Çanakkale Zaferi’nin 109. yıldönümü. 1915'te devam eden 1. Dünya Savaşı'nda yaşanan 18 Mart Çanakkale Zaferi, Türk askerinin tarihe yazdığı en şanlı sayfalarından biridir. Bu zafer, sadece Türkler için değil, dünya tarihi için de dönüm noktası olmuştur.
Çanakkale, Türklerin bağımsızlık ve özgürlük uğruna neleri göze alabileceğinin, imkânsız denileni nasıl başarabileceğinin göstergesidir. Düşmana karşı göğüs göğse çarpışan Türk askerinin ‘Mehmetçik’ adını aldığı savaştır Çanakkale. Anadolu halkına umut, azim ve kararlılık aşılamış, Kurtuluş Savaşı meşalesinin yeniden yanmasını sağlamıştır.
Anadolu kadınının fedakarlığının, bir milletin var olma mücadelesinin destanıdır. Bu zaferle Türk milleti, vatanını korumak için canını dişine takarak, yokluk içinde nasıl destan yazılabileceğini tüm dünyaya göstermiştir.
Öncelikle Türk tarihi olmak üzere bütün dünya tarihini etkileyen bu zafer, dünya ülkelerindeki güç dengelerini değiştirmiş ve yeniden belirlemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale Savaşı sırasında askerlerine söylediği ‘Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!’ sözleri tarihimizin en çarpıcı ve unutulmaz ifadelerinden biridir. Bu cümle, sadece bir askeri emir olmanın ötesinde, vatan sevgisi, fedakârlık ve cesaretin simgesi haline gelmiştir.
Askerlerine zafere ulaşmak için gerektiğinde en büyük fedakarlığı, yani canlarını feda etmeyi göze almaları gerektiğini söyleyen Atatürk'ün bu emri, savaşın sadece silahlarla değil, aynı zamanda yüreklerle ve inançla da kazanılabileceğinin bir göstergesidir.
Çanakkale Zaferi’nin kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının öykülerini her dinlediğimde tüylerim diken diken oluyor, gözlerim yaşarıyor. Atamızı, değerli silah arkadaşlarını, kahraman şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı ve minnetle anmak hepimizin vicdan borcudur. Vatan toprağında aldığımız her nefeste onların hakkı var.
Çanakkale Zaferi bugün bile milletimizin birlik ve beraberlik içinde her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğinin sembolüdür.
Sorunlar, sorunlar, sorunlar…
Ülkemizin birçok sorunu var. Hem de çok önemli sorunlar bunlar. Daha doğrusu, Türkiye’de artık her şey sorunlu diyebiliriz.
Ekonomi zaten en büyük sorun. Kadın cinayetleri, hayvan katliamları, çocuk istismarı, işsizlik, spor skandalları, siyasi skandallar… Bunlar her gün okuduğumuz, izlediğimiz haberler arasında doğallaştı, gündelik oldu.
Bu sorunları tek bir sebebi olmamakla birlikte ülkemizde eğitimin yetersiz ve kalitesiz oluşu temel etkenlerden biri. Çocuklarımız 4+4+4 denilen tuhaf bir sistemin içerisinde yıllarını geçiriyorlar. İlköğretimde, yani temel bilgilerin alındığı kısımda sınıfta kalma yok. Öğrencilerin birçoğu kendi dilini okuyup yazmayı tam öğrenemeden, dört işlemi yapmayı bilmeden orta öğretime geçiyor. Sonrasında üzerine ne koyarsan koy tutmuyor.
Müfredata bakarsanız içinde her şey var, ama ya içerikleri? Öğretmeni olmayan birçok ders boş geçmekte. Spor yapılmayan spor dersleri var mesela. Bir türlü yabancı dil öğrenilemeyen yabancı dil dersleri… Resim yapılmadan, sanat öğretilmeden, çoğunlukla boş geçen resim ve sanat dersleri var. Önemi anlatılamayan, bir sürü isim ve yıl ezberleriyle dolu tarih dersleri var. Harita görmeden geçiştirilen coğrafya dersleri var. Sorduğunuzda Kıbrıs’ın yerini bile bilemiyorlar! Ve kendi dillerinde doğru dürüst bir kompozisyon yazmayı bile öğrenemedikleri Türkçe ve edebiyat dersleri… Sonuç; eğitim vermeyen bir eğitim sistemi...
Aslında, eğitimin temel amacı, bireylerin muhakeme yeteneklerini geliştirmek, kendilerini doğru bir şekilde ifade edebilmeleri için gerekli yetenekleri kazandırmak, kişisel saygı ve ahlaki değerleri öğretmek; aynı zamanda doğa, hayvan ve insan sevgisini aşılamaktır. Yani insanlara insani değerleri öğretip, doğru ile yanlışı ayırt edebilen bireyler olmalarını sağlamaktır.
Kitap okumayan, araştırmayan, dünyadaki gelişmelerden habersiz olan, sanatsız, eğitimsiz, sömürüldüğünü bile fark edemeyen bir toplum; çıkar gruplarının elinde oyuncak olmaya mahkumdur maalesef.
Yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik ve sosyal eşitsizlik toplumda şiddetin atmasına yol açar. Bugün, ülkemize baktığımızda şiddet her yerde. Aile içi ilişkilerde, günlük hayatta, televizyonda dizilerde, sporda… Hayvanlara yapılan eziyet ve işkencelerden bahsetmiyorum bile!
Normalde spor denince akla sadece fiziksel becerilerin sergilendiği bir alan değil, aynı zamanda centilmenlik ve adil yarışmanın esas olduğu müsabakalar gelir. Sahada ve saha dışında centilmen davranışlar sergileyen sporcular, gençlere ve topluma örnek olurlar. Kazanmanın ötesinde, rakibe saygı göstermek, kurallara uymak ve her durumda onurlu davranışlar sergileme sporun en önemli kaidesidir.
Peki, Trabzonspor-Fenerbahçe maçında neler oldu? Türk toplumuna ne olduysa, aynısı oldu! Siyaset, bölünmüşlük, hoşgörüsüzlük, çıkar çatışmaları, adaletsizlik, eğitimsizlik ve bunların toplamı. Yaşanan olaylar uluslararası basında büyük eleştiriler aldı. Durumun kabul edilemez olduğunu ifade eden başlıklar attılar. Bakalım, ülkemizin saygınlığını zedeleyen bu görüntülere yol açanlar hak ettikleri cezaları alacaklar mı?
***
Takım tutmak ve bir gruba ait olmak doğal bir eğilim olsa da bu durumun aşırıya kaçması bir nevi yobazlığa yol açıyor.
Lütfen çocuklarınıza fanatik taraftar olmayı aşılamayın. Takım tutmasınlar, taraf olmasınlar. Bir takımla var olmasınlar!
Çocuklarımıza sadece sporda değil, yaşamın her alanında sorgulamayı, eleştirel düşünmeyi ve farklı görüşlere saygı duymayı öğretmemiz lazım. Tabii önce bizim de öğrenmemiz lazım. Farklı olanları ötekileştirmekten, kendimize düşman yaratmaktan kurtulmalıyız. Artık bir şeyler yapmalıyız! Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz ve gemi batarsa hepimiz boğulacağız.