Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk günündeyiz.
Son bir haftada geride bıraktığımız 100 yılda, özellikle de o 100 yılın son 20 yılında ortaya çıkan Türkiye fotoğrafını anlatmaya çalıştım.
Keşke önünüze daha olumlu, daha umut verici fotoğraflar koyabilseydim ama koyamadım.
Zira ekonomiden eğitime, tarımdan adalete, dış politikadan siyasete her alanda hak ettiği seviyede olmayan bir Türkiye haline geldik.
O nedenle şimdi “bu olumsuz tablonun kaynağı nedir? Nasıl ortadan kalkar” sorusuyla başlayan bir muhasebe zamanıdır.
Bu muhasebeyi de en başta, son 21 yılda iktidar olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşlarının yapması lazım.
★★★
Erdoğan ve yol arkadaşları kendilerine şu soruları sorarak başlayabilir:
- “Madem bu kadar çok şey yaptık. Türkiye neden bu kadar yoksullaştı?”
- “Halkın yarısından biraz fazlası neden bu kadar katı bir şekilde ‘Erdoğan karşıtı’?”
- “İsmini silmek, unutturmak için ortaya koyduğumuz bütün çabalara rağmen halkın üçte ikisi neden hâlâ Atatürk’e hayran?”
- “Kendi iktidarı, bütün devlet imkanlarıyla bu kadar uğraşıp yeni bir tarih, kültür ve sosyoloji üretmeye çalışırken, halkın büyük bölümü neden siyasal İslamcıların Cumhuriyet aleyhine ürettiği senaryolar yerine hala Cumhuriyeti kuranların hikayesine inanıyor?”
★★★
- Erdoğan bu soruların gerçek yanıtlarını bulabilir mi?
İstese bulabilir.
- Erdoğan bu soruların gerçek yanıtlarıyla yüzleşebilir mi?
İstese yüzleşebilir.
- Erdoğan bu yüzleşme sonunda son 21 yılda iyice uzaklaştığı, kırdığı, incittiği kesimlerle helalleşebilir mi?
Bu saatten sonra zor.
★★★
Sözcük dağarcığım yettiğince anlatmaya neden böyle düşündüğümü anlatmaya çalışayım:
- Türkiye’nin yoksullaşmasının arkasındaki en önemli nedenlerden biri Erdoğan ve taraftarlarının Cumhuriyet karşıtlığı ve ideolojisidir.
Cumhuriyet, bir sözcükten fazlasıdır.
Cumhuriyeti kuranlar, kurumlarıyla, kurallarıyla, güçler ayrılığıyla, laikliğiyle, sosyal yanıyla, bir hukuk devleti inşa etmişler.
Bu devleti yönetme görevini de belli aralıklarla halk tarafından seçilecek bir hükümete bırakmışlar.
Erdoğan ve yol arkadaşları, iktidarlarının ilk yıllarında bu gerçeğe uygun hareket ettiler. Ülkenin siyasi iktidarı olarak Cumhuriyet’in kurallarına, yönelimine, dış politika anlayışına uygun adımlar attılar. Başarılı da oldular.
Ancak ne zaman ki Cumhuriyet’in temel değerleriyle çelişen, zıtlaşan ideolojik kimliklerini Cumhuriyet’in önüne geçirmek, partilerini devlet yapmak istediler, o zaman hata yapmaya başladılar.
Örneğin devlet kadrolarını sırf “alınları secdeye değiyor” diye tercih ettikleri cemaat ve tarikat mensuplarına devrettiler. Onlar da ilk fırsatta iktidarı kendilerinden almaya çalıştılar.
Eğitimi “dindar nesil” yetiştirmek için formatlamaya çalıştılar. Sistem çöktü. Siyasi tavassutla köşe başlarını tutmaya başlayan liyakatsiz kadrolar, devletin kadim yapısını çürütmeye başladılar.
Yargıyı cemaatlere tarikatlara teslim ettiler. Adalet havlu attı.
Ekonomide bilimin kurallarıyla değil dinin ve ideolojinin kurallarıyla yönetmeye çalıştılar ekonomi çöktü.
Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyet’in kurucu önderlerini unutturmak için her yola başvurdular, halkın Atatürk’e teveccühü, sevgisi ve hayranlığı arttı.
Cumhuriyet’in çağdaş, medeni, uluslararası camiada önemli bir yeri olan güçlü bir ülke olma hedefi yerine, Batı’ya sırt çevirdiler. Yerine Arap hayranlığını ikame etmeye gayret ettiler. Ülke yalnızlığa mahkum oldu.
İktidar Cumhuriyet’le, halkın modern yaşam tarzıyla hesaplaşmaya çalıştıkça da Cumhuriyet değerlerini içselleştirmiş halk kesimlerinin iktidar karşıtlığı kemikleşti.
★★★
Geldiğimiz noktada şunu görmekten başka çaremiz yok:
Cumhuriyetçiler, muhafazakarlara karşı yaptıkları hataları gördü artık.
Cumhuriyet değerlerini sahiplenen muhalefet partileri yanlışlardan vazgeçip helalleşme çabası içine girdiler.
Buna karşın Erdoğan ve yol arkadaşları da Cumhuriyet kadrolarının geçmişteki hatalarından kaynaklanan yanlışları kendileri için bir “kindarlık” kaynağına dönüştürüp “hesaplaşma” içine girdiler.
Bu hesaplaşma devam ediyor ve gelecekte “hesaplaşma” derdine düşecek yeni mağdurlar yaratıyor.
Oysa Türkiye’nin ikinci yüzyılının başlarında artık hesaplaşmaların değil helalleşmelerin yaşandığı bir ülke olması gerek ve sanırım “helalleşme” sırası da 21 yıllık iktidarında elde ettiği güçle, karşıtlarına yönelik çok fazla yanlış yapan iktidara geldi.