Geçen Cumartesi günü Diyarbakır’a gittim.  Terörün çok yaygın olduğu yıllarda neredeyse ayda birkaç kez gider, o yörede günlerce kalırdım. Diyarbakır’a uzun yıllar gitmemiştim. Bir kentte değişim ancak bu kadar olur. Yeni yerleşim alanları açılmış, modern binalar dikilmiş, sitelerde havuzlar yaptırılmış. Son deprem, Diyarbakır’ı da vurmuş, 500’e yakın vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Nüfusu 2 milyonu geçen kentin caddeleri eskiden olduğu gibi yine son derece hareketli. 

“Çözüm süreci” olarak nitelendirilen dönemde, tarihi mekanların bulunduğu Sur’da günlerce değil, aylarca süren çatışmalar olmuştu. PKK’nın il ve ilçelere sızmasına  açıkçası biraz da seyirci kalınmıştı. Gündüzleri yol kesiyor, kimlik kontrolü yapıyor, sonra istediklerini alıp dağa götürüyorlardı. 6 yıl sözde cezaevlerinde tuttuğu 13 asker ve polisimizi, kurtarmak için Kuzey Irak’ın Gara bölgesinde askerimiz operasyonu yaptı. Teröristler, 13 polis ve askerimi şehit etmişlerdi. Bunu hatırlayan bile neredeyse kalmadı. O insanlara neler yaşatıldığını gözyaşı dökerek “Cehennemi Yaşadım” kitabımda anlattım.

SABAH SABAH OLUR MU?

Büyük çatışmaların yaşandığı Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesinde Dört Ayaklı Minare önünde akan kanın durması için mücadele eden Baro Başkanı Tahir Elçi öldürülmüştü. Çatışmaların yaşandığı yerde neredeyse taş üstünde taş kalmamıştı. Cami de kilise de zarar görmüştü. Çatışmalar sırasında bulunan bir komutan, yıllar sonra aynı yere gittiğinde, “Meğer çatışma alanımız 500 metrekarelik bir yermiş. O yıkıntılar arasında merminin nereden geleceğini kestiremiyor, ilerlemek mümkün olmuyordu. Teröristler, olayla ilgisi olmayan vatandaşları da rehine tutuyor ve ilerlememizi engelliyordu” dedi.

Diyarbakır’a gidince sabah kahvaltısında ciğer yememek olmaz. Değerli meslektaşım Mustafa Balbay, avukat-siyasetçi Sertaç Eke, CHP eski il başkanları ve iş insanları Mehmet Güneri, Abdurrahman Aslan ile birlikte Umut Ciğerci’sine gittik. Çayımızı, hemen karşısında bulunan Muharrem kardeşimizin çay ocağında yudumladık. Muharrem’in çay ocağında Sözcü TV’nin izlendiğini görünce açıkçası çok da memnun oldum. İyi bir izleyicimiz, okurumuzmuş.

Saygı Öztürk, Dört Ayaklı Minare’yi de ziyaret etti.

O SURLARDA ŞİMDİ ONLAR VAR!

6 Şubat depremlerinin izleri var. Çay içtiğimizin yerin bitişiğindeki cami yıkılmış. Dahası, kentin ilk AVM’si olan Galeria da yerle bir olmuş. Enkaz kaldırılmış, şimdi buraya ne yapılması gerektiği konuşuluyor. Oraya Diyarbakır’a yaraşır bir park neden olmasın? Sur dipleri temizlenmiş, etrafı yeşillendirilmiş. Kalenin surları muhteşem. Ancak son dönemlerde o surlarda ya Gazze’deki Kassam Tugaylarının, ya da Şeyh Sait’in büyük boy afişlere asılıyor.  

