Hamas 7 Ekim 2023 saldırısını yaptığında bir terör örgütüydü ancak İsrail’in verdiği yanıt öylesine insanlık dışı bir boyuta ulaştı ki onu artık bir terör örgütü olarak nitelemek doğru bir yaklaşım olmaz, tabii yeniden güçlenme şansı bulabilirse…

Anılan saldırının İsrail’in güvenlik zaafından mı yoksa bilerek bu eyleme yol vermesinden mi kaynaklandığı tartışması devam edecektir.

Ancak şu husus tartışmaya kapalıdır: Yaptığı saldırının insanlık adına kabul edilmesi mümkün değildi ve kendisinin imhasına yol açtı.

Yaptıkları hareketin nelere yol açacağını hesaplama nosyonundan yoksun liderlerin varlığı toplumlar adına berbat bir durumdur.

Hamas liderliği bunun tipik örneği olmuştur. Hem lider kadrosunu hem beş tugay kadar kuvvetini kaybetti hem de halkının perişan olmasına yol açtı. Böyle liderlik olmaz!

O gün İsrail haklı bir karşı koyma hakkına sahipti. Bir terör örgütüne karşı koyması ve sınırlı bir sindirme harekâtına girişmesi tamamen meşru idi. Ancak esas amacı terör saldırısına cevap vermek yerine Gazze Şeridini Filistinlilerden arındırma hedefine yöneldi. Bu stratejinin doğal sonucu olarak sivilleri gözü kara bir şekilde imha etmekten geri durmadı.

Bu, geçmişte atalarının maruz kaldığı soykırım suçunu işlemek demekti ki Uluslararası Adalet Divanı’nın yürüttüğü davanın öznesi olmasına yol açtı. İsrail ayrıca işlediği savaş suçlarından dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soruşturulmaktadır.

Sonuç olarak belki Gazze’de istediklerinin önemli bir kısmını elde etti ama yarattığı yıkım gelecek yüz yıllara kötü bir miras bıraktı.

Netanyahu yönetimi dünyanın her yerinde yakın gelecekte Musevilerin terör eylemlerine hedef olmasına yol açacak bir durumu neden oldu.

Çatışmaların analizi açısından yüksek teknoloji ve istihbaratın önemine vurgu yapmak lazım. Silah ve donatım açısından kendi kendine yeterli olmak hayati öneme sahiptir. Dökme suyla değirmen dönmez. Bunu hem Hamas hem de Lübnan Hizbullah’ı için söylemek mümkün.

İsrail savaşçı bir halk, devlet yapısı savaşmaya elverişli, ordusu eğitimli, disiplinli ve ileri teknolojiyle donanmış durumda.

Ancak arkasında ABD ve kısmen de Batı olmasa yaptıklarının yarısını yapamaz. Dolayısıyla işlenen savaş suçlarına bir ölçüde ABD ve destek veren Batılı yönetimler de ortaktır. Belki bu konuda tek umut kaynağı Batılı ülke halklarının yönetimlerinin tersi bir tutumu benimsemiş olmalarıdır.

Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler son derece yetersiz kalmıştır. Yeni bir uluslararası düzen arayışı kaçınılmazdır.

Netanyahu iç ve dış dinamikler açısından savaşı genişletme arayışındadır. İran’da Haniye ve Lübnan’da Nasrullah suikastları yanında Hizbullah’a karşı giriştiği askerî harekât bunun yansımasıdır. Ayrıca Suriye’yi bombalamaktan geri durmamaktadır. ABD’de yapılacak başkanlık seçimine kadar, seçim atmosferinden yararlanmayı amaçlamaktadır.

İsrail Gazze’yi ülkesinin bir parçası haline getirinceye; Lübnan’da gücü ölçeğinde kendisine bir tampon bölge işlevi görecek kadar arazi kesimini ele geçirinceye kadar doğrudan savaşını sürdürecektir.

Gücü yeterse Lübnan’da Litani Nehri askeri hedeftir ama kontrolü zor olacağı için uzun vadede ele geçirmeyi amaçlayabilir. İran’a yönelik savaşını ise dolaylı bir stratejiye dayandıracaktır.

İran iki defa (Nisan ve Ekim) İsrail’e düzenlediği SİHA ve füze saldırısıyla itibarını korumak, halkına moral vermek, teknoloji seviyesini göstermek istemiştir. Bütün bunlara rağmen iç barışının zayıflığı, ekonomisinin durumu itibariyle İsrail ile uzun süreli bir savaşa girmeyecektir. Zaten nükleer güç olmadan savaşı göze alamaz, halen yürüttüğü vekâlet savaşını sürdürecektir.

Savaşın en önemli sonuçlarından biri de İbrahimi Anlaşmalarının rafa kaldırılmış olmasıdır ki ilerde Çin’in bölgesel etkinliğine kapı aralaması muhtemeldir.

Türkiye’nin İsrail-Hamas savaşına duyarsız kalması elbette mümkün değildi. Kalmadı da! Ancak siyasi iktidar ikili bir politika güttü.

Bir yandan İsrail ile ticareti sürdürdü, diğer yandan halk nezdinde itibarını ayakta tutmak adına İsrail’e sert bir söylemde bulundu. Kürecik radarını, İncirlik üssünü kapatmayı da hiç düşünmedi. Türk halkının İsrail’e duyduğu tepkiyi dinî boyuttan insanî boyuta taşıyamaması da dikkate değer bir husustur.

Son olarak, Netanyahu’nun gözünü vatan topraklarına diktiğine ilişkin CB Erdoğan tarafından dillendirilen görüşün kendisi adına talihsizlik olduğunu belirtelim ve bunun gerçek bir tehdit değerlendirmesi yerine içerde yaşanan hassas dönemin ihtiyaçlarından kaynaklandığını kaydedelim.

Sıkça vurgu yapılan Arzı Mevud’a gelince… Bu alanın nereleri kapsadığı tartışmalı olsa da, bazı söylemlerde sınırlarının kuzey ucu Harran’a dayanmaktadır.

İsrail’in gücü bu bölgeleri doğrudan kontrol etmeye yetmeyeceği gibi Türkiye’yi de kendisine düşman yapacak akıldan yoksun değildir. Her ne kadar bir din devleti olsa da hedeflerini tamamen reel politik belirlemektedir.

AKP iktidarının Suriye politikası maalesef yaşamsal bir tehdidin doğmasına neden olmuştur. Anılan ülkenin bölünmesi durumunda PYD’nin devletleşmesi, Irak kuzeyiyle birleşmesi İsrail’e doğrudan komşu yeni bir yapının ortaya çıkması demektir.

PYD ABD’nin aparatı olduğu kadar İsrail için de kullanışlı vasıtadır. O halde yapılması gereken Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasi birliği ve mevcut devletin egemenliği için samimi olarak mücadele etmektir.