Ortadoğu’da gerilimi artıran ABD ve İsrail destekli saldırılar Türkiye’yi ne ölçüde etkileyebilir? Emekli Tümgeneral Rafet Kılıç tüm senaryoları ve olası sonuçlarını SÖZCÜ’ ye anlattı.

Emekli Tümg. Rafet Kılıç, Ortadoğu’daki gelişmeleri SÖZCÜ Medya Grubu Ankara Temsilcisi 
Saygı Öztürk”e değerlendirdi.

İsrail’in Gazze’de başlayan, Lübnan ve İran’la devam eden saldırılarıyla Ortadoğu’daki savaş genişliyor. Görevi gereği Suriye, Kuzey Irak ve İran’daki gelişmeleri yakından izleyen ve geçen yıl emekliye ayrılan Tümgeneral Rafet Kılıç, “Suriye’nin İdlib bölgesinde, daracık bir alanda, önemli bir kısmı terör iltisaklı 4 milyona yakın insan yaşıyor. Bunlar, istenildiği zaman Türkiye’ye karşı yeni bir ‘göç dalgası’ oluşturabilecek ve ülkemize karşı bir koz olarak kullanılabilecek şekilde yedekte bekletiliyor” uyarısında bulundu.

İran’ın İsrail’e 1 Ekim’de yaptığı füze saldırısı sonrasında bölgede yaşanması muhtemel gelişmeler ve Türkiye’ye etkisi konusunu kritik görevlerde bulunmuş emekli Tümgeneral Rafet Kılıç’la konuştuk. Kılıç SÖZCÜ’nün sorularını şöyle cevaplandırdı:

KURGULANMIŞ TİYATRO

■ İran’ın İsrail’e füze saldırısı sonrasında bölgede yaşanması muhtemel gelişmeler ve Türkiye’ye etkisi ne olabilir?

- 1 Ekim 2024 tarihinde İran’ın İsrail’e 200 kadar füze atışıyla yaptığı saldırı ile ilgili değerlendirmeyi çok gerilere gitmeden 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı saldırı ile yapabiliriz. Hamas’ın ne maksatla yaptığı tam olarak anlaşılamayan bu saldırı ile Büyük Ortadoğu Projesi ve ‘Arzı Mevud’ olarak bilinen ‘Vaat Edilmiş Topraklar’ kapsamında Büyük İsrail’in kurulması süreci hız kazandı. İsrail saldırıları sonucu bugüne kadar çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere 41 bin 700 Filistinli katledildi, 96 bin 650 kişi yaralandı.

1 Nisan 2024 tarihinde, İsrail’in F-35 savaş uçaklarının Şam’daki İran yerleşkesine yönelik ateşlediği füzeler ile çok sayıda İranlı’nın öldürülmesine gecikmeli yanıt 13 Nisan akşamı verildi. İran’dan 300’den fazla kamikaze dron, balistik ve seyir füzeleri fırlatıldı. Kaç saatte İsrail’e ulaşacağı, ne zaman düşeceği detayları da canlı yayınlarla takip edildi.

İsrail’in Gazze planını uygulamaya devam edebilmesi için uygun zemin yaratacak İran’ı manipüle eden Suriye saldırısı bana göre kurgulanmış ve titizlikle uygulanmış bir tiyatro oyununa da benzetilebilir. Ertesi gün, İran’ın 13 Nisan’da söz konusu saldırıyı önceden ABD’ye bildirdiği, hatta misilleme dozajının aşılmaması konusunda neredeyse mutabakat sağlandığı anlaşıldı.

İRAN, AYNI İRAN DEĞİL

■  İran neden İsrail’e en zor zamanında nefes aldıracak böylesine bir oyunun en nemli aktörlerinden birisi oldu?

- Bizim bildiğimiz, Siyonizm’e karşı mücadele yürüten İran ile şu anda sahnede rolünü oynayan İran aynı İran değil. 1979’da İran’da bir ‘İslam Devrimi’ gerçekleşti ve İran İslam Cumhuriyeti mollaların yönettiği teokratik bir devlet haline geldi.

Devrimin ilk günlerinde dinî lider Ayetullah Humeyni tarafından 1979 yılında İran Devrim Muhafızları Ordusu kuruldu. İran Anayasası’na göre iç düzeni sağlanması, devrimin korunması ve ‘sapkın hareketlerin’ önlenmesi ile görevlendirildi. Oluşturulan bu yeni ordu, dünyanın en eski ordularından birisi olan İran Ordusu’nun etkinliğinin zayıflamasına da yol açtı.

Aslında İran; son 45 yılda yaşadığı değişim ile ne kadar köklü, tarihi kültürel bir devlet ve millet olsa da; demokrasiden, hukuktan, adaletten uzaklaşan ülkelerin ne duruma geldiklerinin/geleceklerinin de çok bariz, ibretlik bir örneğidir.

