oy pusulasının boyu 1 metreydi. Çünkü demokrasi ile yönetildiği iddia edilen memlekette pusulaya giren 24 siyasi parti vardı.


Sonuç?


Mal meydanda ama...


ASAL Araştırma ‘bu pazar seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz’ diye sormuş büyükşehirlerde yaşayan binlerce insana.


Oy oranları 14 Mayıs’a göre ‘bir tık’ düşse de ilk altı parti sıralaması şöyle... AKP, CHP, MHP, İYİ Parti, HDP, YRP!


Yani seçimden bu yana geçen üç ay içinde yenilen onca zam kazığına, verilip tutulmayan çuvalla söze, ayazda bırakılmaya rağmen değişen bir şey yok.


Peki nasıl oluyor bu?


AKP memleketin en güvenilir partisi mi? Sorun çözücü vekiller onlarda mı? En yetenekli, sözünün eri, halkı kandırmayan, yanıltmayan, dürüst idareciler bu partide mi? En demokrat onlar mı? En süper propaganda uzmanları onlara mı çalışıyor da ahali ne olursa olsun oyum AKP’ye diyor?


Vekilleri, idarecileri kendi başlarına karar vermeyi yıllar önce unuttu. Tek adamdan gelecek işarete bağlılar. Kabul edin denilene evet, kabul etmeyin denilene hayır diyorlar. O faizi indir derse bakan indiriyor. Başka çare kalmadı faizi az az arttır dediğinde ise başka bakan faizi arttırıyor. Haram sayılırken, aniden mübah oluyor her şey!


Gel gelelim öbür partiler o kadar kötü yönetiliyor ki demokrasi ile taban tabana zıt olsa bile tek adamın partisi her seçimde, her ankette açık ara birinci çıkıyor.


Şimdi anladınız mı Aydın Doğan’ın lafını neden paylaştığımı!