Fenerbahçe, Glasgow Rangers’a penaltı atışları sonrası elenince ‘penaltı psikolojisi’ başlıklı bir yazı yazacaktım.
İyi de hazırlanmıştım aslında.
1986 Dünya Kupası’nda penaltı kaçıran futbol üstatlarından, Pele’nin bir maçta neden penaltı kullanmak istemediğine kadar çok az kişinin bildiği bir nostaljik yolculuğa bile çıkaracaktım sizleri.
20 Mart’ta yayınlanacaktı normal şartlarda yazım.
Gel gör ki, bu memlekette normal şartların yaşandığı gün sayısı çok az. O günleri yakalamak için tek başına maharet yetmiyor, şansın da yanınızda olması gerek.
DİPLOMA İPTAL, YAZMAK İSTEDİĞİM KONU DA…
18 Mart’ta, şanlı Çanakkale Deniz Zaferi’mizin 110. yıldönümünde, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptal edildiği haberiyle ‘Nasıl yani’ şaşkınlığını yaşadık ülke olarak.
Lafın gelişi öyle söyledim, memlekette yaşanan hiçbir şeye şaşırmıyoruz artık!
Baştan söyleyeyim, kimin diplomasında şaibe, usulsüzlük vs. varsa, elbette hesabı sorulsun. Bedeli neyse ödetilsin.
Ama herkes için gösterilsin bu hassasiyet. Bu konuda sanırım hem fikiriz. Ki ‘Diploma’ deyince akla ilk kimin geldiği hepinizin malumu.
Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı Hamza Yerlikaya’nın diplomasının sahte olduğu mahkemece tescillense de halen görevde.
Eeee nerede devletin savcıları?
MİLLİ MAÇIN OYNANDIĞI ŞEHRİN EMİNİ GÖZALTINDA
İmamoğlu’nun Türkiye-Macaristan maçını izlemeye gidip gitmeyeceğini öğrenmek için İBB Spor İstanbul Genel Müdürü Renay Onur’u aradım.
Tribünler her ne kadar son yıllarda sindirilse de, haksızlığa uğrayanların sesi olmaya devam ediyor.
Renay Bey’e bu tespitimi aktardıktan sonra; ‘Sayın İmamoğlu maça gidecek mi? Programında yoksa bile gitmesini öneririm’ dedim.
Akşam 21.30 sularında gerçekleşti bu konuşma. ‘Başkana ileteceğini’ söyledi Renay Bey.
İletmeye fırsatı olduğunu sanmıyorum.
Sanmıyorum, çünkü diploma iptalinin üzerinden 24 saat bile geçmeden İmamoğlu gözaltına alındı.
Yüzlerce polis sabahın köründe, şehrin emininin evini ablukaya almıştı. Davet ettiniz de gelmedi mi Sayın İmamoğlu?
Devletin sınırlı kaynaklarını -düzeltiyorum- vatandaşın belini büken vergileri çarçur etmeye kimsenin hakkı yok!
MİLLİ MAÇA BEN DE GİDEMEDİM
Macaristan maçına akredite olsam da 20 Mart’ta sahurumu yaparken abimden gelen telefonla allak bullak oldum.
Annem iyi değildi. Biz İstanbul’dan Yalova’ya gidene kadar 30 yıllık komşumuz Yaşar Dönmez teyzemiz, akrabam, insan denilince ilk aklıma gelen Tümer Tanrıkulu, annemi hastaneye yetiştirmişlerdi. Müteşekkirim.
Memlekette yöneticilerden yana yüzümüz gülmese de, komşu ve akrabadan yana şanslıydık.
EKO’YA ÜZÜLDÜM
Tansiyonu fırlamıştı, dilindeki kanama sayesinde belki de felç olmaktan kurtuldu annem.
‘Neye üzüldün anacım’ diye sorduğumda aldığım cevap, 17 yıl öncesine götürdü beni.
81 yaşındaki annem, ‘Eko’nun (Ekrem İmamoğlu) diplomasının iptal edilmesine üzüldüm. Sürekli uğraşıyorlar, ne istiyorlar bu çocuktan.’ diye sitem etti.
Ve ekledi.
‘İmamoğlu’na üzülmedim sadece, memleketteki hukuksuzluğa da üzülüyorum.’