OLTAYA TAKILMIŞ BALIK GİBİ

■ Hamas Siyasi Lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Lübnan’da öldürülmesi ile İsrail ve İran arasındaki kriz bir savaşa doğru mu evriliyor?

- 31 Temmuz 2024’te Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın göreve başlama törenine katıldıktan sonra Tahran’da suikasta kurban gitti. İsrail, 27 Eylül 2024’de, Beyrut’ta Hizbullah’ın kalesi olarak nitelendirilen Dahiye Bölgesini çok sayıda hava saldırısıyla hedef aldı. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah öldürüldü. 27 Eylül 2024 tarihindeki İsrail saldırısından sonra İran’ın cevabının ne olacağı merakla beklenirken, 1 Ekim günü ABD kaynaklarından ilk işaretler dünya ile paylaşıldı. Yine tüm dünyanın canlı olarak izlediği 200 üzerinde İran füzesi İsrail’i hedef aldı. İran saldırı sonrasında yaptığı açıklamalarla bir karşılık verilmemesi durumunda saldırının devamının olmayacağını açıkladı.

İran ve ABD-İsrail kaynakları farklı açıklamalar yapmış olsalar da aslında bu saldırıdan sonra İran, ABD ve İsrail’in oltasına takılmış bir balık pozisyonuna düşmüş durumda. Gelinen aşamada İsrail tarafından İran’a gerekli karşılığın verileceği açıklamaları yapılsa da önümüzdeki süreci şekillendirecek olan ABD’nin tutumudur. Bunu da 5 Kasım Başkanlık Seçimleri çerçevesinde değerlendirecektir. Ancak bu saldırının bölgesel bir savaşa dönüşmesi hatta İran’la yakın ilişkileri olan Rusya başta olmak üzere diğer küresel güçlerin de müdahil olabileceği karmaşık bir hale gelme riski de bulunuyor.

TÜRKİYE’NİN PAYINA DÜŞEN

■ Yaşadığımız bu süreçten en fazla etkilenen veya etkilenecek ülkelerin başında da Türkiye’nin geldiğini söylemek mümkün mü?

- Bu sürecin en fazla etkileyeceği ülkelerden bir tanesi de maalesef Türkiye’dir. ABD tarafından 1997 yılında uygulamaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi ile 1916 tarihli Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören Sykes-Picot Antlaşması tekrar gözden geçirilerek; din, ırk ve mezhep esaslarına dayalı 30’dan fazla devlet/devletçik daha ortaya çıkarılmış olacaktı.

Bu planda Türkiye’nin payına düşen; İran, Irak ve Türkiye’den koparılacak bölgelerde sözde ‘Büyük Kürdistan’ devletinin kurulmasıydı. Türkiye’nin güneyinde ‘Suriye’de Kürt Devleti” görünümünde, gerçekte PKK/PYD terör devleti kurulmaya çalışılmaktadır. Bu sayede Türkiye, Irak ve İran’da kurulması planlanan sözde ‘Kürt Devleti’nin’ daha da büyütülerek Türkiye’nin güneyinin iyiden iyiye kuşatması planlanıyor.

Hatta ABD, sözde DAEŞ ile mücadele eden ve sayısı 70 binlere ulaşan Suriye’deki PKK/PYD terör ordusuna her yıl bütçesinden düzenli olarak 100 milyonlarca dolar ayırıyor. Bölgedeki bölücü terör örgütü mensuplarını silahlandırmakta, ortak tatbikatlar düzenlemekte ve sözde mezuniyet törenlerine üst düzey üniformalı askerleri ile katılım sağlıyor.

SURİYE’DE NÜFUS DEĞİŞTİRİLDİ

Bu planın hayata geçirilebilmesi için Suriye’nin kuzeyindeki demografik yapının da Araplar aleyhine değiştirilebilmesi gerekiyordu. Türkiye’ye milyonlarca Suriyeli’nin göç ettirilmesini de bu kapsamda görmemiz doğru olacaktır. Bu sayede hem Suriye’nin kuzeyinde nüfus dengesi Kürtler lehine değiştirildi hem de Türkiye’nin özellikle güneyinde hatırı sayılır bir Arap nüfus oluşturuldu.

Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşturulması planı, Türkiye’nin müdahaleleri ile kısmen engellenmiş gibi görünse de, milyonlarca Suriyeli’nin Türkiye’ye göç ettirilmesi engellenemedi.  Ayrıca İran-Irak-Suriye sınırlarında kontrolün tam olarak sağlanamaması terörle mücadelenin uzamasına neden oluyor. İdlib bölgesi de, daracık bir alanda önemli bir kısmı terör iltisaklı 4 milyona yakın insanın zor şartlarda yaşadığı, istenildiği zaman Türkiye’ye karşı yeni bir göç dalgası oluşturabilecek ve Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanılabilecek şekilde yedekte bekletiliyor.

BU OYUNU NASIL BOZABİLİRİZ?