Bir zamanlar Diyarbakır denilince akla ilk “Japon Pasajı” gelirdi. Her türlü kaçak mal burada satılırdı. Şimdi, oranın eski önemi yok. Gelen yabancıların en çok uğrak yeri Gazipaşa Caddesi’ndeki tarihi yerler. Bunların başında Ulu Cami, karşısındaki Hasan Paşa Hanı gelir. Müzisyenler İskender Paydaş ve Çağdaş Özmen’i, arkadaşlarıyla birlikte orada gördük. Esnaf, gruptaki erkeklerin, kadınların başlarına yöresel adıyla “Çefiegal” bağlıyordu. Onlar, topluca Diyarbakır hatırası olarak fotoğraf çektirdi. O çarşıda Şeyh Sait’in değişik fotoğrafları çerçeveletilmiş. Bunların satışı da yapılıyordu.

DEM-KAYYIM İŞBİRLİĞİ

Diyarbakır’ın Dağkapı bölgesinde önemli bir meydanın adı Ankara Belediye Başkanı rahmetli Vedat Dalokay’dı. Şimdiki adı DEM olan siyasi partinin Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir döneminde, önce Vedat Dalokay’ın adını kaldırıldı ve o meydana “Şeyh Sait” adını verdi.

Gelelim günümüze. İşte o meydanın bağlandığı 12 kilometre uzunluğunda bulvar yapılıyor. Bu bulvara da “Şeyh Sait Bulvarı” adı veriliyor. Bakar mısınız? Adeta DEM ile Diyarbakır Valisi ve aynı zamanda Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini kayyım olarak yürüten Ali İhsan Su ile DEM aynı isim üzerinde karar kılmış. Bu işbirliği hayli ilginç karşılanıyor hatta hayret ediliyor. Bulvara Şeyh Sait adının verilmesini uygun bulan Diyarbakır Valisi ve Belediye Başkanlığı kayyımı Ali İhsan Su’nun sessizliği de dikkat çekici.

Şehirde cadde ve bulvarlara verilen isimler arasında rahmetli başbakanlar Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz da var. Avukat Sertaç Eke, 2021 yılında  belediye başkanlığına başvurup, “Şehrin bütünlüğü ve gönül birliği için, Bülent Ecevit, Erdal İnönü isimlerinin de caddelere verilmesini önerdi. Ancak, kayyımdan yine ses yok. Bu durumu avukat Sertaç Eke, şöyle yorumluyor:

KAYYIM BAŞKAN NE YAPIYOR?

“Uzun zamandır bölgedeki hakim görüş, mesele Kürt olduğunda, Kürtlere karşı bütün kesimlerin birleştiği konusunda algı var. Bunu sürekli belirtirler. Oysa işin başka tarafı da var. Örneğin Cumhuriyet değerleri, Cumhuriyet devrimleri olduğunda birbirinden bağımsız yapıların birleştiğini görmekteyiz. Asıl endişe verici durum bu. Bu değerlerin törpülendiği, al aşağı edildiği süreç ülkenin bütünlüğüne, birliğine zarar veriyor.”

Diyarbakır’da başka bir olayı daha öğrendim. “Tarihini Yazan Çocuklar” adı altında Milli Eğitim Müdürlüğü ile Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü bir çalışma var. Büyükşehir Belediyesi, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne kitap veriyor, bu kitaptaki adı geçen isimlerin canlandırılması isteniyor.

BİLİNÇLİ ETKİNLİK Mİ?

 Dağıtılan kitaplar arasında Said-i Nursi yer alıyor. Tabii diğer isimler göstermelik. İlkokullarda okullardaki bu etkinliğin adı “Said-i Nursi Haftası”.  Onlar gibi giyiniyor, onları anlatıyorlar. Şeyh Sait‘in, Said-i Nursi‘nin bu dönemde gündeme getirilmesi de bilinçli bir etkinlik.

Dört Ayaklı Minare’yi geçip Kiliseye doğru yürüdük. Sokak müzisyenleri Kürtçe bir oyun havasını söylüyor, şalvarlı birisi de oynuyordu. Müzik hayli coşkuluydu, hareketliydi.  Oyuna katılanlar da az değildi.

Diyeceksiniz gittin, dolaştın da, çocukları kandırılıp ya da zorla dağa çıkarılan “Diyarbakır Analarını”nı ziyaret etmeyi düşünmediniz mi?  Evet, gitmemiz gerekirdi...