Ardından ‘İmamoğlu’nun annesi-babası hayatta mı?’ diye sordu.
“Hayattalar, hatta annesi çok tatlı” anacağım dediğimde ‘Ben bu kadar üzüldüm, kim bilir anne babası nasıl üzülmüştür’ deyip iç çekti.
Sonra da “Gazetecileri de alıyorlar, sana da bir şey olur diye korktum, oğul” dediğinde gözleri bulutlanmıştı.
Bulutları dağıtmak için işi espriye vursam da 17 yıl önce yaşadıklarım geldi aklıma.
SANA DA BİR ŞEY OLUR MU?
Meşhur Ergenekon soruşturması ilk kez 12 Haziran 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda 27 el bombası bulunması sonucunda başlamıştı.
Ulusal Kanal’da reji amiri olarak çalışıyordum o yıllarda.
21 Mart 2008 Cuma günü, yüzlerce polis Deva Çıkmazı’nda bulunan TV binasını basmıştı.
Polis arama yaparken biz de bir yandan canlı yayın yapıyorduk.
Yandaş medya görevini yapıyordu elbette. Ağızlarından köpükler saçılıyordu adeta.
Öyle bir kirli propaganda yapılıyordu ki, bizler vatan haini, memleket düşmanı, güneş yüzü görmeyi hak etmeyen teröristlerdik.
Gece geç saatlerde eve geldiğimde, rahmetli babam ‘Sana da bir şey olur mu?’ diye sordu.
Babaların evlatlarına güven veren ses tonu, yerini endişeli bir edaya bırakmıştı.
O gece söylediğim sözler belli ki ikna etmemişti endişeli kalbini.
Ve sadece beş gün sonra, 26 Mart 2008 Çarşamba günü geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti babam.
Çarşamba gününün bendeki yeri ayrı. Babamı kaybettiğim aynı zamanda baba olduğum gün Çarşamba.
Babamın 17. ölüm yıldönümü bugün. Ruhun şad olsun emektar babam.
HAKİKAT KÖTÜLÜĞÜN AŞIRISIYLA DA ORTAYA ÇIKAR
23 yıldır iktidar aynı, bir türlü değişmiyor. Değişen, çocuğunun başına bir şey gelir mi diye endişe duyan anne babaların isimleri.
Dün Ali-Nezaket’ti, bugün Hasan-Havva.
Anne babalar, her ne kadar endişeli olsalar da, çocuklarının haksızlığa, çifte standarda ve hukuksuzluğa karşı sessiz kalmalarını istemiyorlar.
81 yaşındaki anam haksızlığa uğrayanlar için her ne kadar endişeli de olsa, ‘Dizim tutsaydı Saraçhane’ye ben de giderdim’ sözleriyle cesaret dağıtıyordu yüreklere.
Anamın bu çıkışı, örtülü bir icazetti aslında.
'Bedeli ne olursa olsun, haksızlık karşısında boyun eğme' öğüdüydü.
Anaların gözlerini yaşartan, babaların yüreklerini dağlayan zihniyetle mücadelemiz, devam edecek.
Özellikle icazetle bir yerlere gelebilen her kesime karşı.
Kaş’ta tanıştığım emekli edebiyat öğretmeni Günseli Hanım'ın nefis bir tespiti var: Kötülüğün aşırısıyla açığa çıkacak hakikatin zaferine inanıyorum.
Buna ben de inanıyorum.
Dün tutuklanan, 'Her şey çok güzel olacak' sloganının mucidi Berkay Gezgin'in sözleriyle bitireyim.
Her şey çok güzel olacak!
İcazet: 1. İzin, onay, onaylama.
2. Diploma.
NOT: Penaltı psikolojisini yazacak olsaydım, Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol eserini önerecektim.
Konu değişince önereceğim kitap değişse de yazarı aynı.
Eduardo Galeano: Ve Günler Yürümeye Başladı
Galeano, Latin Amerika’daki toplumsal mücadeleleri, halkın direnişini ve umudunu küçük hikâyelerle anlatıyor. Politik farkındalığı artıran, şiirsel bir anlatımı var. ‘Dünyanın vicdanı’ yakıştırmasını Eduardo Galeano'nun ne kadar hak ettiğini, bu kitap bir kez daha teyit ediyor.