■ Bu kadar karamsar bir ortamda, Türkiye’nin ve TSK’nın izlemesi gereken yol nedir? Bu oyun nasıl bozulur?

Bana göre; dünyanın en kritik ve güzel coğrafyasında, bağımsız, üniter bir devlet olarak mevcudiyetimizi sürdürebilmenin olmazsa olmaz şartları bulunuyor. Öncelikle devlet olarak şunlar yapılmalı:

■ Demokratik, hukuk devleti normlarında şeffaf bir yönetim sergilerken, milli menfaatlerimizden taviz vermeyen bağımsız ve tutarlı bir politika izlemeliyiz.

■ Bağımsız dış politika izleyebilmenin kaçınılmaz şartı olarak, sağlam, kendi kendine yeten bir ekonomik yapıya ve güçlü bir orduya sahip olmalıyız.

■ Mensubu olduğumuz uluslararası kuruluşlarda, özellikle de NATO’da ağırlığımıza uygun politikalar geliştirmeli ve uygulamalıyız.

MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI NE YAPMALI?

"Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede, son yıllarda meydana gelen gelişmeler ve 3’ncü Dünya Savaşı olasılıklarının sıkça dillendirilmeye başlandığı ortamda; Milli Savunma Bakanlığı da şunları yapmalı:  

1- Milli menfaatlerimiz doğrultusunda, Dışişleri Bakanlığı ile koordineli olarak oluşturulan, politikaları destekleyecek askeri planlar yapılmalı/revize edilmeli ve uygulamaya hazır olunmalı.

2- Kuvvet Tasarrufu Prensibi’ çerçevesinde, halihazırdaki operasyon/harekât bölgeleri gözden geçirilerek kuvvet tasarrufu yapılabilecek bölgelere ilişkin düzenlemeler yapılmalı.

3- Irak’ın kuzeyinde son beş yılda yapılan başarılı operasyonlar sonrasında sağlanan kazanımlar pekiştirilirken, kazanımları tehlikeye sokabilecek gerçekçi olmayan, riski yüksek hamlelerden kaçınılmalı.

4- Ülkemizin üniter yapısının devamına yakın gelecekte yönelik en büyük tehlike, Suriye’de kurulması muhtemel bir PKK/PYD terör devletini engelleyecek, akılcı hareket tarzları geliştirilerek uygulanmalı.

5- Ülkemize kitlesel düzensiz göç hareketlerini engelleyecek gerekli ilave tedbirler kararlılıkla uygulanmalı.

6- Batı komşumuz Yunanistan’ın ABD’nin en büyük askeri üslerinden birisi haline getirilmiş olması dikkate alınmalı. Son 40 yıldır önceliğini terörle mücadeleye veren TSK’nın, konvansiyonel savaş kabiliyetini de zayıflatmayacak şekilde hazırlıkları pekiştirmelidir.

7- Güçlü bir ordunun, gelişmiş silah ve sistemlere sahip olması zorunluluğundan daha da önemlisi; inanmış, moral ve motivasyonu yüksek personele sahip olması gerekliliği unutulmamalı. Moral motivasyonu zayıflatacak gereksiz polemiklerden de kaçınılmalı."

Bugün, kahraman silahlı kuvvetlerimizde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demek de adeta suç görülüyor, bunun için soruşturmalar açılıyor. Atatürk, askerler için “Mektebi asli kıtadır” demişti. Üç yıllık teğmenlik döneminin bir yılı sınıf okulunda, iki yılı kıtada geçer. Onların heyecanı, görev coşkusu, başlama deneyimiyle işlediği küçük kusurlar görmezden gelinir. Onun için “Teğmendir, ne yapsa yeridir” sözleri sıkça kullanılır. Soruşturmada, asıl “Mustafa Kemal’in askeriyiz” demeyen ve sayısı çok az olan teğmenlere bu soru yöneltilmeli. 

ÜSTÜN CESARET MADALYALI

1981’de Kuleli Askeri Lisesi’ne giren Rafet Kılıç, 2023’de Yüksek Askeri Şura kararıyla kadrosuzluktan tümgeneral rütbesinde emekli oldu. Kılıç, aralarında Şemdinli Komando Tabur Komutanlığı, 34. Hudut Tugay Komutanlığı, Güney Afrika Askeri Ataşeliği, Piyade Motorlu Alay Komutanlığı, 1. Ordu Harekat Başkanlığı, Genelkurmay Dış ilişkiler Dairesi Ortadoğu-Afrika Şube Müdürlüğü, Kosova NATO CFOR’da şube müdürlüğü, Somali Türk Görev Kuvvet Komutanlığı, Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma Güvenlik Daire Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Harekat Başkanlığı da yaptı. Kılıç, sınır ötesi bazı harekatların planlamasında, harekatların içinde de bulundu. Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası sahibi olan Kılıç, evli üç evlat babası.