Bugün sizlerle uzun süredir gizli tutmak zorunda kaldığım bir haberi paylaşmanın heyecanını yaşıyorum. Uluslararası Basın Kurulu, kaleme aldığım yazılar nedeniyle beni “Toplumsal Sorumlulukta En Etkili Yazar” ödülüne layık gördü. Özellikle kadın hakları, eğitim, çevre ve hayvan hakları gibi alanlarda gösterdiğim duyarlılığın, yalnızca Türkiye’de değil, yurt dışında da dikkatle takip edildiği ifade edildi.
Ödül töreni önümüzdeki ay Avrupa’da gerçekleşecek. Yazılarımın sesini duyan, hisseden ve sahip çıkan herkes için anlamlı bir ödül bu…
Ayrıca bünyesinde çalışmaktan onur duyduğum Sözcü Gazetesi’nin 'Devlete En Sadık Yayın Organı' ödülünü alması da göğsümüzü kabartan diğer bir olay.
Jüri kararı oy birliğiyle alındı. Gerekçe olarak da “eleştirmekten asla vazgeçmeyerek devlete ayna tuttuğu” vurgulandı. Törene katılan devlet büyüklerimiz göz yaşlarını tutamadı, bir yetkili mikrofona şöyle dedi: “Sözcü olmasaydı kendimizi nasıl sorgulayacaktık?”
Ve şimdi takvimlere bakalım... Evet, bugün 1 Nisan. 1 Nisan şakası bu kadar mı inandırıcı olur dersen… Evet, bu kadar olur!
Şakalar böyle masum ve eğlenceli oldukça kimseye zararı yok, gülüp geçiyoruz. Ama işin içine aldatmak ya da kandırmak girdi mi, o zaman durum değişiyor. Türkiye’de Nisan 1 şakaları da tıpkı bizler gibi duygusal: Kimi zaman güldürür, kimi zaman düşündürür. Bazen biri öyle bir şaka yapar ki, gerçek sanıp kalp krizi geçiren de olur, alınıp darılan da...
Nisan 1, aslında biraz da toplumun mizah anlayışını gösteren bir ayna. Kimi ülkelerde sade ve zarif bir espri anlayışı hâkimken, Türkiye’de genellikle “gerçek olabilir mi?” hissi üzerinden ilerliyor şakalar. Belki de bu yüzden her yıl 1 Nisan sabahı birbirimize şüpheyle bakıyor, her söyleneni iki kez sorguluyoruz. Ama ne olursa olsun, bir günlüğüne bile olsa gülebilmek, hayatın ciddiyetine kısa bir mola vermek hepimize iyi gelir diye düşünüyorum.
Hem zaten bu ülkede her gün yaşananlar arasında gerçek ile şaka arasındaki farkı anlamak bazen 1 Nisan’dan çok daha zor değil mi? Her gün, aklımızla dalga geçiliyormuş gibi hissetmiyor muyuz? Gerçekle yalanın, mizahla manipülasyonun iç içe geçtiği bir düzende, neyin şaka neyin gerçek olduğunu ayırt etmeye çalışmak, her gün yeniden 1 Nisan yaşamak gibi bir şey.
1 Nisan, dünya genelinde insanların birbirlerine zararsız şakalar yaptığı, neşeli ve eğlenceli bir gündür. "Şaka Günü" ya da "Aptallar Günü" olarak da biliniyor. Neden 1 Nisan derseniz…
Rivayet odur ki, 16’ncı yüzyılda Fransa’da takvim reformu yapılınca, yılbaşı 1 Nisan’dan 1 Ocak’a alınmış. Ancak bu değişikliği bilmeyen ya da kabul etmeyen insanlar, aynen 2005 yılında paramızdan atılan sıfırları kabullenemeyip hâlâ bin yerine milyon; milyon yerine milyar diyenler gibi, 1 Nisan’da kutlama yapmaya devam edenlere “Nisan aptalları” denilmiş ve zamanla 1 Nisan’da şaka yapmak, bir geleneğe dönüşmüş.
1 Nisan şakası deyince, dünyada öyle yaratıcı örnekler var ki… Mesela 1957’de BBC, İsviçre’de spagetti ağaçlarında hasat yapıldığını gösteren bir haber yayınlamış. Evet, yanlış okumadınız: “spagetti ağaçları”. O gün yüzlerce kişi BBC'yi arayıp “tohumunu nereden bulabiliriz?” diye sormuş.
1976’da yine bir başka 1 Nisan sabahı, bir İngiliz gök bilimci çıkıp “Plüton ve Jüpiter’in hizalanması nedeniyle yer çekimi azalacak, tam 09.47’de zıplayanlar havada asılı kalacak” demiş. Binlerce kişi saatini kurup bu deneyimi yaşamak için zıplamış. Tabii havada kalan tek şey beklentiler olmuş.
Bir de gazetelerin hayal gücü sınırlarını zorladığı örnekler var. The Guardian, noktalı virgül şeklindeki adalardan oluşan uydurma bir ülkeyi tanıtmış: San Serriffe. İnsanlar "vize nasıl alınır?" diye aramaya başlamış. Paris’te Eyfel Kulesi’nin Disneyland’a taşınacağı, Londra’da Big Ben’in dijital saate çevrileceği gibi haberler de şaka sınavını başarıyla geçenlerden.
Bizde de Anadolu Ajansı boş durmamış; Taksim’de doğalgaz bulunduğu, hamileliğin 5 aya indiği ya da Dünya’ya benzeyen yeni bir gezegenin keşfedildiği gibi haberlerle 1 Nisan geleneğine katkıda bulunmuş. Taksim'deki doğalgazı duyan bazı medya organları, yetkililere ulaşmak için canhıraş bir teyit çabasına bile girmiş.
Demem o ki, mizah zekâ ister. Çünkü kandırmakla gülümsetmek arasında çok ince bir çizgi vardır. Önemli olan, o çizgide düşmeden yürüyebilmek. Gerçi biz zaten öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bazen gerçek şaka gibi, şaka sanılanlar ise fazlasıyla gerçek…